UYAN DERİN UYKUDAN, DERİN UYKUDAN UYAN! DERS AL, HİSSE AL, DERS AL!

Derler ki, “Herkes hata yapar önemli olan hatalarından ders çıkarmak ve bir daha aynı hatayı yapmamaktır.

Kendi hatalarımızla birlikte başkalarının hatasından da ders çıkarmak akıllı kimselerin niteliği olsa gerek. Onlar, Mevlana’nın dediği gibi geçmişte yaşamaz, geçmişten ders alırlar.

Ders alınmazsa, her hata bir sonraki hatanın virüsü olur,” diye yazmış Sadi Şirazi…

Yine gerçek önderlere göre geçmiş, ders aldığımız, gelecek, dersi uyguladığınız yer olmuş.

Tarihten ders almayanların düştüğü durumları anlatan pek çok kıssa var.

Mehmet Akif değil mi “‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar; / Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” diyen?

Evirip çevirip, pekiştirircesine geçmişten ders almak gerektiğini niçin vurguluyorum?

Lütfen zahmet buyurup okuyunuz:

İster sığınmacı ister işgalci adına ne dersiniz deyiniz, kızgınlık ve nefret duyguları ile baktığımız; haklı veya haksız hor gördüğümüz, kişiler arasında Pakistanlıların da olması beni daha çok üzüyor.

Gençlik yıllarımın bir bölümünde Pakistan ile ilgilendim.

Eski Türk Edebiyatı kürsüsünde esas tez hocam olan Prof. Dr. Abdülkadir Karahan’ın isteğiyle Türk Pakistan Kültür Derneği’nin Yönetim Kurulu’nda bulundum.

Pakistan Türk ulusal egemenlik mücadelesini örnek alan, yükselen modern bir değer; dost ve kardeş ülkeydi. İki ülkenin ilişkileri gerçekten kardeşlik duyguları ile kenetliydi.

Daha ilerisi, Kurtuluş savaşımız sırasında fakir Pakistan ve Hindistan Müslümanları imkanlarının son damlasına kadar toplamış, Mustafa Kemal Atatürk’e göndermişlerdi.

O paralar Garp cephesinin ihtiyaçlarında kullanılmış, Yunanlıları maşa olarak kullanan emperyalistleri diz çöktürmemize katkı sağlamış, artan para ile de Atatürk İş Bankası’nı kurdurmuştu.

Pakistan İngiliz müstemlekesiydi. Dili Urduca, Hind Yarımadası'nın en eski yerli dili Prakirtçe'den doğmuş, İngilizce ile karışmıştı.

Kıbrıs Türklerinin bir ayaklarının İngiltere’de olduğu gibi, Pakistanlılar da öyleydi. İngiltere’de en iyi okullarda eğitim gören Pakistanlı aydınlar, Bağımsızlık mücadelesini başlatmışlardı.

Onların Atatürk rolünü üstlenen liderleri Muhammed Ali Cinnah’dı. Uzun bir mücadelenin ardından 1947’de Pakistan’ın Hindistan’dan ayrılıp bağımsızlığına kavuşmasını sağlamıştı.

O Pakistan ki, hızla gelişip nükleer denemeler yapacak düzeye gelmişti.

Mehmet Akif gibi Pakistan’ın milli şairi, Muhammed İkbal’di.

Şiirleri, konferansları, kitaplarıyla bağımsızlık mücadelesinde halkı yüreklendiriyordu.

Hindistan'daki Müslüman gençleri harekete geçirerek İngiliz sömürüsüne baş kaldırmalarına ve Pakistan'ın kurulmasına büyük etkisi olmuştu.

Türk Pakistan Kültür Derneği ile ilgim olan yıllarda, Muhammed İkbal’i anlatırken iki anekdota duygulanırdım.

Hatırlayabildiğim kadarıyla size anlatayım:

İkbal’de Türk ve Türkiye sevgisi büyüktü. İngiltere-Pakistan arasında gidip gelirken uçak Türkiye sınırına girdiğinde ayağa kalkarmış. Bir gün sebebine sormuşlar. Şu cevabı vermiş:

Bu topraklar, Hazret-i Mevlânâ’nın kabrinin bulunduğu mübârek topraklardır ve bu mukaddes mekânda yaşayan millet de öyle bir millettir ki, yıllarca İslâm’ın muhafızlığını yapmıştır. Eğer bu millet olmasaydı; İslâm, Arap Yarımadası’nda hapsolurdu. Bunun içindir ki, gönlümde Hazret-i Mevlânâ’ya ve onun necip milletine karşı sonsuz bir saygı ve ihtiram vardır. İşte bundan dolayı, yani onlara hürmeten ayağa kalktım.

Anlattığım bir başka anekdot, okurken beni ağlatan bir şiiriydi.

Şiirinde Hz. Muhemmed’i gördüğü rüyasını anlatıyordu:

…Dedi Hz. Muhammed (A.S.) Cihan bahçesinden bana bir koku gibi yaklaştın.

Söyle bana ne gibi bir hediye getirdin?

Dedim: Ya Muhammed (A.S.) dünyada yok rahatlık,

Bütün özlemlerimden umudu kestim artık.

Varlık bahçesinde binlerce gül lale var Ama ne renk, ne koku... Hepsi de vefasızdır.

Yalnız bir şey getirdim kutlanmıştır tekbirlerle,

Bir şişe kan ki eşi yoktur namusudur, vicdanıdır.

Buyurun, bu Çanakkale şehidinin kanıdır.

Osmanlı’nın tarih sahnesinden silinmeye çalışıldığı sırada İkbal duygularını şu miralarda anlatmıştı:

Osmanlıların üzerine bir keder dağı yıkılmışsa sen hiç üzülme,

Çünkü şafak yüz bin yıldızın kanı dökülmeden sökmez!

İkbal’in “Uyanış” adlı bir şiiri vardı. Bir anma gününde, Prof. Karahan, Urducasını bana okutmuştu. Şimdi hatırlayamam ki hiç olmazsa nakaratlarırı okuyayım.

Ama Türkçesinden bir bölümü nakledeyim:

UYANIŞ

Derin uykuya dalan gonca, uyan, uyan kalk:

Nergis gibi gözünü açıp etrafına bak:

Safâ sarayımızı keder, talan etti bak:

Kuşlar ötüyor, uyan! Ezanlar okunmada...

Bu ateşli feryatlar:

Her tarafı kavurdu;

Her tarafta bir figan...

Uyan derin uykudan,

Derin uykudan uyan!

Derin uykudan uyan!

Seher vaktidir, güneş ufukta yükseldi bak!

Sehrin kulağına kanlı bir küpe taktı.

Sahralardan, dağlardan, kafileler, kervanlar

Yola koyuldu uyan!..

Ey dünyayı gören göz, anlayan göz! Uyan da

Gör ne haldedir cihan!

Uyan derin uykudan:

Derin uykudan uyan!

Derin uykudan uyan!

Bak bütün Şark ne halde;

Külü göğe savrulmuş...

Boğulmuş bir inilti; susuyor; eser yok

Bu kaybolmuş bir feryad.

Bu toprakta her zerre bir muztarip nazardır.

Hindistan'dan isyan et, Semerkand'dan, Iraktan

Hemedan'dan tuğyan et;

Bir hayat göster, canlan!

Uyan derin uykudan!

Derin uykudan uyan!

Derin uykudan uyan!

Sen ne biçim ummansın? ovalar gibi sakin!

Böyle deniz olur mu? artmıyor, eksilmiyor.

Kabaran dalgalar yok, timsahlar kaynaşmıyor.

Böyle deniz olur mu? bu denizin yarılmış

Göğsünden başı göğe eren bir dalga ol da

Ufuklara kanatlan

Uyan derin uykudan;

Derin uykudan uyan!

Derin uykudan uyan!

………..”

Sevgili dostlarım, kardeşlerim, eğer yazımı buraya kadar okuduysanız. Şimdi konunun bam teline basacağım ve yazımın başındaki ders çıkarmak ile ilgili tekrarlarımın nedenine hiçbir yorum yapmadan ışık tutacağım: Bakalım ben ne dedim, siz ne anladınız:

Pakistan 1947’de kurulduktan sonra 1948 yılında Cinnah öldü. 1956 yılında “Pakistan İslam Cumhuriyeti" oldu.

Acı tatlı, hisseden yana nasipsiz Pakistan sürgünlü, suikastlı, idamlı yıllar geçirdiği, yükselen değer olan ülke, küflü bir karanlığa doğru sürüklendi.

Geldik zurnanın zırt dediği yere:

Pakistan 1980'lerde 4,5 milyon sığınmacı kabul etti. Bir süre sonra mülteciler tarafından organize edilen suçlar ve terör faaliyetleri Pakistan'da sosyal hayatı tehdit etmeye başladı.

1980'lerde Hindistan'la yarışan ve nükleer güç sahibi Pakistan bir daha istikrar yüzü göremedi.

Süreç, Türkiye’de çapulcu durumuna düşen Pakistanlılara kadar ilerledi.

Anladınız mı, uyan uyan uyan, hisse al, hisse al, hisse al, diye çırpınmamın nedenini!

Önceki ve Sonraki Yazılar