Abdullah Gürgün

Abdullah Gürgün

OR[M]AN’IN ORMANLARI ESİN KAYNAĞI -2

AĞAÇ SEVGİSİ VE ORMAN KURMA

2008 Temmuz ayıydı. Annemi Karşıyaka’ya götürmek üzere Davutlar’daki yazlığından aldım. Selçuk’tan geçerken, kendimizi ödüllendirmeye karar verdik. Direksiyonu Şirince’ye kırdım. Minik bir turdan sonra, bir yerde oturup çay eşliğinde gözlemelerimizi yedik. Ardından, muhtarlığın önündeki kahvehaneye kurulup kahvelerimizi içtik ve pek fazla oyalanmadan, öğleden hemen sonra İzmir’e doğra yola koyulduk… Eve gireli yarım saat bile geçmemişti ki, saat 16.30 gib,i bütün televizyonlar, Şirince’de rüzgarın etkisiyle hızla yayılan ve kontrol altına alınamayan orman yangınını birinci haber olarak geçmeye başladılar. Bütün gece devam eden ve ancak ertesi gün söndürülebilen yangın felaketinin bilançosu, 700 hektardan fazla (700 futbol sahası kadar) orman alanının yok olduğunu gösteriyordu.

Sonraki aylarda, neler yapabileceğime dair sorular aklımdan hiç çıkmaz oldu. İlk başlarda, bir orman yaratmanın çok masraflı ve uzun vadeli bir iş olduğu düşüncesi ile yangın söndürme uçağı ya da helikopteri sayısını artırarak eldeki hazır ormanları korumanın daha akılcı olacağı inancına kapılmıştım. İnanması zor ama orman yangınlarının yüzde doksanı insan elinden çıkıyordu. İnsanların yangın çıkarmasını engellemek, uçak ve helikopter almaktan daha önemliydi.

2009 yılı Nisan ayının başında büromda bulunduğum bir sırada, “doktor ayağıma geldi!” Ege Orman Vakfı tanıtımı yapacaklarını söyleyen ve görüşme talep eden iki genç, aydınlatıcı ve inandırıcı cümlelerle Vakfı, amaçlarını, gerçekleştirdikleri uygulamaları ve hedeflerini anlattılar. Bir fidan 4 TL idi. Dilediğim kadar bağışta bulunabilirdim. Hatta istersem, 1000 fidanlık bir bağış yaparak kendi adımı taşıyacak bir koru ya da 5000 fidanlık Orman sahibi olabilirdim. Üstelik, ağaçlandırma alanları içinde Şirince de vardı!

Diktiğim her fidanı yerinde görebilecektim. Daha da iyisi her fidanımın 5 yıl süre boyunca bakımı (ve tutmayan fidanların yerine yenilerinin dikilmesi de) bağış ücretinin içindeydi. Dilediğim zaman ve tutarda ödeme yapabilecektim ama bir koru ya da orman bedeli yatırmadan adıma bir levha asılmayacaktı. Tabela peşinde olmadığımı ve sadece ŞİRİNCE’de yanan alanlarda, bildiğim bir yerde bir ormanımın olmasını istediğimi bildirdim. Ertesi gün (14 Eylül 2009) saat 14.00’de Vakfın genel müdürü ile birlikte sözleşmeye imza koyduk. Bir hafta kadar sonra, yerinde, ağaçlandırmanın yapılacağı alanları belirlemeye gittiğimizde, yanmış orman alanları içinden, kömürleşmiş ağaç iskeletlerinin arasından geçerek, tek bir ağacın dahi bulunmadığı yaklaşık 20 derecelik eğimi olan konik bir tepenin kenarında buldum kendimi. Tam karşımızda kuşuçuşu iki kilometre kadar uzakta Şirince, bize bakıyordu!…

2010 yılı Ağustos ayı ortasında Vakıf’tan aradılar. Önümüzdeki aylar içinde bir açılış töreni düşündüklerini söylediler. 23 Ekim 2010 tarihinde mutabık kaldık. Böyle bir günü dostlarım ile birlikte şölen havası içinde kutlamanın çok güzel olabileceğini, ulaşımın paralı olmasının konuklar için bir külfet yaratabileceğini ve sabah kahvaltısı gibi bir ikramın da törene katılımı daha cazip hale getirebileceğini düşündüm. Ana yoldan orman alanına giden oldukça kötü yolun nasıl aşılacağı sorununu Ege Orman Vakfı Genel Müdürü Sayın Metin Gençol, orman işçilerini götürüp getiren araçları tahsis ederek çözmekle kalmadı, kahvaltı mekanı olarak da, orman yolunun çok yakınındaki Keçi Kalesi tesisleri adıyla bilinen bir akaryakıt istasyonunu önerdi; Geriye sadece bir davet yazısı hazırlayıp, önce E-posta listeme, sonra da sosyal medyadaki arkadaşlarıma ve arkadaş gruplarıma göndermek kalıyordu.

Çağrımın üzerinden 5 dakika dahi geçmemişti ki, o güne kadar hiç karşılaşmadığım yoğunlukta kutlamalar ve katılım istekleri almaya başladım. E-posta, telefon, SMS ve sosyal medya mesajlarının ardı arkası kesilmeksizin yağmur gibi yağıyordu. Günün sonunda, bana ulaşan hemen herkes “benim de bir iki dikili ağacım bulunsun” derken, bir iki arkadaşım daha da ileri gitti, kendi ormanını kurmaya niyetlenip yardım istedi…

ACL’NİN ÜÇ ORMANI

Ankara Cumhuriyet Lisesi’nden arayan sevgili okuldaşım DSP eski milletvekillerinden Gönül SARAY bambaşka bir öneri ile gelmişti. Özetle, “…Bu özverinden ilhamla, başka bir girişimin kapısını aralayabilir miyiz diye düşündüm. ANKARA CUMHURİYET LİSESİ ORMANI’na ne dersin? Yavuzcum, böyle bir projeyi deneyimli bir kişi olarak yürütebilir misin? Senin ormanın ekimdeki açılışına yetişir mi ve senin ormanın yanıbaşında olabilir mi?” Kimler bu işte var arkadaşlar? Valla çok heyecanlandım” diyordu.

23 Ekim’e tamı tamına 45 gün kalmıştı. Ormanımın hemen yanıbaşında ACL Ormanı için yerler de vardı ama soru yanıt şeklinde geçen görüşmemiz pek olumlu gelişmiyordu: Yaklaşık 35.000 ACL mezunundan 3500’üne ulaşsam bile, bağışta bulunacak kişi sayısı %10’u (350’yi) geçmezdi. Bir koru 1000, bir orman ise 10.000 fidandan oluştuğuna ve 1 fidan 4 TL olduğuna göre bu kadar az sayıda bağışçı ile bu kadar az sürede bir koru oluşturma şansı yoktu! Ama cumhuriyetimizin adını taşıyacak, (sadece öğretim değil) eğitim verecek, çok özel öğretmenleri, biyoloji, fizik, kimya laboratuvarları, müzik ve dil odaları, çok nitelikli sportif, edebi ve sosyal etkinlikleri olan, her alanda ülkemize onbinlerce aydın kazandıran, yüzlerce ünlüsünün onurunu da taşıyan çok özel bir liseden söz ediyorsak, ulaştığım her arkadaşımın da benim gibi düşüneceğini ve elinden gelen gayreti göstereceğinden adım gibi emindim.

Bir değil iki ormandan da fazla, 25.000 fidan olarak ilan ettim. Esasen, kişi başı 4 TL bağış ile yola çıkmak da bu bağışlara bel bağlamak da çok yanlış olacaktı. Bu nedenle, “dikili en az 12 ağacım olsun” tümcesini hedef sloganı olarak seçerek, EN AZ BAĞIŞ TUTARINI 48 TL olarak belirleyip, daha az bağışta bulunma olanağını ortadan kaldırdım. Bununla da yetinmeyip, bazı dostlarımı arayıp yüksek bağışlar aldıktan sonra ilk günün ÇOK ÇARPICI ve ses getiren bağış listesini oluşturup, ulaşabildiğim bütün gruplarda yayınladım. (Bu listede en küçük bağış 250 TL’den başlıyor ve 1000 TL’ye kadar yükseliyordu). Bütün bağışlar doğrudan EGE ORMAN VAKFI tarafından (banka hesabına ödeme ya da kredi kartı yolu ile) tahsil edildi…

Böyle bir kampanya, buraya aktarmadığım çok farklı yönleri ve boyutları bulunan, oldukça yorucu, titizlik ve sabır gerektiren bir süreç. Aynı zamanda, düzenleyen ve her türlü öneri ve eleştiriye muhatap olan kişi açısından çok öğretici benzersiz bir deneyim. O güne kadar bütün platformlarda mangalda kül bırakmamışların, iş tek bir fidan dikmeye gelince nasıl ortadan kaybolduklarını da, meyve veren ağacın nasıl taşlandığını da görüyorsunuz. Hepsini bir yana bırakırsak, öngörülen ve uygulanan yöntemler ile hiç niyeti olmayanları bağış havuzuna çekmeye, “ayıp olmasın ya da adım kötüye çıkmasın” diyenleri de daha fazla bağışta bulunmaya ikna edebiliyorsunuz. Kampanyanın başarısını belirleyen en büyük etken ise “benim bağışımdan ne olur” mantığının aşılması…

Sonuçta, 23 Ekim’den önce “ACL ORMANI” tabelası ağaçlandırma alanında yerini aldığında, ertesi gün çifte açılış yapılacağı da kesinleşmişti!

23 Ekim sabahına çocuklar gibi heyecanlı uyandım. Bir otobüs, bir midibüs ve 5 özel arabadan oluşan konvoyumuz, 93 mutlu yolcusu ile sabah 08.00’de Alsancak limanı önünden hareket etti. Gökyüzü masmavi, sıcaklık da 23 C derece idi. Harika bir kahvaltı sonrası, bayraklı, balonlu, pankartlı, konfetili bir törenle fidanlarımızı diktik. Marşlar söyledik. Okuldaşlarımız, [“ACL Hava Kuvvetleri Komutanı” namıyla bilinen rahmetli] Besim ERGÜVEN ve [“Deliğanlı” emektar paraşütçümüz] Halit ÖNER, Cesna Tip bir uçak ile üzerimizde daireler çizerek bizleri selamladıklarında coşkumuz daha da arttı. Ardından Şirince’yegeçip, günün geri kalan kısmını mutlu bir şekilde tamamladık ve gün batımında gene Alsancak Limanı önünde araçlarımızdan indik. Böyle bir günü aslan sütü ve Balık olmadan tamamlamamak büyük eksiklik olurdu. Günler öncesinden ayarladığım bir mekanda, müzik eşliğinde yemeğimizi yedik, doya doya dans ettik ve medya mensuplarına poz verdik. Ankara’nın İzmir’de Şirince’ye vermiş olduğu bu katkıya yazılı ve görsel basın da geniş yer ayırınca, mutluluğumuz daha da arttı. Devam eden bağışlar ve ilgili yönetmelikte yapılan düzenlemeler sonrasında, orman oluşumu için öngörülen ağaç sayısı 5.000’e düşürüldüğünden, ACL’nin diktiği 15.000’i aşkın fidan, 3 büyük ormana dönüştü.

Bütün bunlardan sonra elde ettiğim deneyimi, daha sonra görev yaptığım (içinde bulunduğum) bütün platformlarda orman oluşturulması yönünde kullanabilmiş olduğum için de ayrıca çok mutlu oldum. Bu bağlamda yönetim kurulu ikinci başkanlığında bulunduğum ve tiyatro oyuncu kadrosu içinde yer alıp sahne aldığım İzmir Tiyatro bünyesinde 1 BİLETE 1 FİDAN kampanyasını düzenlemiş olmaktan, gene yönetim kurulu ikinci başkanı olduğum IBM SMYRNA RİNG ve UTİKA Ukrayna Uluslararası ticaret ve İşbirliği Derneği’nde yeni koru ve ormanlar oluşturulmasına katkı sağlamış bulunmaktan büyük mutluluk duymaktayım.

Böylece, sonraki yıllarda her vesile ile bu ormanlara bağış yapılmasının sürdürülmesine de katkı sağlamaktan ayrıca mutlu oldum.

VE ACL 4. ORMANI MUTLULUĞU

Geçtiğimiz ay, 30 Ekim’de ACL Şirince Ormanı’ndan esinlenen ACL Derneği, Ankara’da da yeni bir ACL Ormanı oluşturulmasını sağlayınca, mezun olduğum lisenin 4. Ormanı da kurulmuş oldu. Başta ekonomik yararlar olmak üzere, her bir ağacın sağlayacağı çok sayıda katkı, refahımızı, sağlığımızı ve mutluluğumuzu daha üst düzeylere taşıyacaktır. Dolayısıyla, benim bir fidanımdan ne olur demek yerine ben 10 fidan dikersem, benim gibi başkaları da 10’ar fidan dikerse neler neler olur diyecek kadar olumlu ve kararlı düşünmeliyiz.

Kendi ellerinizle diktiğiniz 25 – 30 cm’lik fidanların dev ağaçlardan oluşan bir ormana dönüştüğünü görmek tarif edilmesi çok zor – bambaşka bir duygu. İşte tam da o zaman, ne denli anlamlı bir iş yaptığınızı kavrıyor, yeni ormanlar için umut, heyecan ve güç ile doluyor, farklı bir aydınlanma yaşıyor ve yeni hayallere yelken açıyorsunuz. Örneğin, kaldırımları ve refüjleri ağaçlar ve çiçekler ile bezenmiş cadde ve sokakları olan semtlerin çok daha güzel ve değerli göründüğünü, böyle bir sokaktaki evlerin eski püskü olmasının bile ikinci plana itilebildiğini, pek fazla yeşili olmayan herhangi bir köyün meydanındaki tek bir asırlık çınarın ve altındaki kahvehanenin muazzam bir çekim merkezine dönüştüğünü fark etmeye başlıyorsunuz. İzmir’de yaşıyorsanız Karşıyaka’daki çamlık ve palmiye sokaklar, Bostanlı’da palmiyeler arasından geçen tramvay yolu, İnciraltı’na ya da Marmaris’e giderken geçtiğiniz okaliptüslerin, Selçuk’tan Kuşadası’na giderken (eskiden içinden araba ile geçtiğiniz) dutların oluşturduğu ağaç tüneli, İstanbul Dolmabahçe sahilindeki çınarlar, şehirlerarası yolculuklarınızın doyumsuz orman yolları, ayçekirdeği, pamuk, tütün tarlası manzaraları, şehirden kaçıp doğa yürüyüşü, piknik, mangal partisi adı altında yakın koruluklarda ya da ormanlarda geçirdiğiniz saatleri, Ankara’daki Kuğulu Park’ı, Emirgan ve Yıldız Parkı’nı, Fransızlar döneminde yapılan Antakya Büyük Park’ı gözünüzün önüne geliveriyor. Biraz daha dikkatle bakar ve incelemeye kalkarsanız dünyanın belli başlı büyük şehirlerinin hemen her birinde yaş ortalamaları 150 yılı aşkın olan (İngiltere’dekiler 400 yıldan yaşlı) Newyork’ta Central Park, Londra’da Hyde Park, Amsterdam’da Voldenpark, Mexico City’de Chapultepec Park, Lisbon’da Monsanto Forest Park, Avustralya’da Kings Park, Vancouver’da Stanley Park, Tokyo’da Ueno Park, Pekin’de Beihai Park, Moskova’da Bitsevsky Park, Chicago’da Grant Park, Dublin’de Phoenix Park, Philadelphia’da Fairmount Park, Melbourne’nde Flagstaff Gardens, San Francisco’da Golden Gate Park, Los Angeles’de Griffith Park, Sao Paulo’da Ibirapuera Park, Bangkok’ta Lumphini Park, Madrid’te Buen Retiro Park ve daha nice devasa parklar bulundukları şehirlere değer katıyor, hayat veriyor ve simge oluyor. Saint Petersburg gibi muhteşem yapısal dokusunu korumakla birlikte yeşil ile içiçe geçmiş şehirlerin yanısıra her yeri park, her yeri orman olan KIEV gibi kentler de var (Ünlü Alman edebiyatçı Goethe KIEV’i “İçinde parklar olan şehirler gördüm ama parkın içinde bir şehri ilk kez görüyorum” sözleriyle betimlemiştir).

Hal böyle iken eğitimsiz, deneyimsiz, kültürsüz, öngörüsüz, bilimden ve ekip çalışmasından nasibini alamamış ama demokrasinin NİMETLERİNDEN (!) yararlanıp örneğin belediye başkanı seçilerek milyonların kaderini iki dudağının arasına almış ama siyasi geleceğini düşünmekten öte kaygısı bulunmayan bir “DENYO”nun kararları, koskoca bir ilin geleceğine dair KALICI ve ÇOK ÇİRKİN hasarlar yaratabilmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar