Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

SIĞINMACILAR SORUN DEĞİL, MAĞDURDUR!

Suriyeli sığınmacılar iç politikanın aracı haline getirilmek isteniyor.

Ben demiştim, diye konuya başlamak hiç hoş değil, ben de istemiyorum.

Ancak, yıllardır sığınmacıların toplumsal soruna yol açacağı uyarılarımıza kulaklarını tıkayan ve hatta bizi “insafsızlık, vicdansızlık içinde, İslam emirlerine karşı geldiğimiz” şeklinde suçlayanların bugün, şapkalarını masaya koyup, bu “sorun”un müsebbibinin, öncelikle kendilerinin kayıtsızlığının, küçük hesaplarının ve öncelikle de sığınmacıları AB ile finansal pazarlıkların aracı haline getirmeleri yüzünden, yine bizzat kendileri olduğunu kabul etmeleri gerekir.

Sığınmacıların bulundukları kampları terk ederek, ülkeye dağılmalarına göz yuman, vergisiz, sigortasız ve düşük ücretle çalışmalarına seyirci kalıp, üstüne de pişkinlikle “yerli çalışanın sığınmacıların işlerini yapmadığı” gerekçesini medyaya servis ederek, Suriye iç savaşının başında, Şam hükümetine karşı şantaj planı çerçevesinde yaratılan “sığınmacı sorunu”nun ABD ile ilişkilerimiz bozulunca kucağımıza pimi çekilmiş bomba olarak bırakıldığını görmezden gelerek, sığınmacıların ülkedeki statülerini yasal bir çerçeveye oturtmaktan halen de kaçınarak bu sorunu bugünkü haline yönetimi ve bürokrasisi ile bizim getirdiğimizi anlamadan ve kabul etmeden, hiçbir sorunu çözemeyiz!

BU SAVAŞIN MAĞDURU ÖNCELİKLE SURİYE HALKIDIR

Suriye’de halen sona ermeyen iç savaştan en çok mağdur olanlar, devletin kontrol ettiği bölgelerdeki halk ve güvenli bir yer arayışıyla ülkesini terk etmek zorunda kalan sığınmacılardır.

Doğrudur, biz, Lübnan ve Ürdün de bu savaşın bedelini ödeyen ülkeleriz. Kıyas yapmak doğru değil, ama, hepimizin parçalanan Suriye halkının ödediği bedelin ölçülemez ağırlıkta olduğunu kabul etmesi gerekir.

Dolayısıyla, herhangi bir “çözüm önerisi” eğer Suriye halkının acısını hafifletmiyorsa, yükünü azaltmıyorsa, onun çözüm önerisi olmadığını da derhal tespit etmemiz zorunludur.

Bize sahte çözüm önerileri sunanların, gerçek amaçlarını sorgulamak ayrıca görevimizdir.

SIĞINMACI SORUNU BOP’UN ÜLKEMİZE HEDİYESİDİR

Doğru teşhis olmadan, doğru tedavi olamayacağı ilkesiyle, soralım: Ülkemizde çok tartışılan “sığınmacı sorunu” nasıl ortaya çıktı?

Suriyeliler neden ülkemize geldiler?

Avrupa ülkelerindeki “göçmen sorunu” ile benzerlikleri var mıdır?

Bu soruları sormadan, “Suriyeli sığınmacı istemiyoruz!” diye şikayet edenlerin herhangi bir sorunu çözmesi imkansızdır.

Hele ki, bu slogana sığınarak politika yapılıyorsa, o politikacının “fareli köyün kavalcısı”ndan farkı yoktur.

Masalı bilir misiniz?

FARELİ KÖYÜN KAVALCISI

Almanya’da, eğer A2 otoyolu üzerinde Hannover ile Porta Westfalica arasında seyahat ediyorsanız, mutlaka dev bir tabela göreceksiniz. Elinde bir kaval ve peşine takılan farelerin resmedildiği bu tabela, sizi meraklandırıp, Hameln kasabasına yönlendirmek için oraya konulmuştur. Çünkü, Grimm Kardeşler sayesinde tüm dünyada bilinen “Fareli Köyün Kavalcısı” masalının kaynağı bu kasabadır.

Masal bu ya; 13. yüzyılda, kasabayı istila eden farelerden bıkan halk, kasabayı farelerden kurtaracağını iddia eden bir kavalcıyla anlaşırlar. Kavalcı, fareleri gerçekten de kasabadan uzaklaştırır. Ancak, kendisine söz verilen ödemeyi alamayınca, bu kez kasabalılardan intikam almak için, sihirli kavalıyla kasabanın çocuklarını kandırarak, onları ormana götürür.

Masalın bazı anlatımlarında ormana giden çocuklar ölürken, çocukların yeniden bulunduğu gibi, farklı anlatımları da vardır.

SIĞINMACILAR İÇ POLİTİKA MALZEMESİ OLAMAZ!

Suriyeli sığınmacılar, ABD emperyalizminin ülkemize “hediye ettiği” bir sorundur. Sığınmacılar üzerine yapılan bir tartışma sorunun kaynağını görmüyorsa veya değinmiyorsa, doğru çözüme ulaşması da imkansızdır.

Ne yazık ki, “Suriyeli sığınmacı istiemiyoruz!” sloganının arkasına sığınan politikacı ve kalemşörlerin büyük çoğunluğu bu sorunun yaratılmasında ABD’nin rolünü görmezden geliyorlar veya ıskalıyorlar.

Halbuki, sorunu yaratan ABD’yi hedef almaksızın, sorunu nasıl çözeceksiniz? Suriye’yi parçalamak üzere plan yapan ABD’nin bu sorunun çözümünde bedel ödeyen taraf olması gerekirken, iç politika hesaplarıyla, bedeli Türkiye’ye ödetmeye kalkışmak, tam da “fareli köyün kavalcısı” rolünü üstlenmek değil midir?

SURİYE SIĞINMACILARI KABUL EDECEK Mİ?

Sığınmacı sorununu iç politika malzemesi olarak istismar eden politikacılara şunu da sormak lazım: Acaba, Suriye devleti sığınmacıları kabul edecek midir?

Çünkü, bu istismar üzerinden siyaset yapanların da çok iyi bildiği gibi, Suriye devleti Türkiye’nin sığınmacılarla başının belada olduğunu görüyor ve bu durumu kendi lehine bir avantaj olarak kullanmak istiyor. Yani, ABD’nin Şam’a şantaj olarak tasarladığı “sığınmacı sorunu” bugün Şam’ın elinde Türkiye’ye karşı bir koz haline geldi.

Suriye devleti, iç savaşta Türkiye’nin teröristlere destek verdiğini iddia ediyor. Şam’a göre, Türkiye’de bulunan sığınmacıların içerisinde önemli bir teröristler ve/veya teröristlere destek veren kesim var.

Daha da önemlisi, birkaç gün önce bir televizyon kanalında Suriyeli gazeteci Sarkis Keserciyan’ın da belirttiği gibi, Suriye büyük bir ekonomik kriz yaşıyor ve sığınmacıları kabul edecek maddi kaynaklara sahip değil. Keserciyan, Suriye’deki ekonomik krizi ifade etmek için bir karşılaştırma yaparak “siz bugün, bizim yaşadığımız krizin ancak yüzde 5’ini yaşıyorsunuz”, diyor.

Gerçekten de, bugün yaklaşık 17 milyon nüfusa sahip olduğu belirtilen Suriye’ye, sığınmacı olarak farklı ülkelerde yaşayan yaklaşık 10 milyon Suriyelinin katılması demek, Suriye devletinin bugünkü haliyle yönetilemez hale gelmesi demek olur. Dolayısıyla, Şam’ın sığınmacıları almamak konusunda inatçı bir profil sergileyeceğini hesaba katmak zorundayız.

Çok basit, herkesin ulaşacağı kaynaklardan tüm bu bilgilere erişmek mümkün iken, ülkemizde “Suriyeli sığınmacı istemiyoruz!” sloganı ile politika yapmak, aslında sığınmacı sorununu çözmek değil, tersine bu sorunu Kürt sorunu gibi, sosyal bir karışıklığın aracına dönüştürmeyi amaçlamak anlamına gelmiyor mu?

Hadi, iyimserlikle soralım: Niyetiniz bu olmasa da, “Suriyeli sığınmacı istemiyoruz!” sloganı ile yapacağınız politikanın, sonunda böyle bir karışıklığın fitilini ateşleyeceğini görmüyor musunuz? 

NE YAPMALI?

Hatırlayalım; 21 Eylül 2019’da, BM Genel Kurulu’nda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye topraklarında “güvenli bölge” kurularak, sığınmacıların buralara yerleştirileceğini belirtmişti.

Ancak, daha başından itibaren ABD ve Batı bu planın desteklenmesi bir yana, tersine başarısız olması için her türlü girişimde bulundu.

Çünkü, “güvenli bölge” fikri, Suriye'yi bölme ve bağımsız Kürt bölgesi kurma planını suya düşürecekti!

Suriye tarafı da, hem ülkenin toprak bütünlüğü esasının çiğnendiği ve hem de “Suriye’nin bir başka bölgesinden gelen sığınmacıların Fırat’ın doğusunda başkalarına ait tapulu arazilerine, evlerine yerleştirilmesinin uluslararası hukuka aykırı olduğu” gerekçesiyle, bu plana itiraz ediyor.

Dolayısıyla, Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda ifade ettiği gibi, gereken 40 milyar Doları bulamadığı ve projenin en iyimser ifadeyle dahi, TOKİ’nin kapasitesinin çok üzerinde olması nedeniyle, sığınmacıları Suriye topraklarında oluşturulan “güvenli bölge”ye taşıma planını hayata geçiremedi.

Halbuki, Türkiye boş hayallerle kaybettiği aynı süre içerisinde, sığınmacıların ülke içerisindeki statülerini belirleyecek yasal düzenlemeleri yapıp, sosyal ve ekonomik tedbirlere ağırlık verseydi, bugün Suriye devleti ile çözülecek sorunlar masada dursa da, en azından sığınmacıların ülke içinde belirli bölgelerde yoğunlaşmalarının önüne geçilir, ucuz işgücü olarak iş piyasasını bozmaları önlenir, çocuklarının topluma ve sosyal hayata entegrasyonları hızlandırılmış olur ve böylece sığınmacıların sosyal bir soruna dönüşmesi de engellenmiş olurdu.

Ne yazık ki, siyaset ve bürokrasi sınıfının “yumurta kapıya dayanmadan” sorunları ele alıp, çözüm üretme alışkanlığı yok.

Ancak deprem olunca, ne yapmamız gerektiğini, ancak orman yangınları afete dönüşünce söndürme helikopterlerimizin olmadığını, ancak seller ilçelerimizi, mahallelerimizi yutunca dere yataklarına inşaat izni vermenin katliama davetiye çıkarmakla eş anlamlı olduğunu anlıyoruz.

Elbette, hem halkın ve hem de devletin deneyimi ve basireti “fareli köyün kavalcılarına” şans tanımayacak ferasetini gösterecektir.

Kürt sorunundan ve Alevi sorunundan ülkede kargaşa çıkaramayanların, sığınmacı sorunundan fitne yaratma çabaları da boşa çıkacaktır.

Ama, siyaset ve bürokrasinin de, Ataol Behramoğlu’nun dizelerindeki gibi, “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” diyebilmesinin zamanı gelmedi mi, artık?

Önceki ve Sonraki Yazılar