Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

PUTİN REST ÇEKTİ: SİZ HEPİNİZ, BEN TEK!

 Aslında bu yazının başlığını Kazakistan Dersleri 3 koymayı planlıyordum.

Şöyle ki; Ukrayna’daki gerilimin Atlantik aleyhine gevşeyeceğini umuyordum ve asıl amacım küresel egemenlik mücadelesinin çok kutuplu (çok taraflı) bir döneme evrildiğini ve Batı’nın da bunu kabul etmek zorunda kaldığını göstermekti.

Öngörülerim, kısmen doğrulandı. Ancak, Atlantik cephesinin kolay pes etmeyeceği de ortaya çıktı.

Çok kutuplu bir dünyaya giderken zorlu bir süreç yaşayacağımızı söyleyebiliriz.

En sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyelim: Türkiye, dünyanın mazlum ve mağdur halklarıyla ve devletleriyle birlikte, ABD (ve Atlantik) yayılmacılığına karşı dik durarak “yeni dünya”da başı dik ve muzaffer bir aktör olacaktır. 

RUSYA’NIN KADERİ, AVRUPA’NIN GELECEĞİDİR!

Önce, şunu vurgulayalım: 17. yüzyıldan beri, Rusya’da olanlar Avrupa tarihini de derinden etkilemiş, hatta yönlendirmiştir.

Yalnızca, insanlık tarihinin şimdiye kadar yaşadığı en hızlı süreç olan 20. yüzyılda olanlara baksak dahi, Rusya’da olanların Avrupa’nın yol haritasına etkilerini somut olarak görürüz.

1917 Ekim Devrimi ve 2. Dünya Savaşı’nda Stalingrad muharebesi Avrupa’nın kaderini iki kez değiştirmişti. 1988’de SSCB Devlet Başkanlığı’na seçilen Mikail Gorbaçov ise, sadece Avrupa’nın değil tüm dünyanın kaderinin değişeceği gelişmelerin fitilini ateşleyecek kişi olarak sahneye çıkmıştı.

SSCB’NİN MEZAR KAZICISI KENDİ DEVLET BAŞKANI OLDU!

Gorbaçov, SBKP Genel Sekreteri olduğu andan itibaren, iktidarını güçlendirmek ve “hedeflediği reformları” yapabilmek amacıyla, Brejnev döneminden kalma etkili isimleri tasfiye etti. Bakanların üçte ikisinden fazlasını, parti bölge birinci sekreterlerinin beşte üçünden fazlasını, parti şehir ve yerel komiteleri birinci sekreterlerinin dörtte üçünü değiştirdi ve Nisan 1989’da SBKP Merkez Komitesi’nden 110 kişiyi ihraç etti.

1986 yılında başlatılan “Glasnost (Açıklık) ve Perestroyka(Yeniden Yapılanma) süreçleri, Gorbaçov’ın iddia ettiği “yapısal reform”ları değil, SSCB’nin tarih sahnesinden kayboluşunu getirdi.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) üyesi 34 ülkenin devlet ve hükümet başkanları 21 Kasım 1990’da kısaca “Paris Bildirgesi” olarak bilinen “Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı”nı imzaladılar.

Paris Bildirgesi, kapitalist Batı ile sosyalist Doğu blokları arasında İkinci Dünya Savaşı sonundan itibaren süregelen “Soğuk Savaş”ı resmen sona erdirmiş oldu.

1991 yılına gelindiğinde, “Gorbaçov Reformları” sayesinde, üretim SSCB çapında % 20 azaldı, mali açık GSMH’nın % 17’sini buldu ve enflasyon %180 olarak gerçekleşmişti!

Aslında, SSCB’nin dağılma sürecinin Mikail Gorbaçov’un iktidarı ile birlikte resmen başladığını söylemek doğru olacaktır. Nitekim, Gorbaçov’un işbirliği yaptığı Boris Yeltsin 19 Ağustos 1991 tarihinde başlatılan başarısız darbe girişiminin ardından, 25 Ağustos’ta SBKP Genel Sekreterliği görevinden istifa ederek, önce partinin sonra da SSCB’nin dağılma sürecini resmen başlatmış oldu.

SSCB’nin dağılması, dünya güç dengelerini ABD lehine aşırı bir şekilde değiştirdi. ABD, kendisini medeniyetin koruyucusu, dünya jandarması ilan etti!

KÜRESEL MUTSUZLUĞUN KAYNAĞI: TEK KUTUPLU DÜNYA

ABD’nin kendisini dünya jandarması ilan etmesi, dünyaya büyük bir mutsuzluk getirdi.

ABD elitlerinin dünyanın her yerinde istemedikleri rejimleri veya devlet başkanlarını devirme/yok etme cersareti arttı.

Küresel çapta kriminal olaylar arttı, bölgesel savaşlarda milyonlarca insan hayatını kaybetti, küresel ekonomi dengeleri Batılı ülkeler (ve onun içinde de ABD) lehine aşırı bozuldu.

Ve dünyanın yüzde 99’unu mutsuzluğa mahkum eden yeni sistemin adı “küreselcilik” oldu!

Mısırlı Marksist Samir Amin’in daha en başında çok doğru olarak tespit ettiği gibi, küreselcilik, öncelikle ulus-devletleri zayıflatmayı, çökertmeyi ve parçalamayı hedef aldı. Çünkü, kârın dağılımını örgütlemek ve maksimizasyonu gerçekleştirmek ancak küresel çapta tekelleşen şirketlerin önündeki engellerin kaldırılması ile mümkündü.

Ancak, küreselcilik zorunlu olarak kendi anti-tezini de üretecekti.

Çin Halk Cumhuriyeti iktisadi alanda, küreselciliğin yarattığı anti-tezi olurken, eski SSCB’nin “düşünce küllerinden” doğan Vladimir Putin’in 31 Aralık 1999’da Rusya Federasyonu Devlet Başkanlığı görevine atanması ile ABD’nin dünya jandarmalığı iddiasının karşısına bir güç daha çıkmış oluyordu.

YAYILMACI NATO, SAVUNMADAKİ RUSYA’YA KARŞI

4-11 Şubat 1945’te, büyük yıkım savaşının ardından oluşacak yeni statükoyu beliryecek görüşmeler zafer kazanan devletler arasında, Kırım’ın Türkiye’ye en yakın yerleşim yerlerinden birisi olan Yalta’da yapıldı.

Yalta Konferansı, Avrupa’da egemenlik alanlarının belirlendiği bir anlaşma ile sonuçlanmıştı. Ancak, 1991’de taahhüt edilmesine rağmen, ABD her iki akdini de çiğneyerek, eski Doğu Bloku ülkelerine doğru yayılmacı politika sürdürmekte ısrarcı oldu.

1945 ve 1991 anlaşmalarına uymayan ve Doğu Bloku’nda egemenlik sahasını NATO üzerinden genişleten ülke ABD’dir.

ABD’nin anlaşmaları çiğneyen ve kararlı yayılmacı hamlelerine bugüne kadar cevap veremeyen Rusya, 21 Şubat 2021 tarihi itibariyle, Putin’in tarihi meydan okuması ile, bu eşitsiz durumu durdurmuş oldu.

RUSYA’NIN KARARLILIĞI, ÇOK KUTUPLU DÜNYANIN KAPISINI AÇACAK

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna’nın NATO üyeliğini onaylamayacakları ve bunun gerçekleşmesini “savaş sebebi” sayacaklarını kararlı bir şekilde ilan etmesi, dünya tarihinin yeni bir yol almasının başlangıç noktasıdır.

Öncelikle, şunu belirtmek gerekir ki, ABD (Atlantik Bloku) stratejik olarak en zayıf olduğu ülkede kıstırılmıştır.

1- Coğrafi koşullar nedeniyle, ABD’nin Ukrayna’da başarılı olabileceği veya en azından denge sağlayabileceği bir sıcak savaş yürütmesinin koşulları yoktur.

2- Daha da önemlisi, Ukrayna içerisinde Rusya’ya karşı savaştıracağı bir ordu toplaması da imkansızdır. Toplam 160 bin personeli olduğu bilinen Ukrayna ordusunun Rusya karşısına muharip kuvvetler koyarak bir savaş sürdürmesi imkansızdır.

3- Hem Ukrayna çevresindeki Atlantik uydusu haline gelmiş ülkelerden ve hem de Avrupa’dan buraya savaşacak birlikler gönderilmesi ihtimali de oldukça düşüktür. Hem, buraya taşınacak birliklerin savaş deneyimi eksikliği ve hem de tüm Avrupa’da çok büyük bir sosyal çalkantıları ateşleme ihtimali, böyle bir kararın engelidir.

4- Avrupa ile ilişkilerin Rusya lehine avantajları da, Avrupa devletlerinin ABD’nin Ukrayna’da körüklediği çatışma ortamının başarısızlığa mahkum olduğunu gösteriyor. Tek başına, enerji kısıtlaması dahi, Avrupa’da büyük zararlara yol açacaktır.

Bu ve diğer faktörleri hesaba kattığımızda, kısa dönemli bir sıcak çatışma meydana gelse dahi, Ukrayna/Rusya geriliminin kazananı açıktır ki, Rusya olacaktır.

Ancak, Karadeniz’in kuzey batısında ABD’nin kışkırttığı bu gerilimin tek kazananı Rusya değildir.

Hepimizin asıl dikkat etmesi gerektiği gerçek de budur.

ABD (ve Atlantik) Ukrayna yenilgisi sonrasında, öncelikle 1945 (1991) antlaşmalarına uymaya daha fazla zorlanacaktır. Rusya’nın NATO (ve Avrupa devletleri) üzerindeki baskısının artmasıyla, ABD’nin çevresindeki kümelenmede çözülmeler başlayacaktır.

Daha şimdiden, NATO içindeki Rusya’nın Truva atı Almanya mı, türünden tartışmaların çıkması, çözülme sürecinin oldukça erken başlayacağının işaretidir.

Dolayısıyla, Avrupa’da, Asya’da ve dünyanın farklı coğrafyalarında, ABD’nin dünyanın tek jandarması olduğu iddiasıyla yürüttüğü egemenlik gasbına karşı yeni çok devletli birliklerin oluşacağı bir dönemin kapısının Ukrayna’da aralandığını söylemek, kanaatimce, yanlış olmaz.

UKRAYNA GERİLİMİNİN TÜRKİYE’YE SONUÇLARI NE OLACAK?

ABD’nin Ukrayna’da kışkırttığı çatışma ortamında, bir kez daha gördük ki, “devlet ricali” ve entelektüel zevatın “formatlandığı” NATO konseptinin dışına çıkma becerisi yok (veya oldukça düşük)!

Saldırgan ve çatışma kışkırtan tarafın ismini açıkça zikretmeye dahi korkan bir güruhtan söz ediyoruz.

Sözde “dengeci” politika ile, “ölü tilki” numarası yapmanın Türkiye’ye fayda değil, aslında zarar getirdiğini ve bu zararın sadece ülkemizi değil, çoğu kez çevremizi de etkilediğini hesap edemeyen, küresel egemenlik çatışmasında rol almak yerine, “savaşan başkaları olsun, kazanan biz olalım” türünden garabet bir mantıkla dış politikada oyun kurmaya çalışan; daha doğrusu oyun kurduğunu zanneden bir “devlet aklı” ile yeni döneme etkin bir oyuncu olarak giremeyeceğimiz açıktır.

Ancak, Türkiye ABD’nin Ukrayna yenilgisini doğru değerlendirirse, gelecekte, çok kutuplu dünyanın başat aktörlerinden birisi olabilir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar