Gülay Sormageç

Gülay Sormageç

PEYGAMBERİMİZİN HAYATINDA BARIŞ

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen -kötülüğü- daha güzel bir tavırla önle” (Fussılet 41/34

Barışın ayağına bağlanmış prangaları iyi tahlil etmeden barışın sağlanması mümkün gözükmemektedir. Bireysel, toplumsal ve uluslararası barış için bunu iyi anlamak ve değerlendirmek gerekmektedir. Peygamberler Allah’ın dinini tebliğ etmişler, gönül rızası ile insanları dine davet etmişlerdir.

  • Dinin tebliğinde insanlara baskı yoktur

  • Diğer inanç mensuplarını görmezden gelmek yoktur

  • Adaletten ayrılmak yoktur

  • Ben ve ötekiler değil, yaratılanı yaratandan ötürü kabullenmek ve saygı duymak vardır.

  • Şablonlarla düşünmek yoktur, özgür düşünce hâkimdir

Böyle olduğu için de; Kur’ân-ı Kerîm, son ilâhî mesajın bütün insanlığa duyurulmasını sağlayan en uygun aracın barış olduğunu belirtmektedir. Barışın huzur, emniyet, güven ve esenlik ortamında gerçekleştiğine dikkat çeker. Kur’an baştan sona bireysel ve toplumsal hayatta bu özelliklerin yerleşip kökleşmesi için tavsiyelerde bulunur, bunların gerçekleşmesi için gerekli olan ilkelerden bahseder ve Müslümanlara bunlara göre hareket etmelerini bir sorumluluk olarak yükler. İslâm tarihinde ilk barış örnekleri hicretten hemen sonra görülmektedir. Hz. Peygamber, Medine’ye geldiğinde müslümanlarla Medine’deki yahudiler arasında birlikte yaşama şartlarını ortaya koyacak -Medine anayasası denilen- bir metin hazırlatmıştır. Bu metin Medine’de huzuru sağlayacak bir antlaşma niteliğinde idi. Ayrıca içindeki bazı maddeler müminlerin ve anılan kabilelerin başkalarıyla yapacakları barışa yönelikti.

  • Müminlerin barışının bir olduğu, hiçbir müminin Allah yolunda girişilen bir savaşta diğer bir mümini hariç tutarak barış antlaşması yapamayacağı

  • Barışı ancak onlar arasında adalet ve eşitlik esasları üzerine gerçekleştirebileceği şartı bulunmaktaydı.

  • Yahudilerin müslümanlar tarafından bir sulh akdine çağrılması halinde ona katılacakları, eğer yahudiler müslümanlara böyle bir şeyi teklif edecek olursa müslümanlarla aynı haklara sahip olacakları da şartlar arasında yer alıyordu;

  • Ancak din uğruna girişilen savaşlar bundan hariç tutuluyordu.

  • Resûl-i Ekrem Medine döneminde Benî Damre, Benî Gıfâr, Benî Cüheyne, Benî Müdlic, Benî Eslem, Benî Eşca‘, Benî Cuayl, Sakīf ve Huzâa gibi Arap kabileleriyle barış antlaşması imzalamıştır.

  • Bu dönemde yapılan en önemli antlaşma ise Hudeybiye Antlaşması’dır. Hicretin 6. (628) yılında iki tarafın da onayladığı bir kâtip tarafından şahitlerin huzurunda yazılıp imzalanan bu antlaşma özellikle, Kureyşliler’in müslümanları resmen tanımalarının ilk işareti ve yazılı belgesi olmasından dolayı büyük önem taşımaktadır.

Allah resulü, siyasal durum ve uzun vadeli kazançlar söz konusu olduğu zaman kullandığı inisiyatif oldukça dikkat çekicidir. Bu bağlamda Hudeybiye Barış anlaşması oldukça önemlidir ve bize ışık tutmaktadır. İlk bakışta müslümanların aleyhine gibi görünen şartları bile kabul etme hususunda geniş bir hareket alanı bulunduğu söylenebilir. Nitekim Resûl-i Ekrem adı geçen antlaşmanın öncesinde, “Kureyş bana Allah’ın saygın kıldığı değerler uğruna neyi önerirse önersin ben onu muhakkak kabul edeceğim” diyerek (Buhârî, “Şürûṭ”, 15; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 156; İbn Kesîr, IV, 165) o andaki durumu müslümanlar lehine kullanma arzusunu beyan etmiştir. Siyaset ve diplomasi tecrübesi olan Kalkaşendî’nin söylediği gibi önceden sıkı ilkeler belirlemek yerine her antlaşmayı kendi bağlamında değerlendirmek daha uygun olacaktır (Ṣubḥu’l-aʿşâ, XIV)

Hz. Peygamber’in, “Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin; Allah’tan âfiyet dileyin. Fakat düşmanla karşılaşınca da sabredin ve bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır” (Müslim, “Cihâd”, 20; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 89); “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın” (Buhârî, “Cihâd”, 164, “Meġāzî”, 60; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 17) şeklindeki buyruklarıyla, “Savaşın kendilerini eritip tükettiği şu Kureyş’e yazık! Savaşta bir hayır yoktur. O sadece daha önce kazandıklarını yiyip bitirir. Benimle diğer Arapların arasına girmese ne olur sanki? Eğer onlar bana üstün gelirlerse isteklerine nâil olurlar; ama Allah beni onlara galip getirirse hep birlikte İslâm’a boyun eğerler. Güçlü olsalar bile daha nereye kadar böyle savaşıp duracaklar?” (bk. Buhârî, “Şürûṭ”, 15; Ebû Yûsuf, s. 227; İbnü’l-Esîr, XI, 87; İbn Kesîr, III, 313) şeklindeki serzenişi de söz konusu ilkeyi teyit etmektedir. “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen -kötülüğü- en güzel şeyle sav. O zaman bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki gerçek bir dost oluvermiş” (Fussılet 41/34). Yine Kur’an’da barış yoluyla ve antlaşmalar imzalayarak yeryüzünün özgürce yaşanılan bir yer haline getirilmesi ve bu özgürlük ortamında dinin benimsenmesi gerçek anlamda fetih sayılmıştır. Hudeybiye Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Medine’ye dönüş yolundayken gelen Feth sûresinin ilk âyetleri bu antlaşmayı “fetih” olarak nitelemiştir.

HAYBER'DEN SONRASI

Hz. Peygamber, Hayber’in fethinden sonra Hayberliler’in yanı sıra Vâdilkurâ ve Fedek yahudileriyle antlaşmalar imzalamıştır. Resûlullah kuzeyden gelen savaş tehditlerine karşı çıktığı Tebük Seferi sırasında Cerbâ, Eyle, Ezruh, Maknâ, Maan ve Dûmetülcendel yöneticileriyle İslâm hâkimiyetini kabul edip cizye vermeleri şartıyla anlaşma yapmış, Tebük Seferi dönüşünde de Tâif’ten Medine’ye gelen Sakīf heyetiyle İslâm’ı kabul etmeleri şartıyla sulh akdetmiştir. Hz. Peygamber döneminde yapılan barış antlaşmalarından biri de dokuma ve dericilik sanatlarında ünlü olan hıristiyan Necran halkıyla yapılanıdır. Resûlullah’ın daveti üzerine muhtemelen 9 (631) yılında Medine’ye gelen Necran heyeti kendi dinlerinde kalarak İslâm hâkimiyetini kabul etmişlerdir. İmzalanan antlaşmayla Necran hıristiyanlarının mal, can ve din hürriyetleri güvence altına alınıyor, buna karşılık onlar da yılda 2000 takım elbise cizye vermeyi, bir ay süreyle gönderilen görevlilerin ihtiyaçlarını karşılamayı ve Yemen’de savaş olması halinde otuz gömlek zırh, otuzar tane at ve deve göndermeyi taahhüt ediyorlardı (Belâzürî, s. 90 vd.; Hamîdullah, İslâm Peygamberi, I, 671- 672).

DEVLETLERARASI İLİŞKİLERDE İSLAM'IN ORTAYA KOYDUĞU İLKELER

- Din ve vicdan hürriyeti.

  • İnsan haklarına saygı,

  • Adalet,

  • Barış içinde bir arada yaşama ve iş birliği

En güzel ve açık bir örnek Asr-ı saâdet’te Habeşistan’ın sahip olduğu konumdur. Habeşistan kendilerine necâşî unvanı verilen krallarla yönetilen hıristiyan bir ülkeydi. Bu kimliğine rağmen müslümanlarla dostça ilişkiler kurmuş ve bağımsız bir devlet olarak tanınmış, herhangi bir malî yükümlülük altına da girmemiştir (Khadduri, War and Peace, s. 253).
Her ne kadar zaman zaman sıkı kayıtlar koysalar da İslâm hukukçuları, devletlerin gerektiğinde kendi aralarında barış antlaşması imzalamalarının meşrû ve câiz olduğu hususunda icmâ bulunduğunu zikrederler (Şirbînî, IV, 260). Bu görüş birliği uluslararası antlaşmalar yapılabileceğini ve antlaşmalara ahde vefa ilkesi doğrultusunda sâdık kalınması gerektiğini açıkça dile getiren naslara dayanmaktadır. Bedir Savaşı’nı izleyen günlerde inen, “Eğer onlar barışa yönelirlerse sen de barıştan yana ol ve Allah’a güven” âyeti yanında (el-Enfâl 8/61), “Ancak kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir toplumla ilişki içinde olanlar veya sizinle de kendi toplumlarıyla da savaşmayı içlerine sindiremeyip size gelenler başkadır. Artık onlar sizi bırakıp çekilir de sizinle savaşmazlar ve barış teklif ederlerse Allah onlara saldırmanıza izin vermez” (en-Nisâ 4/90); “Eğer -yanlışlıkla öldürülen kişi- aranızda antlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine diyet ödemek ve bir mümin köleyi âzat etmek gerekir” (en-Nisâ 4/92) meâlindeki âyetler bu konudaki örneklerdendir. 9 (630) yılında müşriklere savaş ültimatomu veren Tevbe sûresindeki, “Ancak kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklerden bilâhare yükümlülüklerini eksiksiz yerine getiren ve sizin aleyhinize kimseye arka çıkmayanlar müstesna; onlara verdiğiniz söze süresi doluncaya kadar riayet edin” emri (9/4), antlaşmaların sıcak çatışmaya dönük gelişmelerin yaşandığı zamanlarda bile nasıl bir hukukî değere sahip olduğunu göstermesi açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Yine Kur’an’da, “Allah katında canlıların en kötüsü inkâr eden ve bir daha da imana gelmeyenlerdir. Sen kendileriyle antlaşma yaptığın halde onlar hiç çekinmeden yaptıkları antlaşmayı her defasında bozarlar” buyurularak (el-Enfâl 8/55-56) antlaşmalara saygı gösterilmemesi kınanmış; “Antlaşma yaptığınız zaman Allah’a verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil göstererek kesinliğe kavuşturduktan sonra yeminleri bozmayın” (en-Nahl 16/91-92); “Verdiğiniz sözü yerine getirin, çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir” (el-İsrâ 17/34) emirleriyle de ahde vefanın önemine vurgu yapılmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde karşı tarafı aldatan ve kötü niyetler taşıyan sözleşmelerin yapılması, yapılan antlaşmaların menfaat endişeleriyle bozulması yasaklanmıştır. Öyle ki zor durumda kalan bir müslüman topluluk, müslümanlarla aralarında saldırmazlık antlaşması bulunan bir kesime karşı yardım isterse diplomatik çözüm veya göç seçeneği önerilmiş, buna karşılık antlaşmanın çiğnenip o müslümanlara yardım edilmesi uygun bulunmamıştır (el-Enfâl 8/72). Bu âyetten hareketle “Allah antlaşma hakkını din kardeşliği hakkından öne almıştır” şeklinde bir yorum yapılmıştır (Fahreddin er-Râzî, IV, 390). Nitekim çağdaş devletler hukuku müellifleri de uluslararası ilişkilerin temelini “pacta sunt servanda” ile (ahde vefa) “bona fide” (antlaşmaların iyi niyetle uygulanması) ilkelerine dayandırmaktadırlar (Crozat, I, 103; Turnagil, s. 20; Pazarcı, I, 154).

Yapılan bir antlaşmanın taraflar arasında doğurduğu ilk etki ona vefa gösterilmesi olmalıdır. Fakihlerin özlü anlatımıyla, akdedilen antlaşma üç sonuç doğurur: Zâhirde antlaşmanın şartları ve maddeleri geçerli olacaktır; bâtında hıyanet terkedilecektir; karşılıklı ilişkilerde iyi niyete bağlı davranış esas alınmalıdır. Bundan dolayı peygamber efendimizin haklı bir sebebe dayanmaksızın anlaşmaların bozulmasına rıza göstermemesi ve ağır ithamlarıyla büyük günahlar arasında sayılmıştır.

Fakat uluslararası ilişkilerin değişken niteliği gereği imzalanan antlaşmalar sona ermekte veya feshedilebilmektedir.

  • Tarafların ortak iradelerine bağlı olarak sona erme,

  • Tek taraflı irade ile sona erme,

  • Savaş sebebiyle sona erme ve

  • Şartların değişmesiyle sona erme.

Kıymetli okurlarımızın barış ve huzur temennisiyle gecikmeli olarak ramazan bayramını kutluyoruz efendim.

Önceki ve Sonraki Yazılar