Abdullah Gürgün

Abdullah Gürgün

OR[M]AN’IN ORMANLARI ESİN KAYNAĞI -1

Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim”
Fatih Sultan Mehmet

30 Ekim günü Ankara Cumhuriyet Liseliler (ACL) 4. Ormanlarının fidanlarını diktiler. Ormanların ilk üçü Şirince’de 15.000 kadar ağaç… Sonuncu Ankara’da, 3500 ağaç… Devamı gelecek… Darısı anaokullarından üniversitelere dek tüm diğer okullarımızın başına… ACL Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Zeki Bayraktar esin kaynağının Yavuz Oran olduğunu söyledi.

Yavuz Oran’a, Ilbıra Dağları’ndaki madencilere karşı ormanlarımızı korumakta bize omuz verdiği için biz de ona fahri hemşerilik verdik. Ona Yavuz OrMan diyenler çoğaldı. Ben “ORMANCI” diyorum, çünkü herşey sevgili okuldaşım, arkadaşım Avukat Yavuz Oran’ın beyninde bir şimşek çakmasıyla başladı.

Yavuz çok yönlüdür. Hukukçuluğu yanısıra yazar, çizer, sunar, oynar, iş bitiricidir, on parmağında on marifet vardır… Aynı zamanda sihirbazdır pardon illüzyonisttir. Bilimsel olmadığından “sihirbaz”lığı kabullenmez. Ustaları, Sihirbazlar Kralı Zati Sungur ile yaşayan efsane sihirbaz Şankadra’dır. Yavuz ustalarından farklı olarak, şapkadan güvercin, tavşan vb. çıkarma işini geliştirmiş; orman çıkarmakta uzmanlaşmıştır…

Nasıl bitirdi orman kurma işlerini? Ormancı Yavuz, roman yazar gibi anlatsın, sabırla okuyalım; belki hepimize esin kaynağı olur, öğreniriz, ağaç dikeriz, orman kurarız… Söz Yavuz’da:

Xxx

NEDEN AĞAÇ, NEDEN ORMAN?

Çünkü “Tek ve hür yaşayan o ağaç” örneğin bir tek çam ağacı 24 saatte 1000 kişinin tükettiği karbondioksiti oksijene dönüştürüyor. Havadaki oksijenin yaklaşık %60’ını ormanlara borçluyuz. Bir futbol sahası kadar çam ormanı yılda 30 ton oksijen üretir, havadaki 36 ton tozu süzer, ormanlar, kar ve yağmur sularını ağaçlarındaki yapraklar, dallar, gövdeler ve kökleri ile tutarak, selleri önler, yeraltı sularının oluşmasına yardım eder. (Yetişkin bir kayın ağacı kökleri ile on ton su tutabilir). Ormanlar, erezyonu önler derken, 1 cm kalınlığındaki toprağın oluşması için 4 asır gerektiğini ve ülke topraklarımızın % 90’ının erezyon tehtidi altında olduğunu bilmemiz gerekir. Ağaçları akıllıca kullanarak, istediğimiz yerlerde gölge oluşturabilir, rüzgarı kırabilir, selleri, heyelanı ya da kar yığılmasını da engelleyebiliriz. Ağaçlar, bulundukları yere doğal güzellikler verirken rekreasyon ortamları ile dinlenme, rahatlama, gezi ve kamp olanağı sağlayıp beden ve ruh sağlığımız açısından da büyük katkılar sağlarlar. Turizme katkıları ise, bambaşka boyutlardadır. Flora bakımından oldukça zengin olan ülkemiz ormanlarında 10.000’e yakın bitki türü mevcuttur. (Bunlardan 3.000 adedi endemiktir; yalnız ülkemizde yetiştir). Ormanlar bitki örtüleri ile yaşadıkları toprağın içinde karbon depolanmasını sağladıklarından, iklim üzerinde olumlu etkiler yapar. Aşırı sıcaklıkları düzenler, sıcağı soğuğu dengeler, yaz sıcaklığını azaltırken, kış sıcaklığını artırarak bir ısı tamponu görevi yapar, radyasyonu da önlerler. Su buharını yoğunlaştırarak yağmur haline gelmesini sağlar. Rüzgarın hızını azaltarak toprak ve kar savurmalarını ve rüzgarın kurutucu etkisini yok eder. Bu nedenle açık alanlara oranla ormanlarda gündüzler serin geceler ise sıcaktır.

Bir tek ağacın bile benzersiz 50 – 60 çeşit ürün üreten muhteşem bir fabrika olduğunu kavramak çok etkileyicidir. Çok az sermaye ve emek ile kurulabilen, sürekli kendini yenileyen, dünyanın en verimli fabrikalarıdır ağaçlar.

Tam da bu noktada Türkiye’deki orman varlığını oluşturan ağaç sayısının 8 milyar olduğunu ve ülkemize kazandırdıklarını düşünmek aklımızı zorlar. (2 milyar kadar meyve ağacını hesaba katmıyoruz).

Sen, ben, nüfusumuzun sadece dörtte biri, 10 yıl boyunca yılda sadece 50 fidan dikebilsek,

sadece 10 yılda 10 milyar ağacımız olur ki, bu, ülkenin dört bir yanında kendi kendine çalışan ve kendini sürekli yenileyecek olan binlerce fabrika, kalkınma, refah, doğal güzellik, kuraklık ve erezyonun olmadığı, çok daha sağlıklı ve mutlu bir dünya demektir.

Bütün bunları bilmeden, bir ağacın altında oturmak ve bir ormanda gezinmek bile içimizi mutlulukla doldurur. (Bildiğimiz tek bir neden dahi ağaca müthiş saygı duymamızı sağlar).

O ağacı kendi ellerimiz ile dikmiş ya da o ormanın oluşmasını sağlamış isek, yaşayacağımız mutluluk kat kat artar.

Menemen’deki çiftlikte ağaçlar ve bitkiler arasında geçen yaz tatilimden ayrı olarak, çocukluğum ve gençliğimin büyük bölümünde sıkı bir izciydim. Üniversite öğrenimimin son yılına kadar yaz kış demeden, yılda birkaç kez kamp yaptım. Ormanlarda, muhteşem dağ ve nehir manzaralarına hakim yemyeşil dünyaların doğal güzelliklerinin tam ortasında unutulmaz dostluklar, mutluluklar ve anılar edindim. Şurası kesin : Dağları, toprağı, çölü, kıvrıla kıvrıla uzanan bir kanyonu, bir ırmağı, evimizin bahçesini, caddeleri, sokakları ve parkları ile kentlerimizi, yollarımızı, okullarımızı, fabrikalarımızı, uzak ya da yakın gözümüzün gördüğü her yeri cennete çevirecek olan, sadece ağaçların ve ormanın sihirli varlığıdır.

ORMAN YASASI DEĞİL ORMAN TASASI VAR

Çalışma yaşamına atıldıktan sonra dinmeyen kamp özlemimin yerini, yakılan ya da kesilen ormanlar ile ilgili haberler ile birlikte derin acılar aldı. Ne denli benzersiz güzelliklerin yitip gittiğini kavrayabildiğiniz ölçüde, adeta en güzel anılarınızdan oluşan muhteşem bir geçmişi de yitirmiş gibi olursunuz. Çünkü bir tek ağacı bile benzersiz, muhteşem ve çok özel olarak algılayanların ve ancak böyle bir geçmişten gelenlerin anlayabileceği, diğer herkesten de çok daha derin yaşayacağı bir acıdır bu. Yanan bir ormanın uğultusu, hiçbir gözyaşı ile kıyaslanamaz. Yaydığı sıcaklık ancak güneş ile kıyaslanabilir. Ortamı cehenneme çeviren o kadar yüksek bir sıcaklıktır ki, bir tepe yanarken karşı tepedeki ağaçların birdenbire tutuştuğunu görürsünüz. Kurdu, çakalı, geyiği, yılanı, tavşanı, köstebeği, fareler, çekirgeler gibi sayamayacağınız kadar çok hayvan alevlerden ve dumandan kaçarken, havada kavrulup düşen kuşları, panik halinde daldan dala atlarken ateş toplarının yuttuğu sincapları ve yangından kaçan böcekleri avlayan diğer hayvanlardan oluşan hengameyi tarif edemezsiniz! Bu, filmlerde izlediğiniz en büyük meydan savaşından çok daha büyük, hiçbir canlıya yaşam hakkı tanımayan, eşi görülmedik bir toplu katliamdır. Belki 50, belki de 100 metrelik dikey alevlerin etrafında ya da kilometrelerce uzunluktaki bir alev duvarının arkasında yükselen koyu mavimtrak ve siyahlı beyazlı yoğun duman dalgaları arasında göz gözü görmez. Havada bulut yoktur ama ortalık kapkaranlık olabilir. Bu curcunada yön kavramınızı yitirebilir, bir tepeden yuvarlanabilir, soluk alamayabilir, dumandan boğulabilir, bir kayaya çarpabilir, kaçan bir karaca ile çarpışabilirsiniz. Yangın, bir nehrin suları gibi akabilir, yön değiştirip, alevden şelaleler oluşturarak bambaşka bir yöne doğru atlayabilir. Alevlere yakın iseniz bir arabanın içinde olsanız bile dayanılmaz bir sıcaklık yüzünüzü ve ellerinizi yakmaya ve nefesinizi kesmeye yeter. Cildiniz gerilir, ağızınız dudaklarınız kururken, genziniz berbat bir şekilde yanar. Her yeri kaplayan o ağır yanık kokusu ile birlikte nereden geldiğini, anlayamadan yanan hayvan ve bitkilerden yayılan çok farklı kokuları da almaya başlarsınız. Geceleri alevlerden yansıyan parlak ve hareketli bir kızıllık, baktığınız bir yönü tamamen kaplayabilir. Gördüğünüz her kare, dehşetli bir yıkımın durdurulamaz akışını yansıtır. Yangından geriye kalanlar da tahammül ve hayal kabul etmez. Alevler ile birlikte başlayan kül ve is yağmuru bazen günlerce sürebilir. Rüzgarla birlikte yüzlerce kilometre uzağa da savrulabilir. Alevlerin toprağı dahi yakıp yok ederek gelip geçtiği her yer, koyu gri, mavi beyaz ya da simsiyah bir kül denizi ile kaplanır. Kalın dalları ve gövdelerinin yarıdan fazlasını yitirmiş halleriyle yere saplanmış gibi duran kömürleşmiş ağaç iskeletleri, yanan her bir ağacı simgeleyen mezar taşını andırır. Yaprak hışırtılarının yerini ölüm sessizliği, mis gibi havanın yerini ise ağır is ve yanık kokuları almıştır. Yer yer dumanı tüten, hatta minik alevlerle yanmasını sürdüren bu iskeletlerin arasından geçerken, kömürleşmiş hayvan cesetleri ve ne kadar da çok dedirten içi buhar olup uçmuş kaplumbağa kabukları, yaşanan vahşetin acımasız boyutunu simgeler. O bölge artık, dünya ile hiçbir benzerliği bulunmayan, ürkütücü bir başka gezegeni andırır. Bildiğin o cennetin geri gelmesi için bir şeyler yapmak ister ve hiçbir şey yapamamanın çaresizliğinde kahrolursun. (Her kim pis bir çıkar uğruna ağaç kesiyor ya da orman yakıyor ise insani duygulardan yoksundur. Böylelerinden nefret etmekle kalmaz, dehşet korkarım ben).

O kahrolmanın ertesinde, diğer ağaçları korumak ve yanan yerleri yeniden yeşertmek için engellenemez bir arayış içine giriyor insan. İlk çaresizlik şokunu atlatanların yüzde onu “ne yapabilirim ve nasıl yapabilirim” diye kendine soruyor. Bu kitlenin de ancak binde biri çözüm bulma ya da katkı sağlama arayışı içine giriyor (ve genellikle bir dernek ya da şirket adına yapılan ağaçlandırmalara katkı sağlamakla yetiniyor). Geriye, kendi adına koru ve az da olsa, orman oluşturan en duyarlı yurttaş kesimi kalıyor olsa da sayıları toplam nüfusumuzun onikibinde birini bile bulmuyor. Çünkü, ulusça geleceğimize dair ayrıntılı bir plan ya da programımız, büyük hayallerimiz, ajandamız ve hedeflerimiz olmadığı gibi kan verme ve ağaç dikme kültürümüz de yok bizim!

Önceki ve Sonraki Yazılar