Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

KAZAKİSTAN DERSLERİ -2

Kazakistan’da yaşanan olaylardan hem Türkiye ve hem de ABD ile arasına mesafe koymak isteyen ülkeler dersler çıkarmalıdır.

Bu yazıları yazma amacımız da budur.

Tecrübe teorize edilip, yaşama kurallarına dönüştürülmez ise, aynı hataları tekrarlamak ve aynı acıları yaşamak kaçınılmaz olur.

Özellikle de, Ukrayna üzerinden yaratılmak istenen küresel gerilimin arttığı bugünlerde, Türkiye hangi tarafta yer alacak, sorusuna cevap verebilmek için de, önce, Kazakistan’da ne oldu? sorusunu derinlikle ele almalıyız.

NAZABAYEV ÖLDÜ MÜ, KAÇTI MI?

Dikkat edilirse, karışıklıkların ilk gününden itibaren ortaya atılan “Get ihtiyar!” sloganı ile birlikte, kurucu lider Nursultan Nazarbayev hedef alındı.

Göz önünde bir siyasetçi olmamasına rağmen, doğrudan Nazarbayev’in hedef alınması, aslında Kazakistan’da “turuncu” tipte bir ayaklanma düzenlendiğinin habercisiydi.

Tamamen Batılı emperyalist güçlerin finansmanı ile kurulan ve yaşatılan sözde “sivil toplum örgütleri”nin de toplumsal huzursuzluğu sistemi yıkmaya yönelik bir ayaklanmaya dönüştürmek için harekete geçtiğini ve bu işin merkezinde de “Kazakistan’ın Demokratik Tercihi” adında bir “gölge örgüt” olduğunu şimdi biliyoruz.

Nitekim, ülkenin birkaç yerinde Nazarbayev heykellerinin yıkılması ile amaçlanan tam da, sözde “STK”lar üzerinden kışkırtmak istedikleri noktaya doğru kitleleri cesaretlendirmek idi.

Bu noktada kritik hamle, Nursultan Nazarbayev’in “öldürüldüğü”, sonra da ülkeden kaçtığı (yalan) haberlerinin yayılmasıdır.

Kurucu liderin öldürülmüş olması veya ülkeden kaçmış olması yalanı ile, tarafsız kesimler kazanılacak, Kazakistan’ı savunan kesimler ise umutsuzluğa sevk edilip sindirilecektir.

Bu yöntemler, ABD emperyalizminin yönetimine savaş açtığı tüm ülkelerde devreye soktuğu klasik hamlelerdir.

Sanıyorum, bu konuyla görevli birimin elinde, bu tür durumlar için hazırlanmış “yapılacaklar listesi” katalogu vardır ve tüm faaliyetler bu “el kitabı”nda (Manual/Handbook) yer alan yönergeler kapsamında yürütülmektedir.

60’larda ve 70’lerde sendikal faaliyetlerin nasıl yönetileceği, “hatasız” işkencenin nasıl yapılacağı gibi konularda ellerindeki broşürleri Türkçe’ye çevirip ilgili makamlarla paylaştıklarını hatırlayınca, bugün de, bir ülkede ayaklanma nasıl çıkarılır, nasıl yönetilir, konusunda bir “el kitabı” hazırlamış olmaları gerekliliği yabana atılacak bir iddia olarak durmuyor.

Hatırlayalım; ABD piyonlarının 15 Temmuz 2016’da ülkemizde giriştikleri başarısız darbe hamlesinde de, ilk yayılan yalanlardan en önemlisi “Erdoğan’ın ülkeden kaçtığı” idi. Eğer, İzmir’de bekletilen “tim” başarılı olsa idi, büyük ihtimalle bu yalan, devamında “kaçarken çıkan çatışmada hayatını kaybetti” yalanı ile tamamlanacaktı.

ABD’NİN DÜNYAYI YÖNETME İLKESİ: “BÜYÜK YALAN”

Amerikan demokrasisi”nin temeli sistematik ve rafine yalan üzerine kuruludur. Algıları yöneterek, toplumun inandırıldığı yalanlarla iktidarı elde tutmak “ABD tipi” demokrasinin temelidir.

ABD’de iktidarı ellerinde tutanların kendi halkına milyonlarca kez yalan söylediği, kanıtlıdır.

Biz de, bu konuda en “deneyimli” ülkelerden birisiyiz.

Esasen, ABD’nin bu iktidar yöntemini Nazilerden öğrendiklerini belirtmek yanlış olmaz.

ABD’nin, İkinci Dünya Savaşı sonunda, Nazilerin “devlet deneyimi birikimi”ni devraldığını da biliyoruz.

Ancak, hemen belirtmeliyim ki, aslında “Büyük Yalan” (Almanca: Die grosse Lüge) ilkesini sadece Nazilere bağlamak, eksik ve hatalı olacaktır.

Çünkü, bu “ilke” esasen Ortaçağ Avrupa saraylarında doğmuş, sömürgeci kapitalizm döneminde serpilmiş ve modern “demokrasi” sisteminde rafine bir yönetim/yönetişim ilkesine dönüşmüş “iktidar ideolojisi”dir.

Büyük Yalan, modern kapitalizme geçiş evrimini sömürgeci Britanya devletinin mahfillerinde tamamlamıştır.

ABD’nin, Nazilerin yönetim tekniklerini devralmasının ardından Ayn Rand, John Nash, Karl Popper gibi “uzmanların” elinde geliştirilen yönetim teorilerine, Zbigniew Kazimierz Brzezinski ve Paul Wolfowitz ile son şekli verildi.

Buna göre, küresel alanda tek güç olarak egemenliklerini sürdürebilmek için, ABD’nin tespit ettiği “güçlenme potansiyeli taşıyan ülkeler” düşmanlaştırılarak parçalanacaktı.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin de temel fikri dayanağı “Wolfowitz Doktrini”dir. Ancak, Wolfowitz’in bir diğer önemli katkısı da “asimetri” kavramı ile ifade ettiği, küresel fikir oluşturma sürecine müdahale yöntemidir.

Büyük Yalan”ın en profesyonel kullanıcılarından birisi olan Adolph Hitler şöyle diyor: “(Kitleler) küçük yalandan çok büyük yalanın kurbanı olurlar, çünkü kendileri genellikle küçük konularda küçük yalanlar söylerler ama büyük ölçekli yalanlara başvurmaktan utanırlar…

…Böylesine “devasa” yalanların uydurulmuş olabileceği asla akıllarına gelmez, başkalarının gerçeği bu kadar rezilce çarpıtacak fütursuzluğa sahip olabileceklerine inanmazlar.

Dünya yalan tarihini değiştiren Paul Wolfowitz de teorisini, yalanı “a-simetrik” eksen; yani, yalanın kimden çıktığının karartılması üzerine kuruyordu.

KİM YAYILMACI, KİM SALDIRGAN?

AK Parti Genel Başkan Vekili Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, Ahmet Hakan’ın CNNTürk televizyonundaki programında, Ukrayna ve savaş tehlikesi üzerine görüşlerini açıklarken “Rusya’nın yayılmacılığına” her zaman karşı çıktıklarını belirtti.

ABD ve Batı emperyalizminin sürekli yaymaya çalıştığı ve toplumu ikna etmeye çalıştığı güncel yalan “Rus yayılmacılığı” üzerine kuruludur. ABD bu türden sahte tezlerle, kendi saldırgan pozisyonuna karşı oluşabilecek tepkileri bastırmayı hedefliyor.

1991 yılında SSCB’nin yıkılışında itibaren Rusya’nın dünyanın herhangi bir yerinde giriştiği egemenlik mücadelesi yok. Ama, ABD’nin 1994’te Paul Wolfowitz’in genel çerçevesini çizdiği, küresel tek güç olarak, dünyanın her yerinde düşman ülkeler belirleyip yok etmek, parçalamak, yeni tipte sömürgeleştirmek politikası var!

Bu kapsamda, Rusya’nın yeniden bir küresel güç olarak ortaya çıkmasını önlemek ABD dış politikasının en temel unsuru. Biden de, bunu saklamaya da ihtiyaç duymadan, daha göreve gelir gelmez topladığı AB ülkeleri yöneticilerine deklare etti.

Anlaşılması veya yorumlanması tartışma konusu olmayacak kadar açıkken, neden AK Parti Genel Başkan Vekili durumu “Batı’nın savunma, Rusya’nın ise saldırı halinde” olduğu şeklinde resmetti?

Prof. Dr. Kurtulmuş, daha iki hafta önce Kazakistan’ın yaşadığı karışıklıktan ders almamış mıdır?

Kurtulmuş, Batı emperyalizminin Ukrayna üzerinden Rusya’yı hesaplaşmaya zorlaması hamlesinde, Atlantik tarafında yer almanın Türkiye için yıkıcı maliyetlerinin olacağını hesap edemiyor mu?

Yoksa, ABD’nin “bir taşla iki kuş” oyununda kendisine bir rol mü verildi?

Önümüzdeki günlerde, bu sorunun da cevabını net olarak anlayacağız.

Ancak, Kazakistan’ın Batı ile yakınlaşmasının yol açtığı yıkıcı deneyimi, biz ülkemizde 1945 yılından bu yana ve defalarca yaşadık ve halk olarak da, vatansever aydınlar olarak da önemli dersler çıkardık.

Bu acı tecrübelere rağmen, Türkiye’yi dış politikasında ABD’ye yanaşık düzene çekmeye çalışanlar çıkarsa, onlar da tarihin kaybedenler listesinde yerlerini alacaklardır.

Önceki ve Sonraki Yazılar