KUTUPLAŞTIRMANIN NEDENLERİ, SORUMLULARI VE ÇÖZÜM 

TurkuazLab’ın yürüttüğü “Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları 2020 Araştırması”  üzerine bundan önceki üç yazımda kutuplaşmanın nedenlerini, halkın önceliklerini belirtmiştim. Bir önceki yazımı “özetle birbirine hoşgörüsü azalmış, ayrı kutuplara bölünen bir toplum haline dönüşüyoruz” cümlesiyle noktalamıştım. Peki bu bölünmüşlüğün sebepleri neler ve kutuplaşmayı nasıl azaltabiliriz? 

Kutuplaştırmanın nedenleri ve sorumluları 

Bölünmüşlüğün yani kutuplaşmanın gözden kaçırılan önemli sebeplerinden biri üzerinde duralım. Bu sebep kutuplaştırmadır. Kutuplaştırma çabası olmasa bu denli kutuplaşma olmazdı. Kutuplaştırma çabasının nedenlerini bilirsek neyi ortadan kaldıracağımızı da biliriz. Bunlar arasında iki önemli neden üzerinde duralım: 

1. İktidara gelmek ve iktidarda tutunmak: Kutuplaştırmanın en önemli nedenidir. Bu iktidar, yerel bir birimde bir dernek, sendika, meslek kuruluşu olabileceği gibi siyasal iktidar da olabilir. İktidar mücadelesi ikiye ayrılır: 

a. Aynı kurum içinde: Kutuplaştırma, aynı kurum içinde rakibi ötekileştirerek tabanın etrafında kenetlemesi için bir yöntemdir. Üyesi olduğu dernek ve sendikada karşılaştığım bir durum olduğu için iyi biliyorum. Bir yere adaysanız sizi, o kurumun temel ilkeleri üzerinden ve fikirlerinizi çürütmekle değil, o kurumun üyelerinin genelde hoşuna gitmediği kesimlerden olmakla veya o kesimlere “çalışmakla” yaftalayanlar, ötekileştirenler, itibarsızlaştıranlar çıkabiliyor. Araştırmalarda aynı kurumların içindeki ötekileştirme, hedef gösterme yansıtılmaz. 

b. Farklı kurumlarda: Burada da iki durum var: 

1a. Farklı kurumların üyeleri için kutuplaştırma, hedefe ulaşmak için rakibi gözden düşürmenin yoludur. 

2b. Kendi eksik ve hatalarını gözden uzaklaştırmanın bir yoludur. 

Örneğin eski CHP milletvekili Berhan Şimşek’in katıldığı bir televizyon programında kullandığı ifadeler sonrası Kemal Kılıçdaroğlu şunu diyor: 

“Bizim eski milletvekili arkadaşımız bir açıklama yapıyor. ‘Vali militan, yargıçlar militan, alınan kararları görüyoruz’ diye. Vay sen misin militan diyen...İçişleri Bakanlığı yazı yazıyor bütün valiliklere, hepiniz suç duyurusunda bulunun, dava açın diye. Açmazsanız namertsiniz.” 

Berhan Şimşek, sonrasında Süleyman Soylu, valileri kışkırtarak yanlış yapıyor, Kılıçdaroğlu da “açmazsanız namertsiniz” diyerek olaya valilerin şerefini karıştırıyor. Halk da “bak nasıl da konuştu, bak nasıl yanıtını verdi, helal olsun!” diye düşündürülmek isteniyor. 

Niyet okumaksızın ele alırsak, akıllara şu sorular gelebilir: 

Hedefe ulaşmak için rakibini gözden düşürme çabası, heyecanlı davranmaktan öte bir durum olabilir mi? Yaşananlar kendi eksik ve hatalarını gündemden uzaklaştırmak için ilgiyi rakibe yöneltmek, hatta kendilerine yönelik mağduriyet yaratmak yönünde bir siyaset tarzı mı? 

Valiler bakana uymasa “İç İşleri Bakanı’nın sözü geçmiyor”, uysa “İç İşleri Bakanı’nın sözüyle harekete geçtiler” denmeyecek mi? Valiler dava açsa “açmazsanız namertsiniz” diye kışkırtan Kılıçdaroğlu, kendini “mağdurum” diye mi savunacak? Benzer ekil de Soylu da “sözümü dinlemiyorlar” diyerek mağduriyet algısı mı yaratacak? 

Emperyalizmi sevindirmeyelim 

Siyasetçi ve bu siyasetçileri önemseyenlerin benzer söylemleri milletimizin aklına bu soruları getirecektir. Sonuçta ne niyet edilirse edilsin, millet kutuplaşıyor. Oysa sevinen emperyalizm olmuyor mu? 

Emperyalizm kutuplaşmış bir toplumdan adam devşirebilir ve “demokrasi kahramanı” rolünde o ülkeye yerleşir. Dolayısıyla önemsediği siyasetçilerin bu tür sözlerini paylaşan kişiler, yukarıdaki soruların akıllara geleceğini tahmin etmeli ve bunun rakibini alt etmekten çok kutuplaşmayı artıracağını hesap ederek fikir ileri sürmelidir. 

2. Kendiyle barışık kalmak ve dışlanmamak: Bir konferansımda cümlelerimin hoşuna gitmediği izleyicilerden biri, yanında oturanın arkadaşım olduğunu bilmeden, kulağına “buraya AKP’li birini çağırmışlar” diye fısıldamış. Başka bir konferansım sonrası havaalanına bırakırlarken arabada sohbet ettiğim ikimizin de üyesi olduğumuz bir derneğin şube başkanıyla konuşurken, bir yerde “Mustafa Bey, siz de üzerimize çok geliyorsunuz.” demişti. Sorularla düşünmesini sağlamaya çalışıyordum. Ezberletilmiş yanıtlar verdikçe başka bir soruyla çürütüyordum. Bocalıyordu, yer yer hak vermeye başladığından ezberinin, söyleyecek sözünün tükendiğini anlayınca, fikirleriyle, kendiyle barışık kalmak için böyle bir yola başvurduğunu düşünüyorum. Çünkü kişi, genelde, fikirleri çürütüldükçe kendisi gibi düşünenlerle eleştireceği, çatışacağı için çevresini kaybetmeyi göze almıyor ve sorgulamayı daha başta bırakıyor. 

Sorumlu hepimiziz 

Dolayısıyla sorumlu hepimiziz. Sorumlunun kendimiz de dahil hepimiz olduğunu bilirsek, değişime, çözüme kendimizden başlamamız gerektiğini kavrarız. Herkes yanlışı sürekli başkasında ararsa kimse çözüm üretmez. Herkesin kendini gözden geçirmesi önemli ölçüde anlayışı birliği yaratacak ve iletişim sıkıntıları azalacaktır. 

Bir örnek verelim. Sosyal medyada dolaşan sosyolog Mümin Sekman’a ait “Ortadoğululuk nedir?” (1) başlıklı yazı var. Yazar, Ortadoğululuk’un ne olduğuna dair bir dizi cümle sıralıyor ve “Yukarıdaki maddelerin birçoğunun dinle ilgili olduğunu görüyorsunuz, neden?” diye soruyor ve yanıtını da şöyle veriyor: 

“Çünkü ortalama bir Ortadoğulunun beyninin yüzde 75’i dinle kaplıdır. Bu yüzden diğer şeylere çok az yer kalır. Onun zihniyetiyle ilgili söylediğiniz her şeyi, dinine saldırı sayar. 

Dinle ilgili olmayan pek fikri olmadığı için, dinini ilgilendirmeyen hiçbir eleştiri yapma şansınız da yoktur!” 

Yazara ve onun gibi düşünenlere sorayım: Yazarın kurduğu “Lideri yüceltip, iyi sistem kurmayı aşağılamak Ortadoğululuktur”, “Duyguları yüceltip mantığı küçümsemek Ortadoğululuktur”, “Sözü yüksek olanı değil, sesi yüksek olanı iyi lider sanmak Ortadoğululuktur”, “Standart sahibi olmak yerine, düştükçe ‘beterin beteri var’ diye kendini avutmak Ortadoğululuktur” sözlerinin sadece dinle mi ilgisi var? 

Hayır. Sadece dinle mi ilgisinin olmadığını yukarıda siyasetçiler arasındaki polemikten, aynı kurumda bile itibarsızlaştırma, ötekileştirme çabasının olmasından, bizzat başıma gelenlerden ortada değil mi! 

Bu yazıyı paylaşanlar Ortadoğululaşmanın olumsuz yönlerini (tıpkı araştırmadaki gibi) başkasına atfediyor. Çıkarcı, art niyetli, bedavacı hep başkaları. Kendisi ve kendisi gibi düşünen kurumlar ise iyi niyetli, dürüst; yani olumlu özellikler kendilerine ait. Yazı özel olarak da dini duyguları yüksek insanlarımızı hedef alması yönüyle sorunlu ve kutuplaştırıcı. 

Oysa kendiyle barışık kalmak, bulunduğu kesimden uzaklaşmamak için duyguları, ezberletilmiş fikirleri yüceltip soruyu, mantığı küçümseyen tavır, çoğu kişi de yok mu? 

“Bak nasıl da ağzının payını verdi!” diyerek sözün kendisini değil de sözün yüksekliğini iyi yönetici, siyasetçi, lider sananlar sadece bir kesim mi? 

“Aman iktidara/muhalefete açık vermeyelim, eleştirinin sırası değil!” diye eleştiriyi saldırı gibi görüp “standart sahibi olmak yerine, düştükçe ‘beterin beteri var’ diye kendini avutan” sadece muhafazakar kesim mi? 

Konferanslarımda sözümü kesen, daha fazla dinlemeye tahammül edemeyip terk edip giden, “haklısınız ama şuna, buna açık vermeyelim” diye konuyu başka yöne döndürmek isteyenler, yazarın ve bu yazıyı paylaşanların iddiasının aksine pek de beyninin yüzde 75’i dinle kaplı olanlara benzemiyor. 

Görüldüğü gibi kutuplaştırma sadece siyasetçiler arasında olmuyor. Birçok kişi de kutuplaştırmanın sorumlusu. Dolayısıyla Prof. Dr. Emre Erdoğan’ın dediği gibi “Vatandaşların birbirlerine arkalarını döndükleri, diğerinin düşüncesini duyamadıkları ve aslında ortak bir kaderi paylaştıklarını kolayca unutabildikleri ortamı yaratan herkes bu durumdan sorumlu.” 

Peki kutuplaşmayı nasıl azaltacağız? 

Çözüm 

Bazı önerilerimi şöyle sıralayabilirim: 

1. Başkalarının da bizimle aynı kaygılara sahip olduğunu düşünmeliyiz: Böyle düşünmek rahatlatır. Neredeyse herkes vatanını sever, yaşadığı mahalleye uyum sağlama, kaynaşma niyetindedir. Pek az kimse sosyal yalıtılmışlık içinde olmayı arzular. Aidiyet duygusu güçlü bir duygudur. 

2. Yaftalamadan önce birbirimizi anlamaya çalışmalıyız: Herkes aptallığından, art niyetinden, hainliğinden farklı düşünmüyor. Neyi, hangi amaçla yaptığını dinleyeceğiz, soracağız. Anlamadığımız olaya, kişiye yönelik öneri, çözüm getirebilir miyiz? 

3. Çok yönlü bilgilenelim: Tek yönlü bilgi akışı kutuplaşmayı derinleştirir. Hoşumuza gitmese de farklı fikirdeki haber kanallarını, kişileri de dinlemeliyiz. 

4. Kavramları iyi bileceğiz: Örneğin bu araştırmayı yapan Prof. Dr. Emre Erdoğan “benim için tehlikeli olan ırkçı milliyetçilik” dese de “Milliyetçilik bir hastalık zaten” (2) diyerek kutuplaşmanın azalmasına yönelik söylediği önemli önerilere rağmen kavram karmaşasından kurtulamıyor. 

Milliyetçiliği, hastalık, ırkçılık diye anlayan kişi, adında “Milliyetçi” geçiyor diye, her MHP’liyi ırkçı sayar. Ya da tersinden HDP’li siyasetçilerin terörist Öcalan’ı savunan söylemlerini duyan biri HDP’ye oy veren herkesi “bölücü” olarak yaftalar. Halbuki oy vermek o partinin bütün siyasetlerinin anlaşıldığı, onaylandığı anlamına gelmez. 

Milliyetçiliğin tasada ve kıvançta birleşen, ortak vatanda geleceği beraber kurmak arzusunda olmaktır. İnsanidir. Dünyanın başka ülkelerinin vatandaşları, örneğin Çinliler, Araplar, Almanlar, Fransızlar, İtalyanlar milliyetçi değil mi ki biz de olmayalım! 

Demokrasi, adalet gibi kavramları emperyalizmden kopuk anlamayalım. 

5. Mücadelede öncelik sıralaması yapılmalı: Araştırmada da görüleceği üzereişsizlik (%50), fiyat artışları (%47) ve Koronavirüs salgını (%27) ülkenin en önde gelen sorunları olarak görülüyor. Bunla beraber araştırmaya göre görüşülen kişilerin %18’i için Türklük en önemli kimlik. Diğer önemli değer görülen Atatürkçülük, Milliyetçilik, Ülkücülük, muhafazakarlık kavramlarını da birlikte düşünürsek “vatanseverlik” kavramının % 40 olduğu görülür. Türk milleti Türklük’ü önemli kimlik olarak öne çıkarıyor? Çünkü emperyalizm Türk milletini dinsel, mezhepsel, etnik temelde ayrıştırmaya çalıştığı için. Bu sebeple araştırmada Türkiye’ye en büyük tehdit oluşturan ülke olarak ABD gösteriliyor. 

Demek ki milletimizce ithalat değil üretim ve üretimin getireceği istihdam, ucuzluk, emperyalist tehditlere direnme arzulanıyor. Dolayısıyla bu başlıkları mücadelemizin en başına yazarsak, milletimizi de bu yönde harekete geçirebiliriz. Böylece hepimizin kaygısının önemli ölçüde ortak olduğu daha rahat anlatırız. 

Ekonominin darboğazda olduğu iddiası yaygın kanı iken AK Parti gücünü nasıl koruyabiliyor? 

“AK Parti’nin gücünü korumasının sebebi” başlıklı yazımda bunu dile getirdiğim gibi, araştırmaya göre Batı’nın Türkiye’yi bölme çabasında olduğu yönündeki inanç çeşitli parti taraftarlarının ortak görüşüdür. Bundan dolayı da zigzaklarına rağmen AK Parti’nin PKK, FETÖ, Suriye, Azerbaycan, Mavi Vatan, Libya, Karadeniz gibi başlıklarda düne göre daha milli ve direngen olması, milletimiz iktidara desteğini sürdürüyor. 

Araştırma da sadece “tencere” simgeli ekonomik söylemin yeterli olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla “Vatanseverliği ıskalayarak sadece ekonomik çarelerle toplumun önüne çıkan anlayış toplumsal desteği sağlamak için yeterli olmuyor, olmayacak.” demiştim. Milletin önceliği sadece ekonomi değil. Ekonomi ve bölünme iki önemli kaygı. Bu sebeple de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, hukuk, eğitim, laiklik halkın daha sonra önem verdiği konular. Bu kaygılar bağımsızlığı ve bunun bir türevi olan bağımsız, halkçı ekonomi önceliklerini öne çıkararak ve emperyalizme karşı Türk milletini birleştirerek azalacaktır. Unutmayalım ki çam budaktan yarılır. Atatürk, saltanat, kadın, laiklik, vb her meseleye eşit önem vermemiş, vatanın bağımsızlığını, Türk milletinin birliğini esas alarak süreç içinde diğer meseleleri gündeme getirmiştir. Bu tavır, meseleleri unutmak değil, tersine çözüm üretmek üzere esası; yani önceliği belirlemektir. Çünkü hangi konu, diğerlerinin çözümüne daha fazla sağlayacaksa o, öne çıkarılır. 

Çam budaktan yarılır 

Yazı dizimi burada bitirirken özetle kutuplaştırmaya alet olmamak, birbirimizi anlamak için birbirimizi dinler, ekonomi ve bağımsızlık temelinde mücadele önceliği belirlersek, kaygılarımızın da ortak olduğunu halkımıza anlatabilir, kutuplaşmayı azaltabiliriz. 

Sadece milletvekilleri değil hepimiz emperyalizm etkenli ithalata bağımlılığın ekonomiyi de bağımsızlığı zedelediğini görerek milletimizi birbirine kenetlemeliyiz. Çünkü emperyalizm ile Türk milleti arsındaki çelişme diğer zamanlara göre daha arttığı araştırmanın da tehdit algılarıyla ortadadır.

Atatürk’ün “aslolan iç cepheyi birleştirmektir” sözünü hatrımızdan çıkarmamalıyız. 

(1) Mümin Sekman,“Ortadoğululuk Nedir?”,Özgür İfade, 27 Nisan 2020, erişim tarihi 29.01.2021, https://ozgurifade.com.tr/2020/gundem/ortadogululuk-nedir-8565/ 

(2) İpek Özbey,“Prof. Dr. Emre Erdoğan, siyasetçi ve gazetecilere şiddeti değerlendirdi”, Cumhuriyet, 25.01.2021, erişim tarihi 25.01.2021,https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/prof-dr-emre-erdogan-siyasetci-ve-gazetecilere-siddeti-degerlendirdi-1808578 

Önceki ve Sonraki Yazılar