Aşk Yazarı Mustafa Çifci

Aşk Yazarı Mustafa Çifci

MASKELİ YÜZLER

Elleri düşerken ellerimden, gözlerini gözlerime dikip şöyle demişti:

"Sakın hüzün verme sevgili. Sakın acı verme, yapma.

Sakın kırılmasın içimizdeki bu sevgi büyüsü. Adın Hüzün Olmasın."

"Los Angels'in en iyi barlarından birinde piyanistlik yapıyordum. Masalarımız her akşam doluydu. Bazen içeriye almadığımız müşterilerimiz bile oluyordu. Ben piyanomun tuşlarına bastıkça insanlar kendilerinden geçiyor, şarap ve viski fıçılar dolusu içiliyordu. Tabi bende iyi para kazanıyordum. Bu arada küçük bir kilisede de dini ayinlerde müzik aletleri çalıyordum. Her hafta içi ve Cumartesi günleri barda çalışıyor, her Pazar günü de kiliseye gidip dini ayinlere katılıyordum. Bu işlerime devam ederken ilginç bir nokta dikkatimi çekti: bazı zengin beyler, hafta içi masalarda güzel bayanlarla gönül eğlendirip şişenin dibini buluyorlardı. Ancak, Pazar günleri de kilisede en ön sıraları hiç kimseye kaptırmazlardı. Eşleri ve çocuklarıyla gelip günah çıkarmak için papaz efendiye yalvarırlardı. Ben işte o zaman insanların ikiyüzlülüğünü gördüm. Çok sevdiğim mesleğim piyanistlikten ayrıldım ve satanist inancı kurdum. Artık hiç bir insana güvenmiyorum. Bir de şeytanın insanların gerisinde kaldığını fark ettim. Böyle diyor satanizmin kurucusu La Vey.(*1)*"

Neden acaba insanların bu ikiyüzlü oluşu?

Neden insanlar olduğu gibi olamıyor?

Bu hayatın sanırım birçok şeyi eksik ve yarım.

Hayatın bu yarım ve kötü yanlarını yine bizler ortaya çıkarmıyor muyuz?

İşler bir ters gitmeye görsün peş peşe gelir olumsuz ve kötü olaylar.

İnsanı bunaltıp yıpratan buhranların ardı arkası kesilmez uzun bir süre.

Toplum olarak bunu iyi bildiğimizden midir nedir, hepimiz sanki acılar kaderimizmiş gibi, mutsuz anlarımızı bir yük gibi sırtımızda taşırız.

Bir türlü kötü yaşam koşullarından kurtulup dört dörtlük güzel bir hayata eremediğimiz içinde düşünce ve duygularımızı paylaşmaktan çekinip,  tek başına acılarımızla baş başa kalır, çaresiz anlarımızda kendimizce acıların içinden umudun yolculuklarına giden yolları ararız.

Ne dersiniz, neden hep kötüdür insanın yaşamı?

Neden hep bencil ve kötü insanlar da vardır?

Neden kıskançtırlar?

Yoksa yalan olduğumuz için mi?

İçimiz ve dışımızın bir olmadığı için mi?

Ne dersiniz?

Ne zaman biter sıkıntı ve dertlerimiz?

Adam olmak için daha kaç fırın ekmek yememiz gerekiyor, belli değil.

Ama umut var, olmalı da....

İnsanlar her gün biraz daha gelişip değişecekler elbet...

Bir sabah güneşin doğuşunu gördüklerinde ya da batan güneşin kızıllığında o güne kadar görmedikleri bir pırıltının varlığına varıp, bunca geçen zamanda bunu neden fark etmediklerini, edemediklerini düşünüp, koşar adım koşacaklardır her gün o pırıltıya.

Ya da bir bahar yağmurunda sırılsıklam ıslandıklarında anlayacaklar hayatın paha biçilemeyecek kadar güzel olduğunu...

Kırmızı güller toplamak isteyeceklerdir her gün gül bahçelerinden kucak dolusu...

Sarhoş olana kadar içki içecekler ama o kafayla araç kullanmayacak kadar bilinçli olacaklar elbet bir gün...

Kim bilir...

Bunun için önce insanın kendisini tanıması gerek.

Ve insanları sevmesi gerek.

En çok kiminle mutlu olabiliyorsa, kendisine mutluluk verenlerin kıymetini de bilmesi gerek.

En çok kimlerle gülebiliyorsa, en çok kimlerle sohbetin tadına varabiliyorsa o dostlarını devamlı aramalı.

Hiç bir işi olmasa bile, sadece bir merhaba demek için, sadece sesini duymak için telefon açmalı, bunu hep yapmalı.

Kısada olsa, zamanları olmasa bile sık sık bir araya gelmeli...

Ancak böyle yapabilirsek bir anlam katabiliriz hayatımıza.

Çünkü bizi tamamlayan dostlarımızdan başka kimlerle güzelleşir ki dünya?

İnsan yaşamı sevmeli...

Yaşadığının anlamını vermeli, verebilmeli....  

Ve tüm insanların genel anlamda iyi olduklarını, her insanın mutlaka o güne kadar görmediği bir iyi yanının var olduğunu, olabileceğini kabul etmesi gerek...

Ve en önemlisi de insanların değişiminin çok zor,  hatta oturmuş bir şeyin değişmesinin imkânsıza yakın olduğunu kabul etmesi gerek.

Bu yüzden önce kendini değiştirmeyi düşünmek....

Biraz olsun kendi kendine dost olması gerek.

Neyi istediğini, neden istediğini, hayatının anlamının ne olduğunu bilmesi gerek.

İçinde bulunduğu ortamda ne olmak istediğini, ne olduğunu bilmesi gerek.

Kendisinin olacağı, sadece kendisinin yaratabildiği bir başarısı mesela..

Bir şiir, bir  tablo gibi..

Birde candan bir dost bulması gerek.

Her şeyini paylaşabileceği, canım diyebileceği bir dost..

Bilmeli ki yarın sabah olduğunda onu arayacak birileri var bu şehirde, bir sevdiği var...

Belki de o zaman kalabalık alanlardaki yalnızlığımız biraz olsun azalır değil mi?..

Kim bilir.

Ama gelecek güzel yaşamlar için bir şeyler yapmak gerek, geç bile kalındı...

İnsanın vicdanı ile akıl barışık olması gerek.

Yoksa daha yüzyıllar böyle devam edecektir kırık yaşamlar.

Ve bitmeyecektir ağacın baltaya sitem etmesi. 

Çünkü sapı kendindendir...

Not: 1[(*1) Önemli not: Bu bölüm bana internet aracılığıyla ulaştı. Yazarının ve çevirinin kime ait olduğunu bilmediğim için özür dileyerek yazamıyorum.]

Not: 2- 2000 Yılında yazılan bir yazı.

Önceki ve Sonraki Yazılar