MUSTAFA NECATİ VE BUGÜNÜN ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ

1 Ocak 1929’da kaybettiğimiz ve devrimimizin azimli, üretken bakanı Mustafa Necati, İstiklâl Mahkemeleri, Mübadele ve İmar-İskân ile Adalet bakanlığı görevlerinin yanı sıra Milli Eğitim Bakanlığı da yapmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı sırasında Necati, eğitimde başarının ilkokulları yaygınlaştırmak için kendine 10 yılda okulsuz köy bırakmamak üzere her yıl 3 bin kişi, 10 yılda 30 bin öğretmen yetiştirmeyi hedeflemişti. Okullaşmaya verdiği önemden dolayı Gazi Eğitim Enstitüsü için arsa ve bina vermeyen Maliye Bakanı ile tartışmaktan çekinmemiş ve “Eğer ben okul açamaz ve bunu yetiştiremezsem namuslu bir adam olarak çekip gitmem lazım, sen de buna para bulamıyorsan, çekip gitmelisin” demiştir. [1] 

İzmir’de öğretmenlik yapan Mustafa Necati, 1924 yılında Muallimler Birliği Başkanı olmuş, bakanlığı, başkanlıkla birlikte yürütmüştür. Atatürk’e hayatta en büyük emelinin, muallim mekteplerinde tarih okutmak olduğunu söylemiştir. [2]

Öğretmenliği bu derece seven Necati, öğretmenlere, öğretmenlik mesleğine verdiği değeri uygulamada da göstermiştir. Cumhuriyet Bayramı balolarında öğretmenlerin de temsil edilmesini sağlamıştır. Öğretmenlerle çekişen valileri görevden aldırıyordu. Bu sebeple devlet yöneticilerinin öğretmenlere saygısı onun bakanlığı döneminde artmıştır. [3] Atatürk’ün “Ne evlattı O!” dediği Necati, ölüm döşeğinde bile millet mekteplerini sayıklamıştır. [4] 

Bugünün öğretmenliği itibarsızlaşıyor

Mustafa Necati öğretmenlerin saygınlığının artması, öğretmenlik mesleğinin gelişmesi için kısıtlı olanaklarla bunları yaparken bugün ne durumdayız?

Okullarımızı ziyaret ettiğimizde öğretmenlerimizi dinliyoruz. Toplumun ve devletin kendisinden beklentisi fazla olan öğretmen, mesleğini yapmaktan memnun değil. Mesleğini seviyor ama alternatifleri de düşünüyor. Her şeyden önce hayat pahalılığı herkes gibi kendini de etkiliyor. “Ucuz” ve “kaliteli” diye gittiği hak pazarının, en ucuz market fiyatından pahalı, hatta ürünün kalitesinin düşük olduğunu görüyor. Kiracısı olduğu evden çıktığında iki katına ev kiralayacağı aklına geldiğinde, bu düşüncesini aklından uzaklaştırıyor ve aynı evde kiracı kalmaya devam ediyor. Dahası salgının etkisiyle tembelliğe alışmış, okul davranış kurallarından uzaklaşmış öğrenciye ders anlatmakta zorlanıyor. Esas işi okulda disiplini ve öğrencilerin güvenliğini sağlamak olmuş. Kendisinden kişiliğini hiçe sayarcasına öğrencilere hoşgörü göstermesi bekleniyor. Derslere pek girmediği için öğrenciyi sadece koridorda gören idareciler de öğretmenleri bu hususta zorluyor. Öğretmen anlayışsız velilerle de uğraşıyor. Veli şikayet ediyor ama şikayetinin haksızlığı ortaya çıktığında, kendisine “ayıp ettiniz” bile denemiyor, şikayeti yanına kâr kalıyor. Öğretmen, etkinliğe milli eğitim müdür ve şube müdürleri, belediye başkanı, kaymakam gibi yerel yöneticiler de katılacak diye, okulunu en iyi şekilde temsil etmek için haftalarca hazırlanıyor ama en ufak eksik, hatada soruşturma geçirebiliyor. Böyle durumlarla karşılaşan öğretmenin moralini, mesleğine düne göre olan sevgisini, bağlılığını düşünün!

Özetle öğretmen, itibarının meslek mensupları, bakanlık tarafından bile korunmadığını/korunamadığını düşünüyor.

Kadrolu, sözleşmeli, ücretli, uzman, başöğretmen ayrımı

Öğretmeni itibarsızlaştıran, güvenceli işte çalışmaktan mahrum kılan bir başka husus da öğretmenliğin kadrolu, sözleşmeli ve ücretli diye ayrılması. Sözleşmeli öğretmenlerin kadro güvencesi kesin olmadığından ve ücretli öğretmenlerin ise zaten belli dönemler için çalıştırıldıklarından, haklarını savunması, kadrolu öğretmenlerle dayanışma gösterebilmesi kolay olmuyor. Sözleşmeli öğretmen, idareci ve yetkili sendikanın korkusuyla gönlündeki sendikaya üye olamıyor, hatta kendini daha güvende hissedeceği için yetkili sendikaya üye oluyor.

Ücretli öğretmenlerin sendikaya üye olma hakları yok bile. Dahası asgari ücretli 4250 TL alırken (elbette daha fazla almalılar), üniversite mezunu bu öğretmenler 2200 TL’ye çalışıyorlar. Bu yüzden okul ziyaretlerimizde genelde konuşmalara katılmayıp sessizce dinleyerek “ayrı dünyaların insanlarıyız” mesajı verirler. Siz onları duyarsız, apolitik sanırsınız ama güvenceli işte çalışamamanın getirdiği bir durumdur bu. Şimdilerde tersi oluyor ve ücretli öğretmenlerimiz seslerini yükseltiyorlar. Çünkü bıçak kemiğe dayandı. Güvencesizlik bir yana sefalet bile denemeyecek ücrete mahkum edilmeleri, mülakat sistemiyle atama, vb korku eşiğini aşmalarını sağlıyor. Markette çalışsa en az asgari ücret alacağını biliyorlar. Zaten kimisi ikinci dönem başka işte çalışacaklarını söylüyorlar. Kimisinin meselesi para da değil. Daha iyi ücret aldığı işten vazgeçip kadrolu olarak atanana kadar tecrübe kazanmak için çalışıyormuş. Mesleğini seven bir öğretmenin mesleğinde yetkinleşmesi çabası takdire şayan değil mi?

Bir okulda öğretmenlere karşı konuşmalarımızı dinleyen ücretli bir öğretmenimiz, teneffüs bitip öğretmenler sınıflarına gidince içini döktü. O konuştukça sanki onun o durumuna biz neden olmuşuz gibi utandık, kahrolduk, yüzüne bakmakta zorlandık. Öyle hınç biriktirmiş ki, gözleri dolu dolu olmuştu. Bir başka okulda kadrolulardan çok üç ücretli öğretmen feveran etti. KPSS’de Biyoloji birincisinin mülakat notuna düşük puan verilerek elenmesinin kendilerinde tedirginliğe yol açtığını söylediler. “Birinci bile atanamıyorsa biz nasıl atanalım!” diye içlerini döktüler. Haksızlar mı?

Kadrolu öğretmen olmak istiyorsunuz ve önünüzde nesnel ölçütü olmayan mülakat denen bir aşama var. Bu ortamda tedirgin olmadan sınavlarınıza çalışabilir misiniz?

Kadrolu, sözleşmeli, ücretli ayrımına son verilmeli, bütün öğretmenler kadrolu olarak mesleğine başlatılmalıdır. Öğretmen huzur içinde derse girebilmesi, kendisini itibarlı görebilmesi, hakkını arayabilmesi için bu şart. Dahası kadrolu öğretmenler içinde görev tanımı yapılmamış uzman, başöğretmen ayrımından vazgeçilmelidir. Öğretmenlik meslek kanun taslağında uzman, başöğretmenin görev tanımı yoktur. Dolayısıyla aynı işi yapacak öğretmenler arasında ayrıma gitmek, maaş artışından başka anlam ifade etmemektedir. O halde böylesi ünvanlar yerine kıdem yılı esasına göre ücret artışı getirilebilir.

MUSTAFA SOLAK 

[1] Mustafa Necati Anma Toplantısı, Yay. Haz:A. Ferhan Oğuzkan, Türk Eğitim Derneği Yayınları, Ankara, 1995, s.38.

[2] Age, s.25.

[3] Mahmut Adem, “Mustafa Necati’nin Eğitimdeki Devrimciliği”, Mustafa Necati ve Cumhuriyet Eğitimi Devrimi, İzmir, 2009, s.48-49. 

[4] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2012,s.513. 

Önceki ve Sonraki Yazılar