KÜP İÇİN KAVURMA MI, HAK İÇİN KURBAN MI?

Halk şiiri geleneği içinde ters öğüt destanı söylemek vardır. Örneğin Âşık Huzuri bir ters öğüt destanına şöyle devam etmişti:

Bir nasihatim var zamana uygun

Tut sözümü yattıkça yat uyanma

Meşhur bir kelamdır sen kazan sen ye

El için yok yere ateşe yanma.

Her nere gidersen eyle talanı

Öyle yap ki ağlatasın güleni

Bir saatte söyle yüz bin yalanı

El bir doğru söz söylerse inanma.

Günümüzün usta âşıklarından İhlasî (Bekir Akbulut) ters öğüt destanında bakınız ne diyor?

“….. Dara düşmüş ise fırsatı verme

Başını ezip geç, zordaysa görme.

Âlim meclisine sakın ha girme

Düşeni tepele, kaldırma e mi?

Yetimi, yoksulu aman güldürme,

Ekmeğini aç olana böldürme;

Süründür başını, çabuk öldürme,

Rahatla, huzura daldırma e mi?

Kurban bayramının gereğini yerine getirmeyenler için de ters öğüt destanları ve tekerlemeler söylemişler: Erzurum dolaylarından bir örnek:

“İki komşu birbirinin milleti

Her ikisi bir peygamber ümmeti

Biri kurban kesir pişirir eti

Yeyir içir Halilullah aşkına

Komşusu da bakir Allah aşkına

Hak için kurban, küp için kavurma”

Demek isteniyor ki, “Allah için kurban..küp için kavurma kış için sucuk, olmamalı. Kurban etinin bir kısmı, hatta üçte ikisi fakir fukarayla, yoksulla yoksunla paylaşılmalı.

Söz Erzurum’dan açılmışken bir Erzurum Fıkrası:

Erzurumlu tarladaki harmanını sürmüş, savurup deneyi samandan ayıracak.. Ögleden sonra gökyüzü kararmaya başlamış…

-'Allah'ım, ne olirsen ekinimi savurmadan yağmurunu yağdırma! ' Hiç olmazsa bir gün müsaade et Allah’ım ne olirsen ... ' diye dualar edip durmuş. İşinin bitmesine yarım saat kala bir yağmur bir boran ki sormayın gitsin. Tüm ekini, hasadı çürümüş.

O hırsla eve gelmiş, Bir de bakmış ki; eşeği de yıldırım çarpmiş. Bu olay Erzurumlunun içine oturmuş ama bir şey de yapamamış. Zaman geçmis, Ramazan ayı gelmiş. İlk gün niyetlenmiş. İftara tam yarım saat kala, bir sigara çıkartıp yakmış. İlk nefesini şöyle bir güzelce çekmiş ve gökyüzüne bakarak üflemiş.

-'Nasıl? illet oliysen şimdi değil mi?' demiş ve eklemiş:

-'Ölen eşeği de gurbana saymazsam şerefsizim...

Halkımız söylemek istediğini, Bektaşi’ye, Nasrettin Hoca’ya söyletmiş yüzyıllar boyu. “Nakl-i küfür, küfür değildir” fetvasına uymuşlar. Bektaşi’ye, Nasrettin Hoca’ya yükletmişler esprilerini. Allah var, onların da gıkı çıkmamış.

Bektaşi’ye sormuşlar:

-Rakı içer misin?

-Akşamdaaaan akşaaaama...

-Namaz kılar mısın?

-Bayramdan bayrama, bayramdan bayrama...

Bayramında herkes yeni ve temiz elbiselerini giyip, birbirleriyle bayramlaştıkları gün, bir fakir Bektaşi dedesi, üstü başı pis halde Beyazıt Cami'nin önünden geçerken, bembeyaz sarığı, tertemiz cübbe ve latası ile bir hoca karşısına çıkıp:

- Be adam, mübarek bayram günü bu pis gömlekle dolaşılır mı? Gömleğini yıka! Deyince Bektaşi aldırmayarak:

- Be hocam, yıkayayım ama kirlenir, demiş. Hoca:

- Yine yıka, demiş. Bektaşi:

- Yine de kirlenir, diye diretmiş. Hoca inatla:

-Yine yıka, deyince Bektaşi'nin tepesi atmış ve şu cevabı vermiş:

- Behey imanım. Biz bu dünyaya gömlek yıkamaya mı geldik

Bayram duygu ikliminde nostalji ile at başı yürür. Herkesin her dönemde yaşadığı bayramlar güzeldir. “Nerede o günler” edebiyatı yapmaktan geri durmayız. Sanki çocuklarımız, 60 yıl sonra, beğenmediğimiz bu günü aramayacaklar, “Nerede o günler?” demeyecekler.

Bayramınız kutlu olsun. Hoşça ve dostça kalarak yeni bayramlara esenlik içinde ulaşmak dileğiyle…

Önceki ve Sonraki Yazılar