MIZIKA ÇALINDI, DÜĞÜN MÜ SANDIN?

1944 yılında Halide Nusret Zorlutuna duygularını dizelere şöyle dökmüş:

Bingöl yaylasında bin renktir bahar,

O güzel adına kurban yaylalar!

Bir yudum suyunda bin bir şifa var,

Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,

"Yaylalar içinde Erzurum yayla"

 

Gülüne başka gül uyar mı ola?

Türküsünü Tanrım duyar mı ola?

Düşümde gördüğüm bu yar mı ola?

Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,

"Yaylalar içinde Erzurum yayla"

 

Damarında akan Türkün kanıdır.

Göğsünü kabartan Türkün şanıdır;

Yayla Türkün canı, öz vatanıdır,

Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla,

"Yaylalar içinde Erzurum yayla"

 

Bugün dadaşlar diyarı Erzurum’dan bir türkü sevdalısını anlatacağım. Onlarca Erzurum türküsüne kaynak kişi olmuş Faruk Kaleli’den söz ederken, onun armağan bıraktığı türkülerden bazılarını da sözlerimin arasına sıkıştıracağım. Elime geçen bir fotoğrafı da yazıma ekledim. Sanırım 2010 yılı kasım ayında TRT İstanbul Radyosunda Faruk Kaleli’yi anlattığımız bir program bitiminde çekilmişti. Konuğumuz Dadaş Kızı Aysun Gültekin’di.

Faruk Kaleli’nin soy adını hatırlatan bir türkü var. Ondan dermenmiş:

“Kale kaleye karşı

Kalenin dibi çarşı

Sen zülüf gölgesinde

Ben yandım güne karşı”

 

Faruk Kaleli, 1896 yılında Erzurum'un Hasankale, günümüzdeki adıyla Pasinler ilçesinde doğdu. Babası Abdurrahman Efendi Hasankale’nin köklü ailelerindendi. Din hocasıydı. Oğullarını küçük yaşta Erzurum’a getirmiş, Hafızlık eğitimi görmelerini sağlamıştı. İki kardeş seslerinin güzelliği ile dikkati çekmişti. Kısa sürede Hafız Faruk Kaleli ve kardeşi Hafız Ali Kaleli’nin ünü Erzurum’da yayılmıştı. Faruk Kaleli hafızlığının yanında musikiyle de ilgilenmeye başlamıştı. Yöre türkülerini çok iyi öğrenmişti. Erzurum'da kurulan ilk musiki cemiyetlerinin öncülerinden biri olmuştu. O günlerden kalan ve kaynak kişisi olduğu bir türkü “

“Merekte sarı saman / Gel dolaşak bir zaman” sözleri ile başlıyordu.

Yaşlı Erzurumluların anlattıklarına göre, Faruk Kaleli'nin içli, duru, yumuşak, dokunaklı ve pürüzsüz bir sesi vardı. Söylediği türküler insan ruhunun derinliklerine işleyen izler bırakırdı. Kendisini dinlemiş olanların kulağından hiçbir zaman silinmezdi. Faruk Kaleli, araştırmacılığı, derleyiciliği, türkü okuyuculuğu ve gem vuramadığı musiki aşkıyla ömrünü türkülere adamıştı. Kıyıda köşede kalmış pek çok türküyü gün yüzüne çıkarmış, işlemiş, onlara can suyu vermişti. İşte o türkülerden biri şöyleydi:

“Çelik pazarında ufacık taşlar

El ele tutmuş gidiyor dadaşlar

Yaralarım ağır gelir gardaşlar”

Ahmet Hamdi Tanpınar, Erzurum’a ilişkin yazısında şöyle diyor:

"Erzurum'da öteden beri devam eden bu iki başlı musiki geleneğinin son varisi şimdi erken ölümüne o kadar yandığımız Faruk Kaleli idi. Bu süzme insan o kadar bu musiki ile hemhâl yaşamıştı ki, halim yüzü Hüseynîden kanatlanmış bir nağmeye benzerdi. Şimdi, ara sıra radyoda onun repertuarında bir türküye tesadüf ettiğim zaman 1924 yazında bu havaları dinlediğim günleri büsbütün başka bir hasretle hatırlıyorum. Yine onun söyledikleri arasında Bursalı İsmail Hakkı'nın bir Celvetî nefesi vardı ki, hem güftesi, hem bestesi unutulmaması lâzım gelen eserler arasındadır."

Erzurum Radyosu’nun değerli yapımcılarından araştırmacı yazar ve şair İsmail Bingöl, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan aktardığımız cümlelere ilişkin şöyle yazmış: :

“Tanpınar, Erzurum türkülerinin unutulmaz icracısı ve derleyicisi olan Kaleli Hâfız'ın erken ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getirdiği bu satırlarla bir bakıma da onu ölümsüzleştiriyor.”

Muzaffer Sarısözen’in Faruk Kaleli’den derlediği bir türkü ver hatırlayıverdim:

“Su gelir ark uyanır

Dağlar yeşil boyanır

Sen orada ben burada

Buna can mı dayanır”

Türk halk müziğimizde “tatyan” olarak nitelenen bir tür Erzurum’da vücut bulmuş. Faruk Kaleli, tatyanlar üzerinde de çalışmış. Örneğin “ Bende mecnundan füzûn aşıklık istidadı var” sözleri ile başlayan Fuzuli’nin gazeli, Erzurum’da tatyan olmuş. Bunu Faruk Kaleli’den öğreniyoruz. Öte yandan Faruk Kaleli Erzurum uzun havalarını da geçmişten günümüze taşımış. Bildiğiniz gibi uzun havalar Anadolu'nun değişik bölgelerinde bozlak, türkmani, maya, hoyrat, divan, ağıt gibi adlarla anılıyor. Her birinin kendine özgü özellikleri var. Kaynak kişilik ettiği bir mayayı hemşerisi Aysun Gültekin’den birçok kez dinlemiştim:

“Yaz gelende çıkam yayla senin başına,

Kurban olam toprağına taşına.

Zalım felek ağu kattı aşıma,

Ağam nerden aşar yolu yaylanın?”

Bu gün TRT Repertuvarında yer alan Erzurum türkülerinin büyük bir bölümü Faruk Kaleli'nin emek ve çabaları sonucu bir araya geldi. Repertuarımıza kazandırdığı onlarca türkü ülkemizin dört bir yanında sevilerek çalınmakta, söylenmekte ve dinlenmekte… İşte onlardan birinin öyküsünü özetliyorum: Başta Azerbeycan’da varyantları var ama bu Erzurum anlatısı:

“Sarı Gelin,” geçmiş yüzyıllarda Çoruh ırmağı boyunda yaşayan Hıristiyan Kıpçak beyinin kızıdır. Erzurumlu bir dadaş Kıpçak beyinin kızına âşık olur. Dadaş’ın ailesi, karşı çıkar. Öte yandan Kıpçak beyi de kızını bir İslam’a vermek istemez. Sevdasını türkülerle dile getiren gencin sarışın güzel Kıpçak kızını kaçırmaktan başka çeresi kalmamıştır. Kıpçak beyinin adamları iki kaçağın peşine düşer ve uzun bir takipten sonra bulurlar. Dadaş’ı öldürürler. O günden beri halkımız arasında bu türkü ve hikâye dilden dile dolaşır.

“Erzurum çarşı pazar

İçinde bir kız gezer

Elinde divit kalem

Katlime ferman yazar”

 

TRT'nin İstanbul radyosunda bir çok programda birlikte olduğum kardeş sanatçılardan biri yukarıda sözünü ettiğim Aysun Gültekin’di. Türküleri doğru yorumlayan kendine özgü edası sesinin de-rinliği ile kendine hayran bırakan Türkiye'nin son 50 yılda yetiştirdiği en iyi kadın Türk halk müziği icracılarındandı. Özgün sesi ve yorumunun yanında ağır edalı bir duruşu vardı hep. Sesi gırtlaktan değil de yürekten çıkardı. O ses gelip yüreğine çarpardı insanın. Aysun Gültekin’in etkilendiği ustalardan biri Faruk Kaleli olmuştu.

Kaleli’nin TRT repertuarında olan bir türküsü de: “Taşa çaldım namusumu arımı / Kim ağlattı kömür gözlü yârimi” sözleri ile başlıyordu. Erzurum barlarında kadın ve erkek oyunları farklıdır. Erkekler bir araya gelip kendilerine özgü bar tutar; kadınlar da birliktelik oluşturup kadınlara özgü bar tutarlar. Erzurum barlarını en güzel ve en doğru biçimiyle çalıp söyleyenler arasında Seyfettin Sığmaz ve Haydar Telhüner gibi sanatçılar vardı. Öte yandan Erzurum Halkevi’nde Türkü grubunu Hafız Faruk Kaleli çalıştırırdı. Kaleli, yörenin türküleriyle dolu bir kişiydi. Onun izinden giden sanatçılardın biri Hulusi Seven’di. O da birçok Erzurum Türküsünü repertuvarımıza kazandırmıştı.

Yine Faruk Kaleli’den Muzaffer Sarısözen’in derlediği türküyü hatırlatayım: “Akça ferikler ince ferikler…”

Yemen Arap yarımadasının güneybatısında yer almakta. Mutlu anlamına gelen bir sıfatla nitelendirilir. Ama Türk halkı için mutluluktan çok hüznü çağrıştırır. Çünkü, Türk kültüründe Yemen türkülerinin ayrı yeri var. Yemen türküleri acı ve gözyaşı dolu yüreğin derinliklerinden kopup gelen, duyulduğunda insanın tüylerini diken diken eden acı feryattır. Yemene giden askerlerin çoğu geri gelmemiş. Zihinlerde hep gidenin geri gelmeyeceği mekân olarak yer almakta. Yemen toprakları yüz binlerce şehide mezar oldu. Anadolu'nun bağrını devamlı olarak dağladı; yakılan içli türkülerin dul gelinler, sıska öksüzler ağzından hicranla karışık dökülüşleri kalplerde acı bir tortu ve gözlerde ebedî gözyaşı bıraktı. Erzurum halkının duygularını yansıttığı türküyü Faruk Kaleli, repertuarımıza kazandırdı:

“Mızıka çalındı, düğün mü sandın

Al yeşil bayrağı gelin mi sandın

Yemen'e gideni gelir mi sandın

Tez gel ağam tez gel dayanamirem

Uyku gaflet basmış uyanamirem

Ağam öldüğüne inanamirem”

Faruk Kaleli’den alınan türküler arasında turna motifli türküler de bulunuyor. Yöreye ait sıra barlarından dördüncüsü “Turna Barı” adını taşıyor. Erzurum’da türkülerinde turnalarla dertleşi-lir, söyleşilir. Ana temayı ayrılık ve aşk acısı oluşturuyor. Her bir türkünün ayrı bir öyküsü ve bu öyküye bağlı anlam derinliği bulunuyor. Faruk Kaleli’den alınan aşağıya aldığım türkünün başka illerde söylenen varyantları da bulunuyor:

“Kalkın durnam kalkın Van'dan sökülün Erciş'in gölüne dolun dökülün…”

Faruk Kaleli, 22 Kasım 1947 cumartesi günü aramızdan ayrıldı. Öğrencilerinden Nedim Kemal Duru arkasından şunları yazmıştı:

Teselli kâr etmez, avunmaz gönül;

Başımı taşlara çalsam ne çıkar?

Cezaya lâyıktır savunmaz gönül,

Suçumu boynuma alsam ne çıkar?

 

Bilmedik kadrini sağ iken eyvâh!

Bulmadı menhus dert bir türlü felâh,

Ölümmüş meğerse beklenen selâh,

Hasretin oduna dalsam ne çıkar?..

 

Ey benim nur yüzlü gül sesli hocam,

Yurduna hizmette hevesli hocam,

Sen yetim bıraktın bir nesli hocam,

Gönlümü dağlara salsam ne çıkar?..

 

Belki de kurtulman mümkündü heyhât!

Sana çok gadretti bu zâlim hayat;

Dilerim Tanrı'dan nur içinde yat, A

cımla baş başa kalsam ne çıkar?..

Faruk Kaleli, yeri kolay kolay doldurulamaz bir sanatçıydı. Bıraktığı eserleriyle yaşamını devam ettiriyor. Saygıyla anıyoruz. Ruhu şad olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar