Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

SÜMER TİLMAÇ'A ÖVGÜ

Beyoğlu daha Beyoğlu idi ve Sıraselviler Caddesi Türkiye’nin vitrini olarak görülen bu ilçenin en önemli kültürel etkinliklerine ev sahipliği yapıyordu. Bugün hiç de sevimli olmayan çağrışımlarla hizmet veren Yakut Otel’in olduğu binada, 12 Kasım 1961 yılında, bize son olarak Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) gibi bir yüz akını hediye eden Türk Tiyatrosu’nun en devrimci kişiliklerinden Asaf Çiyiltepe, adı sonradan Arena Tiyatrosu olarak değiştirilecek Meydan Sahnesi’nin kuruluşunu ilan ediyordu.

Ani Şahnazar’dan Remzi İnanç’a, Tuncer Necmioğlu’dan Attila Tokatlı’ya kadar pek çok birinci sınıf oyuncunun yurdu olan Arena, perdelerini Çiyiltepe’nin bizzat çevirdiği, Alfred Jarry’nin kara gülmecesi ‘Kral Übü’ ile açtığında, İstanbul’da yüksek standartlarda bir sanat tiyatrosunun da habercisi olmuştu.

Sanat ve tiyatro aşığı her genç için “ilk adres” olan Arena’nın kapısından 1964 yılında, daha on altısında, bıyıkları yeni terlemiş bir delikanlı girdi. Yüreği kıpır kıpır, tiyatro sevdalısı bu genç Sümer Tilmaç’ta başkası değildi. Giriş o giriş! Asaf Çiyiltepe ile birlikte, Ergün Köknar, Mehmet Güleryüz, Tunca Yönder gibi ağabeylerinin arasında Kanlı Nigâr, Yedi Kocalı Hürmüz, Keşanlı Ali Destanı gibi başat oyunlar da olmak üzere 60’ın üzerinde oyunda sahneye çıktı.

Kendisini hemen sevdiren, çevresi ile uyumlu ve gelecek vaad eden bu gence usta oyuncular da kalpten yardımcı oldular. Daha 20’sinde, Sümer Tilmaç İstanbul Belediye Konservatuarı’ndan mezun oldu. Münir Özkul, Gazanfer Özcan ve elbette büyük usta Asaf Çiyiltepe’nin emekleri boşa gitmemişti.

Oyunculuk sanatı hakkında bitmeyen tartışmalardan geriye kalan iki ilke vardır: ya yansılamaya dayanan bir rol çıkarırsınız, ya da kendi kumaşınızdan bir karakter yaratırsınız. Sümer Tilmaç, sahnede veya sinemada rol kesmek zorunda kaldığında hep küçülmüş, silikleşmiştir. Çünkü, hamurundan kaynaklı diyelim; ‘mış gibi’ bir oyunculuk ona hep yabancı kalmıştır. Ama, kendi fiziği ve tavrı ile rolünden bir karakter çıkardığında ise devleşmiştir. Kendi cüssesine sığmayan tiplemeler yaratmıştır.

Sinemada ilk rol aldığı filmlerden birisi olan 1976 yapımı ‘Meraklı Köfteci’de, Sümer Tilmaç’ı hatırlamak imkânsızdır. Kemal Sunal’la zorla evlendirilen kızın ağabeyi rolünde varlığı ile yokluğu belli olmaz. Buna karşılık, 1987 yapımı ‘Tırpan’da, yönetmen ve senarist Yavuz Yalınkılıç’ın bütün bildik ‘Yeşilçam göstergelerine’ rağmen ve neredeyse yönetmenle savaş içerisinde bir karakter yaratmaya soyunur.

Sümer Tilmaç son dönemde Hemşo, Gönül Yarası, Hababam Sınıfı, Maskeli Beşler gibi filmlerle bir bakıma yeniden doğdu. Sinema, Sümer Tilmaç’ı zamanla daha çok sevdi. Hatta, sinemanın en çok rol alan oyuncularından oldu. Bir yıl içinde 4 – 5 filmde birden oynuyordu.

Ama, bu başarısına rağmen, hayatının tek ödülü olan ‘Sadri Alışık En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’ ödülünü, 2002 yılında, uzun soluklu arkadaşı Levent Kırca’nın bir bakıma ‘inat filmi’ olarak anılması gereken ‘Son’da oynadığı kaçık otobüs şoförü rolüyle aldı.

Ömrünü, kendisinin de sürekli belirttiği gibi, ‘halk sanatçısı’ olabilmeye adamış, oyunculuğu paraya giden yolda bir araç olarak görmeyen, ama gerçekten bir sanat olarak tanımlayan, sinema söz konusu olunca ‘hayır’ sözcüğünü lügatten silen o sevimli dev adam yok artık.

Sinemada yeri her zaman aranacak özellikte tipleme yaratabilen çok az ‘yardımcı oyuncu’ vardır.

Sümer Tilmaç, sinemamızda güçlü karakterler çizebilen az sayıda sanatçılardan birisiydi.

Ardında, kendisini unutmayacak, arayacak ve örnek alacak çok sayıda oyuncu bıraktığını biliyorum.

Bence, aldığı en büyük ödül, vefalı dostlarının varlığıdır.

Ruhun şad olsun, usta.

Önceki ve Sonraki Yazılar