SELAM VERDİM RÜŞVET DEĞİL DİYE ALMADILAR

Kimi kaynaklara göre 1480 yılında Kerbelâ’da doğan Fuzulî’nın asıl adı, Mehmed bin Süleyman'dı. 10 ve 11 Ocak 1556’da Kerbelâ'da öldü. "Fuzûlî" adını, kimsenin beğenmeyeceğini düşündüğünden kullandığı sanılır. Ama "gereksiz" gibi anlamlara gelen "fuzûlî" kelimesinin başka bir anlamı da "erdem"dir.

"Bayat" adlı bir Türk kabilesinden gelmekteydi. Bazı kaynaklar, dilinin Azeri lehçesine yakınlığı nedeniyle "Azeri" olduğunu yazarlar. "Hadikatüs Süada" adlı eserinin bir kıtasında, kendisi Türk olduğunu belirlemişti: "Tanrım, ben Türk'üm. Türkçe yazmak istiyorum. Benden iltifatını esirgeme." Azeriler Türk değil mi ki?

Türkçe, Arapça, Farsça divanlarında bulunan şiirleri, bu dilleri çok iyi kullandığını, inceliklerini kavradığını gösteriyor. Ama, Türkçe şiirlerinde, sanatının zirvesinde olduğu bir gerçek. Nesrinde de içtenliğinin yüceliğine Türkçe yazdığı zaman ulaşabiliyordu. Örneğin, birçok şair tarafından yazılan "Leyla ile Mecnun"u, Fuzulî de yazmış, onun yazdığı bu mesnevî, diğer yazılanları geride bırakmıştı.

Hayatını Kebelâ'da, Şiilerce kutsal sayılan topraklar üzerinde geçirdi. Şiirlerinin çoğunluğunda tasavvuftan kaynaklanan bir sevgiyi, bir üzüntüyü işlemesi, Kerbelâ olayıyla ilgili ağıtları, Şeriat'ın katılığına karşı çıkışı bu nedenleydi.

Fuzulî’ye göre, şiir, yalnız şiir olsun diye söylenmez, bir görüşü dile getirir. Şiiri özlü ve anlamlı söz oluşturur. Söz bir yaratma unsurudur. Onunla kişi kendini ortaya koyar. Der ki: "Bû ne sırdır kim eder her lahza yoktan vâr söz" Şiirin özünü sevgi, temelini bilim oluşturur. "Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir" der. Sevgiyi evrenin özünü kuran bir unsur olarak kabul eder. Bu sebeple, "evrende ne varsa sevgidir, sevgi dışında kalan bilim bir dedikodudur" görüşünü savunur.

Fuzûlî'ye göre insan "seven bir varlık"tır, bu sevgi Tanrı ile insan arasındaki bağın özünü oluşturur. Varlık türlerinin en yetkini, en olgunu olan insan Tanrı'nın gören gözü, konuşan dili, duyan kulağıdır.

Fuzulî’nin ahlakla ilgili görüşlerinin temeli; doğruluk, iyilik ve erdemdir. Bu üç öğenin karşıtı baskı (zulm), ikiyüzlülük (riyâ) ve bilgisizliktir (cehl).

Fuzuli’nin şikayetnamesinden söz edeyim:

Kanuni Sultan Süleyman, Fuzuli’nin yaşadığı Bağdat’ı alınca (1434), Bir umut belirdi. Padişaha ve çevresindekilere kasideler sundu ve onların iltifatına mazhar oldu. Rüstem Paşa, Mehmed Paşa, İbrahim Bey, Cafer Bey gibi devlet büyükleri de bu övgüden nasiplerini aldılar.

Kanuni’ye Fuzuli’nin kimsesizliği, yoksulluğu anlatıldı. O da Bağdat’taki Osmanlı Vakıflarının ziyadesinden, yani vakfın zorunlu harcamalarından arta kalan paradan günlüğü 9 akçeye gelen bir maaş bağlattı. Ne yazık ki Fuzuli’nin sevinci kursağında kaldı. Devrin memurları, bu parayı ödemek için ondan rüşvet istediler. Zaten fakir bir insandı. Rüşvet verecek parası yoktu. Şikayetnamesini yazdı:

Selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar.

Hüküm gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler. Eğerçi görünürde itaat eder gibi davrandılar ama bütün sorduklarıma hal diliyle karşılık verdiler.

Dedim: – Ey arkadaşlar, bu ne yanlış iştir, bu ne yüz asıklığıdır?

Dediler: – Bizim adetimiz böyledir.

Dedim: – Benim riayetimi gerekli görmüşler ve bana tekaüt beratı vermişler ki ondan her zaman pay alam ve padişaha gönül rahatlığı ile dua kılam.

Dediler: – Ey zavallı! Sana zulüm etmişler ve gidip gelme sermayesi vermişler ki, daima faydasız mücadele edesin ve uğursuz yüzler görüp sert sözler işitesin.

Dedim: – Beratımın gereği niçin yerine gelmez?

Dediler: – Zevaittir, husulü mümkün olmaz.

Dedim: – Böyle evkaf zevaidsiz olur mu?

Dediler: – Asitanenin masraflarından artarsa bizden kalır mı?

Dedim: – Vakıf malın dilediği gibi kullanmak vebaldir.

Dediler: – Akçamız ile satın almışız, bize helaldir.

Dedim: – Hesaba alsalar bu tuttuğunuz yolun fesadı bulunur.

Dediler: – Bu hesap, kıyamette sorulur.

Dedim: – Dünyada dahi hesap olur, haberin işitmişiz.

Dediler: – Ondan dahi korkumuz yoktur, katipleri razı etmişiz.Gördüm ki sualime cevaptan başka nesne vermezler ve bu berat ile hacetim kılmağın reva görmezler, çaresiz mücadeleyi terk ettim ve mey’us ü mahrum guşe-i uzletime çekildim.

"Selâm verdim rüşvet değildir deyu almadılar" diye başlayan Şikayet-nâme'sinde çağının yolsuzluklarını, ahlaka, İslam dininin özüne aykırı davranışları sergilenirken, Türkçe Divan'ında da "zalimin zulm ile akçe toplayıp yardım edermiş gibi başkalarına dağıttığını, oysa cennete rüşvetle girilmeyeceği" anlamındaki mısra’lara yer vermişti. Aradan 600 yıla yakın bir zaman geçti. Neredeeeeen nereye geldik? Bir arpa boyu yol almış mıyız? Diyeceğim ama şimdiki arpaların ve arpalıkların boyunu bilemem ki,

Yazımı Fuzuli’nin beytiyle bitireyim:

Dehr bir bâzârdır her kim metâın arz eder

Ehl-i dünya sîm ü zer ehl-i hüner fazl u kemal

Dünya bir Pazar yeridir ki insanlar ellerindeki malları sunarlar. Dünya ehli altını ve gümüşü pazarlar, hünerli insanlar ise erdemlerini, olgunluklarını sergilerler.

Önceki ve Sonraki Yazılar