ŞU KARŞIKİ KARLI DAĞLAR

Dünkü yazımı şöyle bağlamıştım: “Kara kış, karlı dağlar, halk hikâyelerimizde de yer alır. Ruhsatî’nin “Kerem gibi yanam” sözü bana Kerem’in Laleli dağında tipiye tutulmasını hatırlattı.” Bugünkü yazıma Kerem’le başlayacağım. Kervan Kıran yıldızına doğru yol alacak, şiir fırtınası altında nostalji ateşi yakacağım. Umarım içiniz ısınır.

Aslı’yı bulmak için Sivas’tan Kayseri’ye doğru yola düşen Kerem ile Sofu, Laleli dağında tipiye tutulurlar. Öyle bir tipidir ki, göz gözü görmez. Rüzgârın uğultusu kulakları sağır eder. Savurduğu karlar insanın yüzüne kırbaç gibi çarpar. Yol gösterecek ne in ne cin vardır. Tipi değil sanki Nuh’un tufanıdır. Atları Al rüzgârla, Ak yağmur yıkılıp kaır. Damarlarındaki kan donmuş, cansız bedenlerinin üzerinden karlar savrulmuştur. Güç belâ bir mağara bularak içine sığınırlar. Bir gün, iki gün, üç gün... Tipinin duru durağı yoktur. Kerem de Sofu da atlarının ölümüne çok üzülürler: Kerem atlarına ağıt düzmektedir:

“…..Söylemeye ederim ar,

Dayanılmaz bir çilem var.

Bu mağrada Kerem naçar

Al rüzgâr ile ak yağmur.”

Tipi dinmek bilmez. Bir süre sonra atlarının ölümünü unutur, kendi canları korkusuna ve kara karamsarlığa düşerler. Bir yere gitmeleri, dışarıya adım atmaları imkânsızdır. Kerem, Aslı’yı düşünür; “Demek ki gülümüz, artık ahrette açacak. Kavuşmamız mahşere kaldı.” diye inler. Alır sazı eline söylemeye başlar:

“Laleli dağında yolum azdırdım,

Çağırırım kadir Mevlâ aman hey!

Bir yanımda yağmur yağar kar serper,

Bir yanımda yüce dağlar duman hey!.

Eğilir, dağların başı eğilir,

Derdim artar yaralarım yeniler

Gözüm görmez kulaklarım çınılar

Kadir Mevla benim halim yaman hey!.... ”

Kerem’in sözü bitirir ki, kar yerine sanki kor yağar. Kayalar buram buram terlemeye başlar. Bir derviş peyda olur. Bu ulu kişi onları Laleli Dağlarından kurtaracaktır. (Detayları eğer bulabilirseniz benim “Kerem ile Aslı” kitabımdan okuyabilirsiniz.

“Ah niye doğdun, sarı yıldız, mavi yıldız dön dön…” nakaratlı “Kervan Kıran” türküsünün hikâyesini bilirsiniz. Kısaca hatırlatayım: Kayseri-Sivas arasında Lelali Beli’nde erken doğan yıldız, kervanın yola çıkmasına sebep olur. Tipiye yakalanan kervan donar. Bahar gelince eriyen karların altından cesetleri çıkar.

Gurbet ve sıla duyguları halk şairlerimizin ana temasıdır. Turnalar gurbetten sılaya, sıladan gurbete haber götürüler. Yol vermez karlı dağlar ise aradaki engeldir. Onun için özleminin kefaretini karlı dağlar üzerine yığmamış halk şairi yok gibidir.

“Şu karşıki karlı dağlar” motifiyle başlayan manileri, koşmaları alt alta koysanız bir kitap oluşturur.

Birkaç mâni aklıma geldi:

“Şu karşıki karlı dağlar / Başı dumanlı dumanlı / İkilikte yar sevenin / Göynü gümanlı gümanlı.”

“Şu karşıki karlı dağlar / Pare pare duman şimdi / Sevişmesi bir hoş ama / Ayrılması yaman şimdi.”

“Kar yağar bembeyaz / Geceler pek ayaz / Ben seni alacağım / Gelse bahar yaz”

“Kar yağar kürek ister / Meyveler direk ister / Yârim hamamdan çıkmış / Öpmeye yürek ister…”

Bir ışık özlemiyle gökyüzüne bakıp, Ceyhun Atuf Kansu gibi duygularınızı dizelere şöyle aktarabilirsiniz:

“Tam bana göre bu hava / Bekliyorum kar yağacak / Bulutlar indi inecek./ Bekliyorum yollar kapanacak / Kurt sürüleri derin ormanlardan / Bekliyorum peşime düşecek. / Bir ışık görüyorum ileride, / Oraya doğru yürüyorum, / Bir ışık aşk ışığı dost ışığı / Benim için yakıp bırakmışlar, / İtince usuldan kapıyı / Isınacağım ocak, orada. / Kar bulutlarında bir düş / Bölüyorum bu düşün yüreğini / Sıcacık bir kan akıyor / Yaşıyor diyorum yaşıyor hâlâ, / Söndürmeyi unutmuştur. / Kurt seslerini duyuyorum / Ormanı yalnız geçeceğim / Bulutların karanlığından kar / Akça-kavaklara kar düşüyor / Duruyor, yeniden bakıyorum /Yanılmıyorum, ışık orada.”

En güzel kar şiirlerinin birisi bin bir anıyı çağrıştıran Ahmet Muhip Dranas’ındır.

“Kardır yağan üstümüze geceden

Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,

Ormanın uğultusuyla birlikte

Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte

Kar yağıyor üstümüze, inceden.

Sesin nerde kaldı, her günkü sesin,

Unutulmuş güzel şarkılar için

Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan,

Rüzgâr gibi ta eski Anadolu dan

Sesin nerde kaldı? Kar içindesin!

Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!

Uyandırmayın beni, uyanamam.

Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,

Allah aşkına, gök, deniz aşkına

Yağsın kar üstümüze buram buram...

Buğulandıkça yüzü her aynanın

Beyaz dokusunda bu saf rüyanın

Göğe uzanır- tek, tenha- bir kamış

Sırf unutmak için, unutmak ey kış!

Büyük yalnızlığını dünyanın.

Cahit Sıtkı Tarancı, karla kendini eş tutmuş: “Yağan beyaz bir sükut, bir mahşerdir sanki kar!” bir hicret sevdası gibi ruhunu sarmış ve kaynaşırmış: “ Şimdi yağan kar değil, ruhumdur kar yerine.” diyor. “Karın içinde yanan karı anlamak” ancak Sezai Karakoç’u anlamakla mümkündür.

Benim bir şiirimde ise türkülerdir kar beyaz olan:

“Dostun tezgâhında, sitemler dokur, / Vuslata yetirir, dualar okur / Anam sütü gibi tertemiz olur; / Ak-pak kar beyazdır türkülerimiz…”

Her şeyin bir realitesi var. Bertolt Brecht şiirinde karın yağmaya başladığını haber verdikten sonra burada kimler kalacak diye soruyor ve “Eskisi gibi gene / taşlarla yoksullar” yanıtını veriyor.

Evet, anılar: Pencerelerimizde beyazın en ak renkleri. Çocuklar, çığlık çığlığa, cıvıl cıvıl.. Bıyıkları beyaza kesmiş aksakallı dedelerin paltolarının eteklerinden evlerin sofalarına dökülen yumuşacık kar taneleri. Anaların karla süpürdükleri halılar. Kat kat yorganla ısınmanın tadı. Siz, ağustos ayında, kar kuyularından getirilip satılan karın ve onun pekmezle yapılan helvasının tadından haberiniz var mı?

Kar taneleri, şairlerimize esin kaynağı olmuş. Nazlı birer gelin gibi süzülürler yere. Göğün ve Güneş’in elçileri gibidirler. Her birinin ayrı bir geometrik şekli olduğu söylenir. Neşesini duyumsarız. Melankolik bir manzara oluverir.

Kar ve kışlı şiirlere yarınki yazımda da devam edeceğim. Diyeceğim ki, “….Yalınca bir dağ başında / Ellerime kar yağıyor”

Önceki ve Sonraki Yazılar