Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

TÜRKİYE’NİN ÖNÜNDEKİ FIRSAT: SURİYE İLE BARIŞ

En son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim:

Suriye ve Türkiye halkları kardeştir.

Bu kardeşliğin hem tarihsel, hem kültürel, hem sosyal ve hem de uluslararası jeopolitik dayanakları vardır.

Şunu da bilincimize kaydedelim:

Hz. Ali der ki; yer yüzündeki insanlar eşittir, iki nedenden dolayı. Birincisi; yaratılıştan, ikincisi ise, inançtan dolayı.

Biz bunu, “bütün insanlar kardeştir, iki nedenden dolayı...” şeklinde okuyalım.

Dahası; Türkler yaklaşık M.S. 750’den itibaren kitleler halinde Horasan’dan Ortadoğu’ya göç ederken, genellikle ilk durakları bugünkü Suriye toprakları olmuştur.

Kısaca, dünya üzerinde aklınıza gelebilecek sayısız nedenden dolayı Türkiye ve Suriye halkları kardeştir.

SURİYE VE TÜRKİYE’NİN BARIŞ MECBURİYETİ

Hem Suriye ve hem de Türkiye barış içerisinde yaşamak zorundadır. Hatta, daha ilerisini söyleyeyim:

Suriye ve Türkiye yöneticileri sadece barışı değil, emperyalistlerin Suriye’yi parçalamak amacıyla kışkırttıkları iç savaş öncesi siyasi atmosfere dönmek zorundadır.

Türkiye ile Suriye’nin karşılıklı olarak gümrük vergilerini kaldırmaları, vize muafiyeti getirmeleri, sanayi, askeri, kültürel alanlarda stratejik işbirliği geliştirmeleri her iki ülkenin de hızla ekonomik, sosyal barış konusunda ilerlemelerini ve bölgesel güçlerini tahkim etmelerini sağlayacaktır.

Türkiye, Batılı emperyalistlerin tuzağına düşerek kucağında bulduğu ve süreç içerisinde büyük bir sosyal ve ekonomik yük haline dönüşen “mülteci sorunu”nu ancak Suriye devleti ile beraber, işbirliği içerisinde çözecektir.

Aynı şekilde, Suriye’nin de toprak bütünlüğünü koruyarak iç barışı sağlaması, ekonomik ve sosyal hayatı canlandırması ve yeniden Ortadoğu’nun egemen ve saygın bir ülkesi olarak uluslararası siyasi arenada yer alması için Türkiye ile işbirliği gereklidir.

TÜRKİYE VE SURİYE ARASINDA BARIŞ MÜMKÜN MÜ?

Yukarıda yazdıklarımı, bölgenin gerçeklerini okuyamayışım, Türkiye ile Suriye’nin farklı ve çatışan “bagaj”larının yarattığı engeller, her iki ülkenin politikalarında yönlendirici “dış etkenler” ve hatta “ütopik solcu” oluşum gibi pek çok nedenle hafife alabilirsiniz.

Hatta, siyaset yazma sınırlarını “Reis’in ağzından çıkanlar” olarak belirleyen “yandaş düşünürler”, yukarıdaki ifadelerime karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tahran Zirvesi’nin bitiminde yapılan basın toplantısındaki sözlerini öne sürebilirler.

Ancak, hepimiz biliyoruz ki, siyasette kararlar çıkarların yönlendirmesi ile alınır.

Bu açıdan değerlendirdiğimizde, hem Türkiye’nin ve hem de Suriye’nin barışmaya mecbur olduklarını apaçık görebiliriz.

Üstelik, uluslararası konjonktör açısından değerlendirdiğimizde de, bu barışın önünde engel olabilecek veya bu barışı engelleyebilecek bir güç görünmüyor.

Rusya, İran ve Çin bu barıştan en kazançlı çıkacak ülkelerdir. Yine, pek çok Avrupa ülkesi de, aynı şekilde bu barıştan hem ekonomik ve hem de siyasi olarak kazanacak ülkeler arasındadır.

İki ülke arasındaki barışın Irak, Mısır ve Libya’daki anlaşmazlıklara da olumlu etkisi olacağını, hatta İsrail’in dahi bu barıştan kazanacağını göreceğiz.

Türkiye ve Suriye’nin barışması sadece ABD açısından zarar hanesine yazılacak bir girişim olabilir.

Çünkü, ABD; daha somut olarak söylemek gerekirse, küreselcilerin dünyaya dayattığı Büyük Ortadoğu Projesi Türkiye ile Suriye’nin barışması sonucunda nihaî olarak çöpe atılmış olacaktır.

ABD’nin dünyaya 1991’de SSCB’nin yıkılması sonrasında dayattığı “tek kutuplu dünya diktatörlüğü” iki ülkenin barışması ile tarihin çöplüğüne atılmış olacaktır.

NASIL BİR BARIŞ?

Türkiye çeşitli platformlarda barışmak için koşul olarak değil ama, soruna yaklaşımını açıkladı.

1) Tüm çözümlerin Suriye’nin üniter yapısını bozmadan masaya getirilmesi.

2) Terörizme karşı ortak anlayış ve işbirliği.

3) Mültecilerin kendi yurtlarına dönebilmelerinin sağlanmasında ortak çalışma ve işbirliği.

4) Suriye Anayasası’nın toplumun tüm kesimlerinin katılımı ile hazırlanması.

Suriye ise, öncelikle yabancı askeri güçlerin ülkeyi terk etmesine öncelik veriyor.

Terörizmle ortak mücadele konusunda ise, geçmiş yıllardaki tutumuna göre, daha işbirlikçi bir yakınlaşma olduğunu söyleyebiliriz.

Bugün ortaya çıkan fotoğrafa baktığımızda, Türkiye’nin barış masasındaki kartlarının büyük ölçüde açık olduğunu, ama Suriye’nin bazı konuları gündeme daha sonra getirmeyi tercih ettiğini ve bekleyiş içerisinde olduğunu söyleyebiliriz.

Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve üniter yapısının korunduğu, iç savaş nedeniyle yurtlarını terk etmek zorunda kalan mültecilerin evlerine dönebildiği, Şam’da toplumun farklı siyasal ve sınıfsal katmanlarını uzlaşısı ile siyasetin yapılabildiği bir ortamın yaratılması demek, sadece Suriye değil, tüm Ortadoğu’da dinsel ve etnik terörizmin kurutulması, emperyalizmin bölgeden çıkarılması, ekonomik ilerleme ve özgürlük demektir.

Bu çerçeveden bakınca, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da, Suriye Devlet Başkanı Esad’ın da barış için masaya oturmaları, her şeyden önce kendi ülkelerine ve halklarına karşı görevleri olarak anlaşılıyor.

Barıştan kaçan, karşı taraftan değil, öncelikle kendi halkına karşı yükümlülüğünden kaçmış sayılacaktır.

Sonuç olarak; Suriye ve Türkiye’nin samimi olarak ve tarihsel kardeşliğimizi unutmadan oturacakları barış masasından her halükârda kazançlı olarak kalkacaklarını düşünüyorum.

Her iki tarafa da çağrımdır: Gelin, halklarımızın kardeşliğinin önündeki engelleri kaldıralım. Her iki ülkenin de ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal gelişmesinde birbirine muhtaç olduğu gerçeğini daha fazla göz ardı etmeyelim.

Her iki ülke kazansın.

Biz barışalım, dünya halkları kazansın.

Önceki ve Sonraki Yazılar