Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

SURİYE POLİTİKASINDA DÖNÜM NOKTASI

Rusya Ukrayna’da askeri operasyonlara başladığında, zamanlaması Rusya için en kötü, ancak ABD ve Batı için en uygun tarihi seçmek zorunda kalmıştı.

Ukrayna’nın NATO üyeliği talebinin bir sonraki NATO Devlet Başkanları toplantısında ele alınması demek, Rusya’yı, bu girişimi engelleme stratejisinde askeri seçenekleri kullanma konusunda tamamen kısıtlayacaktı.

Bir anlamda, Rusya için, askeri operasyon seçeneğini teslim olmadan önceki son hamle olarak değerlendirebiliriz.

Her ne kadar, Rusya’da “devlet aklına yakın çevreler” Ukrayna’daki askeri operasyondan başarı öyküleri yazsalar da, gerçek olan şu ki, Rusya “savaş bilimi” çerçevesinden değerlendirildiğinde, sınıfta kalmış, görünüyor.

Bu “gerçek”, Ukrayna savaşı lehine sonuçlansa dahi, Rusya’nın başına orta vadede büyük belalar açma potansiyeline sahiptir demek, sanıyorum, kehanet sayılmaz.

RUSYA, YURTDIŞINDAKİ ASKERİ KUVVETLERİNİ GERİ ÇAĞIRIYOR

Ancak, Rusya’nın an itibariyle “kazanmak zorunda olduğu barış” için daha çok savaşmak zorunda kaldığı da, başka bir gerçek!

The New York Times, geçen hafta St. Petersburg’da bulunan Serafimovskoe Mezarlığı'nda törenle defnedilen Tümgeneral Vladimir Frolov’un, iki aydan biraz fazla süren çatışmalarda Ukrayna'da öldürülen toplam 12 Rus generalden biri olduğunu yazdı.

Batı basınında yer alan iddialara göre, Rus ordusunun en seçkin subaylarından birisi olarak kabul edilen, Genelkurmay Başkanı Valeri Vasilyeviç Gerasimov dahi, geçen hafta ziyaret ettiği Ukrayna’nın İzyum şehrinde ölümden kıl payı kurtuldu!

Üst düzey askeri personelin öldürülmesi, sadece askeri operasyon kapasitesini azaltmakla kalmıyor. Aynı zamanda, hem orduda ve hem de toplumda askeri başarıya olan inancı zayıflatıyor.

Anlaşılan o ki, Rusya bu kadar kısa bir süre içerisinde tam 12 generalini kaybetmenin telafisini sağlamak amacıyla, yurtdışında kiritik alanlara bulunan seçkin muharip kuvvetlerini de Ukrayna’daki askeri operasyona dahil etmeye karar vermiş.

Yine basında yer alan bilgilere göre, Rusya, Ermenistan, Tacikistan ve Güney Osetya’da konuşlanan askeri birliklerini geri çekiyor.

Daha da önemlisi ve bu yazıyı yazmamıza neden olan haber ise, İsrail istihbarat sitesi “DEBKAFile”da yer alan bir iddia idi. İddiaya göre, Rusya’nın Suriye’de kullandığı Hmeymim, Kamışlı, Deyrizor ve T4 hava üslerinde Rus askerleri toplanarak, ülkeye gönderiliyordu.

Yani, Rusya Suriye’deki askeri varlığını sonlandırmasa da, en azından azaltacaktı!

SURİYE’DE KARTLAR YENİDEN DAĞITILABİLİR Mİ?

Rusya’nın askeri personel sayısını Suriye’de azaltması, her şeyden önce, ülkedeki karışık ittifaklar ve gelecek planlarını derinden etkileyeceği açıktır.

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın 9 Mayıs’ta Tahran’da İran’ın en üst düzey yönetimi ile biraraya gelmesini de bu bağlamda değerlendirmek gerekir.

Görüşmelere ilişkin İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan’ın resmi haber ajansı İRNA’ya yaptığı “İsrail’in bölgede rol üstlenmesine izin verilmeyeceği” vurgusu ile birlikte, “Sayın Esad’ın muradına erdiği”ni belirterek “ilişkiler askeri yönden uzaklaştı ve ticari ve bilimsel alanlara dikkatler daha çok çekildi. Ayetullah Hamanei bugün ... terör savaşından başarı ile çıkan Suriye'nin ekonomik savaştan da başarı ile üstün çıkacağını ifade etti” şeklindeki ifadeleri, masada daha çok Suriye’nin yaşadığı derin ekonomik krize odaklı talepler olduğu izlenimi veriyor.

İRNA haberinde yer alan, İran İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamaney'in Suriye Cumhurbaşkanıyla görüşmesinde, “Bazı komşu ülkelerimizin liderleri Siyonist İsrail rejimi liderleriyle oturup kalkıyor. Onlar birlikte kahve içiyor ancak aynı ülkelerin milletleri Kudüs gününde sokakları doldurup Siyonistlere karşı slogan atıyor. Bölgenin bugünkü gerçeği budur” sözlerine yer verilmesi, İran’ın Suriye’nin jeopolitiğinde daha fazla rol alacağına işaret ediyor.

ŞAM YÖNETİMİ YPG İLE ANLAŞACAK MI?

Bizzat Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un da devreye girmesine rağmen, Suriye YPG ile uzlaşamıyor. Aslında, bu durumu, Ukrayna’daki Zelenski’nin durumuna benzetebiliriz. Nasıl ki, Zelenski Rusya ile masaya oturamıyorsa, YPG de aynı gerekçelerle Suriye ile masaya oturamıyor.

Ancak, Ukrayna’da askeri operasyonu tercih eden Rusya, Suriye’ye uzlaşmayı öneriyor!

Dikkatten kaçırmamamız gereken bir başka nokta; Türkiye’nin Suriye’de varlık gerekçesinin terörizm ve etnik ayrılıkçılık oluşu, bir anlamda Şam yönetiminin de YPG’ye karşı elini güçlü kılıyor.

Öte yandan, Nisan ayının başında, merkezi Washington’da bulunan düşünce kuruluşu Wilson Center’da düzenlenen bir toplantıda, özellikle Suriye’nin doğu bölgelerinde halen etkin olan IŞİD’in geleceği ile ilgili olarak konuşan ABD Savunma Bakan Yardımcısı Dana Stroul, kendilerinin Suriye'nin kuzeydoğusunda bulunmalarının “yetkisinin” IŞİD'i bozguna uğratmak için olduğunu belirterek, “Nihayetinde ortaklarımızın hedefi, IŞİD'in Irak ve Suriye'de yeniden güçlenmesini önlemek için bağımsız olarak baskıyı sürdürebilmek. Ancak gerçek şu ki, bu kısa vadede elde edilemeyecek, bu nedenle her politika ve strateji belgesinde, Irak ve Suriye'deki varlığımızı sürdürme taahhüdümüzü vurgulamaya devam ediyoruz” dedi.

Bu ifadelerin tercümesi, ABD’nin Suriye’deki askeri varlığını sürdürme kararıdır ve YPG’nin neden Şam yönetimi ile uzlaşmayacağının da somut kanıtıdır. ABD Suriye’deki varlığını “IŞİD tehlikesi” üzerinden YPG’ye borçludur.

Dolayısıyla, Suriye’yi terk etmeyecek bir ABD’nin de YPG’nin Şam yönetimi ile uzlaşmasına izin vermeyeceği açıktır.

SURİYE’NİN GELECEĞİ HALEN BELİRSİZ

Her ne kadar 28 Mayıs’ta Cenevre’de Suriye’nin yeni anayasası görüşmelerinin yeni turu yapılacaksa da, Suriye’de istikrar ve yeniden toprak bütünlüğünün sağlanmasına yönelik etkili adımların atılacağını beklemek hayal olurdu.

Dolayısıyla, “IŞİD havucu” ile YPG’ye koruma sağlamak için uydurduğu sahte “yetkilendirme”yi sürdürecek olan ABD’nin nihai hedefin Suriye’nin parçalanması olduğunu anlamak için özel yetenek sahibi olmaya da gerek yok.

Her şey gözümüzün önünde oluyor.

Bu gerçeği elimizde tutarsak, İran’ın Suriye’deki etkinliğini “İsrail’in bölgede rol üstlenmesine izin verilmeyeceği” cümlesi ile açıklaması da şaşırtıcı olmamalı.

Aynı şekilde, İran İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamaney’in Suriye Cumhurbaşkanı Esad’la görüşmesinde kullandığı “Bazı komşu ülkelerimizin liderleri Siyonist İsrail rejimi liderleriyle oturup kalkıyor. Onlar birlikte kahve içiyor ancak aynı ülkelerin milletleri Kudüs gününde sokakları doldurup Siyonistlere karşı slogan atıyor. Bölgenin bugünkü gerçeği budur” sözleri de, İran’ın Suriye’de daha fazla üstleneceği siyasi role işaret ediyor.

TÜRKİYE’NİN SURİYE POLİTİKASINDAKİ BELİRSİZLİKLER

Rusya’nın askeri güçlerinin bir kısmını Ukrayna’ya kaydırması ile hareketlenen Suriye hamlelerinde, en sessiz ülke ise, Türkiye.

Gerek iktidarın görüşlerini kamuoyuna taşıyan gazeteciler ve gerekse güvenlik bürokrasisinin açıklamalarını takip ettiğimizde, Türkiye’nin Rusya, ABD, İran ve İsrail’in yoğun hamlelerle stratejik değişikliklere gittiği ortamda, sadece seyirci pozisyonunda kaldığını görüyoruz.

Elbette, bunun bir sebebi, iktidarın Suriyeli sığınmacılarla ilgili politikalarının toplumda büyük tepki yaratması sonucunda, gelinen durumdur. Ortadoğu’da sadece Türkiye’de Suriyeli sığınmacılar ciddi bir iç politika malzemesi haline getirildi.

Birleşmiş Milletler verilerine göre, Suriye’ye komşu ülkelerde yaklaşık 5 milyon 600 bin sığınmacı barınıyor. Bunların 3 milyon 700 bini Türkiye’de, 850 bini Lübnan’da, 250 bini Irak’ta, 150 bini Mısır’da ve 650 bini Ürdün’de yaşıyor.

Türkiye, Suriye’deki iç savaşın neden olduğu göçün başladığı 2011 yılından bu yana, sığınmacılarla ilgili olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da Afganistan’dan gelen göç akımı tartışmalarında vurguladığı gibi, “göçün finansmanı” konusuna odaklandı.

Ancak, iktidar göçün özellikle de kendi yurttaşlarında yarattığı sosyal, psikolojik ve ekonomik yıpranmaya ve ortaya çıkan sorunlara dikkatini vermedi.

Bugün yürütülen tartışmalara hakim olan huzursuzluğun asıl kaynağının, iktidarın 10 yılı aşkın süredir, kendi yurttaşlarına Kur’an ayetlerinden alıntı yapmak ve sabır telkin etmek dışında bir çözüm üretemeyişi olduğunu da gözden kaçıramayız.

Diyanet İşleri Başkanı tarafından yapılması gereken açıklamayı iktidar yaparsa, yönetimin alması gereken önlemleri kimin alacağı, haliyle belirsiz hale geliyor!

Sonuç olarak, tüm Ortadoğu ülkeleri (+ ABD) Suriye’de Rusya’nın askerlerini çekerek boşaltacağı alana odaklanmışken, Türkiye kendi yurttaşları ile Suriyeli sığınmacılar tartışmasına hapsolmuş durumda.

Başka bir şekilde ifade edersek, Suriye’de barışın sağlanması için rol alması gereken en kritik dönemde, Türkiye iç politik kulvarda zaman yitiriyor, diyebiliriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar