ÖNCE İNSAN

'A. Kadir' adıyla tanınan şair İbrahim Abdülkadir Meriçboyu, 1985'te 68 yaşındayken İstanbul'da hayata veda etti. 1917'de İstanbul'da doğdu. İlk şiirleri 1930'da 'Ali Karasu' imzasıyla yayımlandı. Başlangıçta Faruk Nafiz Çamlıbel ile Necip Fazıl etkisinde şiirler yazdı. Ankara Cezaevi'nde Nazım Hikmet'le kalınca şiir ve dünya görüşünde önemli değişikler oldu.

Size A.Kadir'den bir örnek aktarayım:

İnsan

İnsan kuş kanadında gelen yazı.

İnsan arı su, insan ak süt.

İnsan yemyeşil uzanan bahçe.

İnsan kum, insan çakıl taşı.

İnsan yiğit, insan dost, insan sevdalı.

İnsan kancık, insan ödlek, insan hergele.

İnsan kocaman, dağ gibi.

İnsan parmak kadar, küçücük.

İnsan alın teri, insan lokma, insan kan.

İnsan solucan, insan sülük.

İnsan kuş kanadında gelen yazı.

İnsan gül fidanında yanan konca.

İnsan umutların kapısı.

İnsan haklarının temelini 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile 04 Kasım 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi oluşturuyor. Türkiye tarafından 1954'te onaylandı. İç mevzuatımızın bir parçasını oluşturdu. Ama ne yazık ki İnsan hakları konusunda ülkemizin karnesinin çok zayıf olduğu ve sürekli sınıfta kaldığını söyleyebiliriz.

73 yıl önce bir beyanname ile kabul edilen insan haklarının özü neydi? Bütün insanların hiçbir ayrım gözetmeksizin yalnızca insan oluşlarından dolayı eşit, özgür ve onurlu yaşama hakkına sahip olmasıydı. Herkes, cinsiyet, ırk, renk, din, dil, yaş, tabiiyet, düşünce farkı, ulusal veya toplumsal köken, zenginlik gibi fark olmaksızın kanun karşısında eşittir.

Özgür bir şekilde düşüncelerini açıklamak, istediği yere gitmek, yerleşmek, diğer insanlarla ve makamlarıyla olan ilişkilerinde insanca ve hakça muamele görmek, insanların günlük yaşamında farkına varmadan yararlandığı haklardan bazıları olacaktı.

Can ve mal güvenliği, din ve vicdan özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü ve siyasi haklar gibi geleneksel hak ve özgürlükler, çalışma hakkı, adil ve eşit ücret, insan haysiyetine yaraşır bir yaşam düzeyine kavuşma hakkı ve sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı gibi bir takım ekonomik ve sosyal haklar da sıralanıyordu.

Oysa bütün bunların hepsi yüzyıllar ötesinde Anadolu’da Türk İslam felsefesi, gelenekler, görenekleri, şiiri, musikisi içinde vardı.

İnsanlar, özündeki sevgiye, barışa, huzura, güven ve kardeşliğe hasret duymakta. Çünkü temiz vicdanlar her zaman iyinin ve güzelin tutkunu…

İşte, her ne kadar tarihî belgeler açısından kesin olmasa da, dünden bugüne Mevlânâ’ya izafe edilen meşhur dörtlük evrensel bir mesaj niteliğinde:

“Gel, gel, her ne olursan ol, gel!

İnançsız da, putperest de olsan, gel!

Burası umutsuzluk dergâhı değil,

Yüz kere bozsan da tövbeni, yine gel!”

“Her ne olursan ol, yine gel!” diyerek hoşgörü ve sevginin zirvesinden, bütün insanlara seslenen, onlara doğru yolu gösteren bilgeler bilgesidir Mevlâna Celâlettin Rumî...

Böylece bütün insanlık, dini, rengi, dili ne olursa olsun Mevlânâ’nın çağırdığı bu ‘dergâha davetli. Yaşama sevinçlerini kaybedenler, hayata küsenler, tövbesini bozanlar bu ‘dergâh’ta yeni ümitlere ulaşabilirler.

Mevlânâ, “A yoksul! Hiçbir insanı hor görme!” diyerek bütün insanları kucaklamak ister. Bunu yaparken çıkış noktası, hepsinin aynı Allah’ın kulu olmaları…

Mevlâna…

Yüzyıllar ötesinden, insanlık yolunu aydınlatan nur!

Mevlâna…

Sınırlarımızı aşarak, doğudan batıya, kuzeyden güneye bütün bilim dünyasını kaplayan ışık… İlâhi aşk dalgası sönmeyen köpüklerinde her devrin aşıklarının gönüllerini yıkayan arıtan..

Mevlâna…

O sonsuza kadar var olacak nur çağlayanı.. Dünya durdukça, insanlığın gönlünde akmaya devam edecek.

Umut, inanç ve aşk ahengiyle ve bütün yüceliğiyle akacak... Akacak...

Mevlâna..

Dünya ve ahret bahtiyarı koca Mevlâna... Zaman silindirinin hiçbir zaman tırmanmadığı bir ulu doruk.

Mevlânâ, eserlerinde insanın erdemlerinden söz eder. İnsan ancak kendisindeki bu cevheri keşfettiği zaman insan olma niteliğine ulaşır:

“Canının içinde bir can var, o canı ara! / Dağının içinde bir hazine var, o hazineyi ara! / A yürüyüp giden sûfî, gücün yeterse ara; / Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara!”

Alevi inancına göre insan ve diğer yaratıklar Tanrının birer parçasıdırlar. Bu inanış sadece “can” için geçerlidir. Yani; “Haktan geldik, Hakka gideceğiz” inancı “can” ya da bazen “ruh” için söylenir. Vücut için ise “Topraktan geldik, toprağa döneceğiz” denir. Yarınki yazımda 13. Yüzyıldan günümüze doğru sevgi, hoşgörü ve insan ikliminde dolaşacağız.

Önceki ve Sonraki Yazılar