Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

TÜRKİYE İLE ÇATIŞMANIN JEOPOLİTİĞİ

Bir tespitle başlayalım:

1945’te, 2. Dünya Savaşı’nın bitmesi ile, daha doğru bir ifade ile Yalta Konferansı’nda dünyanın yeniden paylaşılması ile Türkiye Atlantik Cephesi tarafından teslim alındı!

Yani, Türkiye kendi iradesi ile Atlantik üyesi olmayı tercih etmedi. Tersine, zorlandı ve teslim alındı!

Yeniden oluşan küresel statüko içerisinde çevre ülkelerin Türkiye ile ilişkilerinde kurdukları jeopolitiği, Türkiye’nin Atlantik içerisindeki konumu belirledi.

Dikkat ediniz; Yunanistan, Kıbrıs, Ermeni Sorunu gibi Türkiye’yi sürekli rahatsız eden dış politika unsurları ile birlikte, Irak, Mısır, Libya ve Suriye ile sorunlar da, son olarak Türkiye’nin sorunu haline getirilen “Kürt Sorunu” da esas olarak, Atlantik Cephesi’nin Türkiye ile olan eşitsiz ilişkisi üzerine “inşa edilmiştir”!

NE DEMEK İSTİYORUM?

İki farklı açıklama ile, ne demek istediğimi detaylandırayım.

İlk olarak, Türkiye ile tartışmalı/çatışmalı konumu sürdüren tüm ülkelerin “bilâistisna” desteklerini Atlantik içerisinden aldıklarını görüyoruz!

Yunanistan’ın Türkiye ile iyi komşuluk ilişkilerine dayanan bir ilişki kurmayışının nedeni, ülke için kuvvet dengeleri olmadığı aşikâr! Fransa, İngiltere ve ABD olmasa, Yunanistan’ın bu kadar cesur bir “mütecaviz” pozisyon alamayacağını, alsa da sürdüremeyeceğini herkes görüyor.

Ya, Ermenistan!

Türk düşmanlığı ile yakalandıkları ırkçı/faşizan bir akıl tutulmasının katliamla sonuçlanmasından son anda kurtulduklarının hâlâ farkında olmadıklarını her gün Erivan’dan gelen haberlerden anlıyoruz.

Ne yazık ki, Ermenistan’da Paşinyan’ın muhalifleri daha faşist, daha ırkçı örgütler. Ermenistan öyle bir noktada ki, siyasi örgütlenmede saflaşma kimin daha çok Türk düşmanı olduğuna göre şekilleniyor!

Peki, bu noktaya nasıl geldiler?

Fransa ve ABD’nin Ermenistan’a cesaretlendirici teminatları olmasaydı, acaba gariban Ermeni vatandaşların iş ve aş bulmak için tercih ettiği Türkiye ile siyasi cepheleşme sıcak çatışmaya bir parmak seviyesinde yürütülebilir miydi?

Her iki örnekten çıkardığımız sonucu özetlersek, Türkiye ile çatışmacı bir siyasi denge kuran ülkelerin sırtlarını dayadıkları “ağababaları” Atlantik Cephesi’ndedir.

DÜNYA DEĞİŞİYOR, STATÜKO DA DEĞİŞMEK ZORUNDA!

Artık, dünya 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulan denkleme göre siyaset yapılacak bir dünya değil.

Önce, iki kutuplu denge bozuldu. ABD’nin tek kutuplu dünya hayali ise fiyasko ile sonuçlandı.

Şimdi, dünyada kartlar yeniden dağıtılacak!

Dolayısı ile, Türkiye Atlantik Cephesi tarafından teslim alındığı 1945 şartlarından kurtulmak için hamle yapabileceği bu yeni dönemi doğru değerlendirmek zorundadır.

Küresel statüko yeniden kurulurken, Türkiye’nin jeopolitiğini, dış siyasetlerini ve içerideki siyasi dengelerini yeniden kurması zorunluluktur.

Bu yapılmadığı takdirde, yeni başlayacak çağa köle olarak girmekten kurtuluş yoktur.

Ancak, eğer yeni kurulacak statükoda saygın bir yeriniz olsun istiyorsanız, ilk önce Atlantik Cephesi’nin Türkiye’ye kurduğu tuzakları temizlemek zorundasınız!

ATLANTİK’İN TÜRKİYE’YE KURDUĞU 4 TUZAK

Türkiye’nin rehin konumunu sürdürmek için Atlantik Cephesi’nin tasarladığı 4 tuzak var.

1) Yunanistan, 2) Kıbrıs, 3) Ermeni Sorunu, 4) Kürt Sorunu.

Türkiye bu tuzakları ortadan kaldırmadıkça, yeniden kurulacak küresel statükoda belirleyen değil, belirlenen figür olmaktan kurtulamaz.

İşte, bu nedenle, Türkiye’nin bağımsızlığı da, Atlantik’in Türkiye için kurduğu tuzakları ortadan kaldırmaktan geçiyor.

Türkiye’nin aynen Mustafa Kemal Atatürk dönemindeki gibi bölgesel (ve hatta küresel) bir oyun kurucu olabilmesi, öncelikle bu tuzakların işlevsiz hale getirilmesine bağlıdır.

PAPA, NEDEN IRAK KÜRT BÖLGESİNE GİTTİ?

Papa Irak ziyaretinin en önemli ayağı olarak, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi başkenti Erbil’e gitti. Orada bir ayini yönetti.

IKBY ise, Papa için bir hatıra pulu bastırdı!

IKBY Papa için bastırdığı hatıra puluna kendi ülkesinin haritasını da ekledi. Ancak, puldaki haritaya göre, Türkiye topraklarını da IKBY egemenlik sahası içerisinde gösterdi!

Yani, açık konuşursak, IKBY yönetimi, Papa’ya güvenerek ilan ediyor ki, şu anda Türkiye Cumhuriyeti’ne ait görünse de, aslında o topraklar bizim!

IKBY’nin küresel statükonun değiştiğini anlamadığı, hâlâ Atlantik Cephesi tarafından desteklendiği için Türkiye ile çatışmacı politikaları cesaretle devreye sokabileceğine inandığı açıktır!

TÜRKİYE’NİN TEPKİSİ NE OLDU?

Ancak, Türkiye’nin IKBY’ye cevabı aynı açıklıkta mıdır?

İşte Dışişleri Bakanlığı’nın konuyla ilgili bildirisi:

“Papa Fransuva’nın Irak’ı ziyareti vesilesiyle IKBY tarafından bastırılması öngörülen hatıra pulları arasında ülkemizdeki bazı illeri de içeren bir haritanın resmedildiği bir pulun da yer aldığı görülmektedir.

Bazı haddini bilmez IKBY yöneticileri bu ziyareti, Irak’ın komşu ülkelerinin toprak bütünlüklerine yönelik ham hayallerini açığa vurmak için kullanmaya yeltenmektedir.

Bu tür sinsi emellerin ne şekilde hüsranla sonuçlandığı en iyi IKBY makamları tarafından hatırlanacaktır.

IKBY makamlarından bu vahim hatanın derhal düzeltilmesine yönelik gerekli açıklamanın biran önce ve net bir şekilde yapılmasını bekliyoruz.”

Neresinden tutsan elinizde kalacak bu bildiriyi kaleme alan “anlayış”, açıktır ki, Atlantik Cephesi’ne teslimiyeti kılcal damarlarına kadar işlemiş bir anlayıştır!

TÜRKİYE DIŞİŞLERİ IKBY'Yİ AKLAMA ÇABASINDA!

Hatıra pulunun resmi olarak IKBY tarafından hazırlandığı herkesçe malum iken, “Bazı haddini bilmez IKBY yöneticileri” diyerek, IKBY yönetimini aklayan bir ifadeyi kullandığınız andan itibaren, sizin dış politikada etkin olmanız imkansızdır!

Bu hadsizliği IKBY içerisinde kimin yaptığı, Türkiye'nin dikkate alacağı veya dikkate alması gereken bir konu değildir!

Türkiye sadece hesap sorar! Benim ülkemin topraklarını kendi egemenlik sahan olarak göçstermen savaş sebebidir, der ve meydan okur!

Ama, bizim Dışişleri, tam tersine Irak'taki olaya müdahil oluyor! Olayın aslında IKBY görüşü olmadığını kanıtlamaya uğraşıyor!

Halbuki, Papa'ya hatıra pulu gösterilirken Mesut Barzani de dahil olmak üzere, tüm IKBY erkâno oradadır ve sunumuda hepsi hazır bulundukları halde, kimsenin itirazı olmamıştır! Çünkü, hepsinin ortak düşüncesidir!

Dünyanın bildiğini Türk Dışişleri Bakanlığı neden kendi yurttaşlarından saklamaya gayret ediyor?

Daha da vahimi talep kısmındadır:

“IKBY makamlarından bu vahim hatanın derhal düzeltilmesine yönelik gerekli açıklamanın”...

Tabii, hemen bir açıklama yapsınlar, aslında kastedilen devlet egemenlik sahası değil, coğrafi tanımlamadır, desinler, biz de rahatlayalım, öyle mi?

Biz yanlış anlamışız, adamlar onu kastetmemiş diyelim, öyle mi?

Açık söyleyeyim; bu bildiri eğer Vaşington’da veya Londra’da yazılsaydı, ancak bu ifadelerle yazılırdı!

Bir ülkenin, hatta ülke bile değil, federatif bir yapının komşu ülke topraklarını kendi sınırları içerisinde göstermesi çok açık olarak savaş sebebidir!

Gregoryen Kilise'nin yetkilisini Ankara'ya çağırıp anısına Batum'u Türkiye topraklarında gösteren bir hatıra pulu bastırır mısınız?

Rus Ortodoks Kilisesi'nin yetkilisini çağırıp, anısına Batı Trakya'yı Türk topraklarında gösteren bir hatıra pulu bastırır mısınız?

Peki, Avrupa tarihinden, hem de ülkelerin onlarca yıl  uğruna savaştığı bölgelerden de örnek verelim:

Almanya, Fransa’nın Elsass bölgesini veya Çekya’nın Bohemya bölgesini kendi sınırları içerisinde göstermeye yeltenebilir mi?

Ancak, Türkiye Dışişleri kendi topraklarına yönelik açık tecavüzü “birkaç kendini bilmez”in hadsizliği olarak tanımlayıp konuyu kapatmaya çoktan razı!

IKBY'ye en sert şekilde haddini bildirmek ve bir daha böyle bir densizliği yapamayacağı şekilde cezalandırmak yerine, bu bildiriyi yayınlamak, açıktır ki, Atlantik'e teslimiyetin devam ettiğini gösterir.

Türkiye Dışişleri Bakanlığı'nın konuyla ilgili bildirisini okuduğumda, en hafif ifadeyle söyleyeyim; ben utandım!

Yazıklar olsun!

Önceki ve Sonraki Yazılar