ŞAFAK 20

Size şafak ne hatırlatır? Pek çoğunuz “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;” der. Kiminiz de sözlük anlamını düşünüp “güneş doğmadan önceki son hal,” diyebilir. Benim sevdiğim bir türkü var. Yüzlerce sitede kopyala yapıştır, sözde hikâyesine rastlarsınız. Malatyalı Fahri’ye yakıştırmışlar. Hiç mi, hiç ilgisi yok. Türkü Erzurum türküsü. Kaynak kişi Kemani Haydar Telhüner’den Ahmet Canlı derlemiş ve TRT repertuarına kazandırmış. Benzerini ben Sivas’ın Çongar Köyünde derlediğim Eşref Bey hikayesinde dinlemiştim:

“Şafak söktü gine sunam uyanmaz

Hasret çeken gönül derde dayanmaz

Çağırırım sunam sesim duyulmaz

Uyan sunam uyan derin uykudan”

Şimdi gelelim Vehbi’nin Kerakesine. Askerlik yapanlar, asker yolu gözleyenler “şafak” teriminin ne anlam taşıdığını çok iyi bilir.

Bu terim askerliğin bitiş süresine kaç gün kaldığını anlatmak için kullanılır. İster uzun dönem olsun ister kısa dönem, askere giden hemen herkes bu terimi kullanır.

Diyeceksiniz ki, teknoloji çağında, şafak süresini hesaplamak için bilgisayar programı yapmak dururken, eski usullere ne gerek var? Sorarım size: Hangi bilgisayar programına o duyguyu, yürek çırpınışlarını, hayalleri yükleyebilirsiniz?

O duygu olmasaydı, aşağıdaki sözler olur muydu?

“Eğer bir gün şafağım için doğacak güneş, dağdaki teröristin sırtını ısıtacaksa bırakın o güneş hiç doğmasın.”

“Şafak ne kadar zengin olursa olsun, bir gün fakirleşmeye mahkûmdur.”

“Doğan her güneş gençliğimin kaybıysa, batan her güneş şafağımın kaybıdır.”

“Şafak sayar gelin evde, asker eşini hayal eder nöbetinde, biter bu hasret dayan askerim, bu vatan senin eserin.”

“Hayat bir zulümse, vereyim ayarı gülümse be şafak.”

“Doğan güneş şafağım, batan güneş gençliğimdir.”

Şimdi geliyoruz yazımızın başlığına: “Şafak 20”

Geçenlerde hava sonbahar kokuyor diye yazmıştım. Akçay, Altınoluk çevresinde ağustosun yarısı yaz, yarısı güz, derler. Gerçekten 15 Ağustostan itibaren hava serinlemeye başladı. Yazlıkçılar birer ikişer gidiyor. Sahil boşaldı. Yollar tenhalaştı. Çoluk, çocuk, denize girenlerin sesleri yerine yalnız dalga sesi geliyor. Gölgeler uzun vuruyor. Akşam mangal alevinin ısısı ne kadar tatlıymış.

Üç dört komşu kaldık. Bugün biri daha gidiyor, göçmen kuşları misali. Önümüzdeki günlerde biz de misafirliğimizi bitirip teskeremizi alacağız. Şafak saymaya başladık. Evet üzülsem de, bugün “Şafak 20.”

On dokuz yıl önceydi. 2002 Eylül’ünü TRT ‘nin Antalya Lara’daki kampında geçiriyorduk. Ayının son günlerine gelmiştik. Bir yandan tatilin bitmekte oluşunun hüznü, diğer yanda İstanbul’da sevdiklerimize kavuşacak olmanın heyecanı içindeydik. Sahilde dalgaları seyrederken notlar almıştım:

EYLÜL SONU

Eylül sonunun hüznünü yaşıyor Lara,

Akdeniz’in kapkara

Ufkuna düşmüş dolunayın şavkısı.

Gümüşî yakamoz titremekte;

Seviyle yüklü duygular gibi pır pır!

Bir yanda çırçır böcekleri,

Özlemlerin tükenmez serenadında,

Bir yanda dalgaların sesi:

Çır çır, çır çır; haşır hışır, haşır hışır!..

Kim bilir hangi sabırsız âşığın nefesi;

Gönül kıyılarına çarpan bu çılgın dalgalar?

Kuşkusuz ki doğacak yeni bir gün,

Kuşkusuz ki susacak çırçır böcekleri;

Kuşkusuz ki dinecek bu yürek ağrısı.

Haydi;

Aç gönül kapılarını Akdeniz gözlü yâr!

Öpsün kumsal tenini,

Köpük köpük hırçın sular,

Kadife okşayışıyla gayri ki;

Dalsın dingin uykusuna yorgun bedenleriniz,

İnsanlar bakınca sahile sabah;

“Deniz sütliman” desinler.

25 Eylül 2002, Antalya-Lara

Önceki ve Sonraki Yazılar