Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

TÜRKDİLLİ HALKLARIN ORTAK MÜZİK ÇALGILARI

Azerbaycan Kültür Bakanlığı’nın Bilimsel Metodoloji ve Uzmanlaşma Merkezi (MEMİ), isteyen herkesin de izleyebildiği, ama esas olarak Bakanlık görevlilerine yönelik olarak çevrimiçi konferanslar, seminerler ve çalıştaylar düzenliyor.

Bu etkinliklerin temel amacı, Türk kültürü alanında birikimi artırarak Bakanlık görevlilerinin uzmanlık kapasitelerinin artırılması.

Takdir etmek gerekir ki, Azerbaycan Kültür Bakanlığı, bu çalışmalarında Türk Dünyası'nın her yöresinden konunun uzmanlarını biraraya getirmeyi adeta görev haline getirmiş.

Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, İran, Pakistan, Türkiye; her nerede olursa olsun; verilecek seminerin konusuna vakıf ve Azerbaycan'a katkı verecek uzmanları bulmak konusunda ayrıca maharetli ve tecrübeli olduklarını da eklemeliyim.

Azerbaycan Kültür Bakanlığı'na ve Bilimsel Metedoloji ve Uzmanlaşma Merkezi yöneticilerine, çalışmalarında bana da sunum yapma imkanı tanıdıkları için, öncelikle sonsuz şükranlarımı sunuyorum.

Anadolu’da Türk kültürünün çeşitli özellikleri ile ilgili benim de çeşitli zamanlarda sunum yaptığım bu etkinliklerin sonuncusu “Türkdilli Halkların Ortak Müzik Aletleri” başlığı altında düzenlendi.

Ancak, bu kez sunumumu Anadolu müzik çalgıları ile sınırlı tutmadım ve Türk çalgılarının tarihsel gelişimine dair bir perspektif sunmayı önemsedim.

Bilim ve metodolojide bugün için en önemli sorunumuzun makro çerçevenin tanımlanması olduğunu düşünüyorum.

BAŞLAMADAN ÖNCE BİR DERKENAR

Bir tespit ve bir temenni ile başlarsak; Türk müzik çalgılarının tarihi konusunda araştırmalar yok denecek düzeydedir ve bu alanda, akademisyen arkadaşlarımızdan katkılar bekliyoruz.

Şunu da not olarak buraya kaydedeyim ki; bir Türk Müzik Çalgıları Müzesi kurulması için uzun yıllardır çaba gösteriyorum. Ancak ne devlet ve ne de yerel yönetimlerden bir destek göremedim. Hatta, çoğu kez randevu taleplerimize bile cevap verilmedi! 

Ülkemizde, ne yazık ki, müzik bilimi, Batı üniversitelerinden yayılan “etnomüzikoloji” ile zehirlenmiş durumdadır.

Umarız, yeni kuşakta gerçekten Türk müziği alanına yoğunlaşan çok sayıda akademisyen yetişir.

Türkiye'nin ve Türk coğrafyasının ihtiyacı budur.

TÜRKLERİN İLK ÇALGISI HANGİSİ?

Türk müzik tarihine giriş yapmak isteyen her meraklı kişinin ilk sorması gereken soruda, ne yazık ki, çoğunlukla doğru cevap verilmiyor.

Nedense, ilk Türk çalgısı sorusu ortaya atılınca, herkesin aklına da ilk “kopuz” geliyor.

Doğrudur, dünyada hiçbir halkta rastlanmadığı biçimde ve yaygınlıkta, bir müzik aletinin kutsanması Türklerde vardır ve bu çalgı kopuzdur.

Ancak, biraz dikkatli bir araştırmacı, hem Avrupa ve hem de Çin kaynaklarında Türklerin kullandığı ilk çalgı (lar) nın ismini bulacaktır.

Bilindiği gibi, Türklerin askeri saldırılarda, hem bir silah gibi ve hem de bir iletişim aracı olarak kullandıkları aktarılan iki “alet” vardır. Bunlardan birincisi davul, ikincisi ise zurna (burga) dır.

Türkler, Avrupa’nın resmi tarihine göre M.S. 375’den itibaren Avrupa’ya geldiler. Avrupa’nın kuzeyindeki cermen ( daha sonra, zaman içerisinde anglo-sakson) halklarının Odin ve oğlu Thor gibi mitolojik “tanrı figürleri”nin kökenlerine de baktığımızda, davulun işlevi ve kökeni hakkında tüm araştırmalar bizi Asya’ya; daha doğrusu Asya’nın kuzeyli halklarına götürüyor.

Bugün “Türk” çatı kavramı ile tanımladığımız bu halklar davulu ve “zurna” (burga) yı hem baskına gittikleri yerleşim yerlerinde ve/veya hem de askeri topluluklarla savaşırken kullanmışlar.

Bu çalgıların temel “askeri işlevi” bir yandan rakip topluluğa korku vermek, şaşırtmak, etkisizleştirmek olurken, aynı zamanda toplanma, hücum, geri çekilme ve diğer taktiksel komutların tüm savaşçılara iletilmesinde de kullanılmış.

Türklerde, askeri işlev amaçlı olarak bir “çalgı takımı”, yani orkestra oluşturulduğunu, M.Ö. 4. yüzyılda kurulmuş olan Büyük Hun Devleti’ne ait belgelerden biliyoruz.

En azından bu tarihi “kerteriz alarak” hem müziğin sistematize edilişinin (tempo ve makam disiplini), hem de orkestrasyonun, yani, “grupsal müziğin” Türklerde, örneğin Avrupa ve Ortadoğu halklarından yüzlerce (en az 1000) yıl önce gerçekleştiğini öne sürebiliriz.

Grupsal müziğin uygarlık tarihindeki yeri hakkında bir fikir oluşturmak için, ritimden sese, sesten ezgiye, ezgiden makama, makamdan grup/takım/orkestra müziğine ilerleyişin insanlık tarihindeki zorlu aşamalarını (buna evrim diyoruz) lütfen göz önünde bulundurunuz.

Buraya eklememiz gereken önemli bilgi; Türklerin davul ve zurna (burga) yı sadece askeri amaçlı olarak kullanmadıklarıdır.

Türk yönetim sistemi olan Kurultayların duyurulmasında, açılış ve kapanışlarında, tapınma, büyü, sağaltım gibi kısmen metafizik alanda, düğün, cenaze, doğum ve benzeri alanlarda çok erken dönemde ritüeller oluştuğunu ve her iki çalgının da bu ritüellerin temel figürleri olduğunu belgelerden öğreniyoruz.

Bugün şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Hindistan ile Sibirya, Pasifik ile Atlantik arasındaki sahada davul ve zurna (burga) nın olduğu her yerde “Türk izi” bulmak mümkündür.

MEDENİYET TAŞIYICISI OLARAK ÇALGI ALETLERİ

Piyanonun M.S. 1698’de Bartolomeo Cristofori tarafından “icat edildiğini” biliyoruz.

Keman ile ilgili ilk yazılı bilgi ise, yaklaşık 150 yıl kadar önce, M.S. 1523’de Torino’da Savoy Dükü’nün sarayında “Vercelli’den gelen müzisyenlere ödeme yapılması” ile karşımıza çıkıyor.

Avrupa’daki en eski çalgı olan gitarın ise, “tar” çalgısından evrimleşerek oluştuğunu Avrupalı tarihçiler de kabul ediyor.

Buna karşılık, kültür, tarih, eğitim, terbiye, duyuru, inanç, yönetim gibi bir “medeniyet”in en temel alanlarında, Türk halklarında müzik çalgılarının binlerce yıllık büyük bir zaman diliminde baş rolü oynadığını görüyoruz.

Uygur bilimci Ahmetcan Ahmedi’nin aktarımına göre, Wang Yandi’nin “Uygur Hanlığına Ziyaret” adlı eserinde şöyle bir kayda rastlanmaktadır: “Uygurlar müzikte usta millettir, Hakanın sarayında güzel küyler devamlı çalınır. Sadece bu değil sefere çıkanlar yollarının uzun ya da kısa olmasına bakmadan çalgılarını her an yanlarında taşırlar. Bunların arasında en çok görüleni berbap ile 25 telli gungkadır.

Ahmetcan Ahmedi bir önemli bilgi daha veriyor: “Jin Shu/Cin Şu: Cin-nâme’nin 25. Cildinin “Müzik Tarihi” bölümündeki kayıtlara göre “mukdil müziği” adındaki takımlaşmış müzik türü M. Ö. 2. yüzyılda Tanrı dağlarının kuzey ve güneyinde yayılmıştır.

Bir başka Çin kaynağında, M.S. 4-5. yüzyıllar arasında Kuzey’in en önemli halk edebiyatı kahramanı olan Mu Lah'ın söylediği ezgilerden söz edilmektedir. Bu ezgilerin 66 adeti tespit edilebilmiştir. Daha da önemlisi; bu ezgiler davul, flüt, kaval, gonk, boynuz, zil, tao-pi-pi-li, pi-li, hu-chia, p'i-p'a çalgıları ile “takım halinde” icra edilmekteydiler.

Öte yandan, Hayashi Kenzo’nun Sui-Tang (Bezim Müzikleri) adlı eserinde ise, şu bilgi yer alıyor: “(Büyük Uygur bestecisi) Sucup Akari’nin on iki tempolu küy (müzik) kanunları Çin müziğinde emsalsiz yenilikler yaratmıştır. Hatta Sui sülalesi (M.S. 581-618) döneminde Japon müziğini de çok derinden etkilemiştir.

Prof. Dr. Ali Uçan da, “kök” adı verilen çalgısal eserlerin, Karahanlıların (M.S. 840-1212) askeri müzik takımında her güne bir eser olmak üzere, tam 366 adet farklı eserden oluştuğunu bildiriyor.

TÜRK ÇALGILARININ EVRİMİ

Yukarıda, bir makale sınırları içerisinde mümkün olabildiği ölçüde, Türk müzik çalgıları ile ilgili verdiğim bilgiler ışığında, neden Türklerde telli, yaylı, üflemeli ve vurmalı çalgı çeşitlerinin zengin olduğunu anlayabiliriz.

Türk coğrafyasında geliştirilen ve coğrafi, sosyal yaşam koşullarına göre dönüşen çalgılar dünyada hiçbir halkta olmadığı ölçüde, çalgı aletlerinde ve ezgi varlığında eşsiz bir zenginlik yarattı.

Öte yandan, tüm farklılıklarına rağmen ve oldukça büyük bir coğrafyaya yayılmış olmasına rağmen, Türk müzik çalgılarının ortaklıkları değişmedi.

Telli, üflemeli, yaylı ve vurmalı çalgılar temel işlevlerini de, fiziksel özelliklerini de büyük oranda korudular.

Anadolu’daki sazla Kazakistan’daki dombra, Balkanlardaki zurna ile Uygur’daki surnay, Azerbaycan’daki tarla, Pakistan’daki rebab hâlâ “aynı müzikal ruhun” müziğini icra ediyor, diyebiliriz.

Büyük ihtimalle, önümüzdeki bin yıl da icra etmeye devam edecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar