MARMARAY VE "TUNEL-İ BAHRİ"NİN 150 YIL GECİKMİŞ KURDELA HİKAYESİ

(Bu bir 2014 yılı yazısıdır)

Dikkatli okurlarım fark etmiştir; bu yazı eski adıyla “Tunel-i Bahri” yani “İstanbul Boğazı’nın altından geçirilen deniz tüneli” Marmaray hakkındaki üçüncü yazım.

Ama Sayın Başbakan her vesile ile tekrar tekrar gündeme getirince, doğal olarak bizim de her seferinde söyleyeceğimiz yeni sözler geliyor aklımıza.

Geçen gün aday tanıtım toplantısında, iktidarları sırasında yaptıkları yatırımlara değinerek İstanbullulara ve halkımıza bu konuda şunları söyledi kısaca Sayın Başbakan:

-Marmaray 150 yıllık rüyanın gerçekleştirilmesidir.

-Dünyanın en büyük havaalanlarından birini yapıyoruz İstanbul’a

-Üstelik devletin kesesinden beş kuruş çıkmadan, “al sana yap 20 yıl işlet” diyoruz.

-Bunlar ne yaptılar ki?

***

Şimdi hafızaları tazelemek için bir iki bilgi de biz ekleyelim bu konuda:

- Dönem, Sultan Abdülaziz dönemi.

O zamanki takvime göre binikiyüzseksenaltı (şimdiki 1869) yılı “safer” ayının yirmi dokuzuncu günü…

Şöyle buyuruyor padişah:

“Galata’dan Beyoğlu’na yeraltından tünel açılarak bir demiryolu inşasına müsaade edilmesi Fransız tebaasından Mösyö Gavand tarafından istida edilmiş…

Tayin edilen imtiyaz müddeti ile, adı geçen tünelin kazılmasına ve yolun inşasına ait ruhsatı ihtiva eden divan-ı hümayunumdan bu emir çıkıp…”

“Tünel” için yatırımcılar 180.000 altın lira harcıyorlar. Bunun için Osmanlı’nın yani devletin kesesinden bir kuruş bile çıkmıyor.

-Karaköy-Beyoğlu Tünel’i hizmete açıldıktan bir yıl sonra (1876) aynı inşaat mühendisi Mösyö Gavand, bu kez İkinci Abdülhamid’e bir teklif sunuyor:

“Gelin size bir de boğazın altından “Sarayburnu-Üsküdar” arasında bir tünel “Tünel-i Bahri” yapayım” diyor.

Safer ayının hayırsız sayılmasından mıdır nedir, tünel işini kotaran Mösyö Gavand, bir süre sonra işi ele geçiren İngilizler tarafından yönetimden uzaklaştırmış ve tünelin açılış merasimine bile katılamamış.

Tünel-i Bahri, yani Boğazın altından geçecek olan Sarayburnu-Üsküdar arasındaki tünel ise Sultan İkinci Abdülhamid’in bütün gayretlerine karşın gerçekleştirilememiş.

Çünkü 1854 Kırım Savaşı sonrası ağır biçimde borçlanmaya başlayan Osmanlı, bu borçlarla 20 yıl kadar cebelleştikten sonra nihayet 30 Ekim 1875 tarihinde, “Ramazan Kararnamesi” ile maliyenin iflası ilan edilmiş, borçların ifası için de alacaklılara bir plan sunulmuştu.

1876 tarihinden sonra devletin gelirleri borç faizlerini bile karşılayamaz duruma gelmiş ve ödemeler tamamen durmuştur.

-Görüldüğü gibi, şimdiki Karaköy-Beyoğlu Tüneli de, 150 yıl öncesinde Boğaz’ın altından geçirilmek istenen Tünel-i Bahri de Fransız tebaasından Mösyö Garan’ın geliştirip zamanın padişahlarından “ver, yapayım işleteyim” izni istenen projelerdir.

Her iki projede de devletten bir kuruş çıkmayacaktı.

Hoş zaten devletin ne böyle bir proje yapmak gibi niyeti, ne de bütçesinde bu işlere harcayacak tek kuruşu vardı.

***

Peki, bu yatırımları Osmanlı düşünmemiş; kendisinden sadece uzun süreli işletilmesi karşılığı yapım izni istenmişti de; sonunda bunun parası kimden çıkmıştı?

- “Tünel” için yatırımcılar 180.000 altın lira harcıyorlar.

Bu iş için şimdiki gibi devlet kesesinden beş kuruş bile çıkmıyor ama bakın bu paralar ziyadesiyle halktan nasıl çıkıyor:

O dönemlerdeki tünelin ortalama yıllık geliri 50.000 Altın lira olarak kaydediliyor..

Yani kabaca henüz dördüncü yılda, İstanbul halkı yatırımcıya parasını geri ödüyor.

Bu dördüncü yıldan sonra, tünelin bu kez 175.000 lira verilerek Cumhuriyet Hükümeti (CHP) tarafından millileştirildiği 1 Mart 1939’a kadar geçen 60 yılda yaşayan üç nesil İstanbullunun ne ödediğini hesaplamayı da gelin meraklılarına bırakalım.

Demek ki bu yatırımlar, Osmanlı ve ardından da Cumhuriyet dönemi İstanbullularının ödeyeceği geçiş ücretleri hesabına binaen yapılmıştı ve o bedeli ödeyecek olanlar da yine İstanbullulardı.

-Soralım şimdi: Osmanlı’nın İstanbul’unda yaşayanlar, Tunel-i Bahri işinin yatırım maliyeti ve beklenen kazancı kadar parayı biletleriyle ödeyebilecek müşteriler kabul edilebilseydi; Mösyö Garand ve arkasındaki Galata Bankerleri bu işin kazançlı olabileceğine inanabilselerdi ve buna II Abdülhamit de evet dediğine göre, burada kimin rüyası daha 150 yıl önce gerçekleşecek, bu yatırım kimin on yıllarca ödeyeceği bilet paraları hesabına binaen yapılmış, kimin tatlı rüyası gerçekleşmiş olacaktı?

Mösyö Garan ve Bankerlerin mi yoksa II Abdülhamit’in mi?

***

Buradan anlaşılmaktadır ki, geçmişteki bu iki proje de, şimdi Sayın Başbakan’ın söylediği Marmaray Tüneli ve 3. Havaalanı projesi de, -aynen söylendiği gibi- Hükümetin bütçesinden beş kuruş çıkmadan yapılan özel sektör yatırımlarıdır.

Sayın Başbakan da zaten söylemiyor mu?

“-Al sana, yap 20 yıl işlet diyoruz”

Yani deniyor ki;

“Ey özel sektör, eğer burayı yapıp para kazanabileceğini düşünüyorsan al sana izin, gel şu yatırımı yap, 20 yılda da halkımız sana bunu beklediğin kazancınla birlikte geri ödesin.”

***

Şimdi oturup düşünelim:

Bu yatırımı yapan kimdir?

-Yerli ve yabancı özel sektör

-Onlar yapınca bedelini kim ödeyecek?

-Tünelden şu kadar dolar karşılığı geçecek İstanbullular ile bu hava alanını kullanacak şu kadar insan.

-20 yıl “makul” bir süre mi? Sağlıklı bir tahmine dayanıyor mu? 15 yıl olabilir miydi örneğin?

-Peki şu kadar yıllığına işletenlerin halka uygulayacağı şu kadar dolar karşılığı TL tarifesine önümüzdeki on yılların hükümetleri ileride bir şey diyebilecekler mi? Dolar üzerinden hesaplanan tarife (Hasılat) halka fazla gelirse, dolar patlarsa bu iş Deli Dumrul’un köprü projesine dönmeyecek mi?

-…!

***

Bakın işte işin tek kritik noktası, tam da burasıdır.

Eğer Hükümet “Al sana, yap 20 yıl işlet” derken bu süre içinde halkın cebinden çıkacak paraları, ilerideki başka hükümetlerin içine düşebileceği sıkıntıları hesabedip “20 yıl işlet” derken yani halkın cebinden çıkacak parayı vaad ederken çılgınlık falan değil değil de titiz bir çalışmayla ve düzgün yapmışsa onun bütün “hizmeti” buradadır; öğünecekse pekala bununla öğünebilir.

Örneğin Karaköy Tüneli izni Padişah ve çevresine ne kadar hoş gelmiş bilemeyiz ama, İstanbulluya bu açıdan çok tuzluya mal olmuş ve o fakir Cumhuriyet hükümeti (CHP) 1939 yılında bütçesinden 175.000 lira ayırıp Osmanlı’nın yanlışını düzeltmek zorunda kalmıştır.

Tünel-i Bahri projesi de o tarihlerde gerçekleşseydi, belki İstanbulluları onun elinden kurtarabilmek de yine izni veren Osmanlı’nın değil, Cumhuriyet hükümetlerinin bütçelerinden ayrılan paralarla mümkün olabilecekti.

Osmanlı’nın dış borca battığı, devletin dağılmakta olduğu o dönemlerde “yap” diyen Osmanlı padişahları ve vüzeranın (bakanlarının) bankerlere karşı pek fazla pazarlık gücünün olmadığı tarihi bir gerçek olduğuna göre;

Geriye dönüp o günleri ve bu projeleri hatırlarken, o zamanki “rüya” acaba “iyi bir rüya” mıydı yoksa muhtemel bir “karabasan” mı? diye düşünmek hakkımız değil mi?

Önce bunu düşünelim, sonra bu günün koşullarını sonra da şimdiki bu büyük projeleri ve katkıda bulunanların “icraat”larını değerlendirelim…

Önceki ve Sonraki Yazılar