SAHTE DOST SABUN GİBİDİR

Geçenlerde Instagram’da paylaştım. Ama o alandaki takipçiler genel olarak fotoğraflara odaklanınca, yazı ile aktarılan düşünceler pek dikkat çekmiyor.

Çocukluk günlerimizde bir uzun hava vardı. Kötü sesimle söylemeye çalışırdım:

“Ankara’da yedim taze meyvayı,

Boşa çiğnemişim yalan dünyayı…”

Yıllar geçti gönül telimin tınladığı lise yıllarına ulaştım. Dersleri unutacak kadar hayal deryasında yüzer dururdum. İşittiğim her türküyü platonik sevgilime giydiriverirdim. Hayaline karşı, içimden o türkü söylerdim.

“Yeşil ayna takındın mı beline / Gelin kurban olam tatlı diline..”

Türkünün devamında da yeşil aynayı takardım:

“Çarşıdan aldırdım yeşil aynayı

Boşa çiğnemişim yalan dünyayı…”

Bu türküde bir deyim daha vardı. Anlamını bilmezdim. Gözümün önünü, bir tepsi, üzerinde mercimek, mercimeğin içindeki taş parçacıklarına seçen sevgiliyi getirirdim. Türkü devam ederdi:

“Kendi melül melül gözü yaşlı da yâr sen sefa geldin

Benim ile mercimeği daşlı da yâr sen sefa geldin..”

Yine de “mercimeği taşlı yar” nedir bilmiyordum. Yıllar yılları kovaladı. Yuttuk, yutkunduk. Unumuzu eledik, eleğimizi duvara astık. Geredeli Aşık Dertli ile ilgili araştırma yapmam gerekti. Dertli’nin eşini çocuklarını ihmal ettiği ve hatasını anladığı zaman yazdığı şiir, bana deyimin anlamını öğretmişti:

“Aşk atına binmiş olsan yarışmaz,

Gözüm kanı deryalara karışmaz

Çoktan beri küsülüdür barışmaz

Benim ile mercimeği taşlı yar.”

 

Rahmetli Mehmet Zeki Akdağ ile yakın arkadaştım. Birbirlerinden saklayacak bir şeyimiz yoktu. Birbirimize danışmadan karar vermezdik. Aynı gazetede çalışmış, aynı sanat mahfillerinde bulunmuştuk. Sürekli birlikte göründüğümüz için bize “eküri” derlerdi. Yirmi yıl önceydi. Son şiir kitaplarının birinin ismi üzerinde epey düşündük, tartıştık. Özverilerinin, hizmetlerinin karşılıksız kaldığı düşüncesinde olduğu duygusal günlerdi. Sanırım bunun için kitabının adının “Boşa Çiğnemişim Yalan Dünyayı” olmasını benimsedik.

Ah vah ettiğimi sanmayınız. Dudaklarımda tebessüm belirerek bu günlerde ben de sık sık “Boşa çiğnemişim yalan dünyayı” diyorum. Mesleğimle ilgili kurum ve örgütlere ailemi ihmal edecek kadar bağlanmıştım. Onlarsız bir hayatı hiç düşünmemiştim. Ait olduğum meslek örgütünde Osmanlı Meclis-i Mebusanında yaşanmış bir olay üzerine söylenmiş sözü yaşadım:

Kalkın ey felah-ı vatan dediler, kalktık. Herkes oturdu, bizler ayakta kaldık.

On beş yıl hastanende yatanken bile aralıksız yazdığım gazeteye bir zarar vermeyeyim diye birkaç ay ara vermeye karar vermiştim. Problem sona erdi. Yarım ağız değil, içtenlikli davet bekledim. Gelmedi. Başka bir gazetede yazmayacağım diye sözüm vardı. Sözümde durdum. Yalnız “tum-haberler.com” sitesinde yazıyor, facebook ve Twitter’de paylaşıyorum.

Anlayacağınız işsiz güçsüz kaldım. Günde bir iki saatten fazla okuyamıyorum. Haber sitesine günlük yazımı bir saatte yazıyorum. İstanbul’da yapacak bir işim kalmadı. Köyde diğer zamanımı nasıl geçireceğim? Her şey, üzerinde gökkuşağı renklerinin oynaştığı bir sabun köpüğü gibi sönüverdi: Püfff! Bu kadar basit. Sözü benim yalan dünyayı boşa çiğnediğime getireceğim. Gözüme bir söz takıldı:

“Sahte dost sabun gibidir elini yüzünü temizler ayağını kaydırır,” diye yazıyordu. Sabun köpüğü, bir meşgale çağrıştırdı. İspanya’daki büyük oğlum Murat’ın yaptığını görmüştüm. Birkaç internet sitesini karıştırdım. Birkaç kilo zeytinyağından sabun yapmayı denedim. Sabırsızlığım nedeniyle ilk deneyim pek başarılı olmadı. Tekrar denedim, eh daha iyiydi. Sonra komşum Celal Germirligil beni yüreklendirdi. Kendimizi o kadar kaptırdık ki, komşularımızın kışlık sabun ihtiyacını karşıladık.

Yeni bir ölçü tutturduk. 195 gr. kostiği, 435 gr. buzlu suda eritiveriyoruz. 1500 gr. saf zeytinyağının içine hafif hafif boşaltırıyoruz ve mikserle karıştırmaya başlıyoruz. Beyazlaşıyor, köpürüyor, durulaşıyor muhallebi kıvamına gelince koku maddesini ekliyorum. Ne kadar çok karıştırırsanız, kıvamı daha iyi oluyor. Sertleşmesi için 24 saat kalıpta durması gerekli. Ama kullanmanız için iki ay kalıpları bekletmeniz, fazla nem ve kostiklin uçmasını sağlamanız gerekiyor.

Kendime limonlu yaptım. İstanbul’daki oğlum için gül kokulu yaptık. Celal Germirligil Antalya’da torununu Defne’yi ziyarete giderken “defne kokulu” götürecek. Kendisi içinde yarın kekik kokulu yapacağız. Bugün kekiği bahçesinden topladı. Belki ben de biberiyeli denerim. Bugüne kadar 100’ü biraz geçkince yazdığım kitaplar ne alemde diye soracak olursanız, onu bir başka gün yazarım.

Önceki ve Sonraki Yazılar