Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

VİRÜS MÜ KAZANACAK?

Daha salgın ülkemize yerleşmeden önce, yazdığım yazıda, ülkemizin 100 yıllık salgın hastalıklarla mücadele deneyiminin, ilk farkına varıldığında “yeni tip korona virüsü” adı ile anılan, sonradan bilimcilerin koyduğu isimle Kovid-19 olarak yoluna devam eden virüsü yenmede bize büyük avantaj sağlayacağını belirtmiştim.

Çünkü, Türkiye’yi kuran kadroların halk sağlığı sorunlarına halkçı yaklaşımlarının da göstergesi olarak, daha Cumhuriyet ilan edilmeden, Millî Meclis’in 23 Nisan 1920’de kuruluşunun hemen ertesinde, Dr. Adnan Adıvar’ın vekalet ettiği, 2 Mayıs 1920’de kurulan Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâletince çıkarılan sağlık programının en önemli iki maddesi Verem Sanatoryumlarını çoğaltmak ve sıtma, frengi, trahom ve diğer sosyal hastalıklarla mücadele etmek olarak belirlenmişti.

Durum hakkında küçük bir bilgi sahibi olabilmemiz için, Türkiye Sağlık Bakanlığı’nın verilerinden örnek vermek istiyorum.

1917 ile 1925 arasında şehirlerimizdeki sıtmalı oranları, hem Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında sağlık alanında karşılaştığı zorlukları anlatması açısından, ama hem de, sağlık sistemimizin sonraki süreçte elde ettiği başarılarını ve yetkinliğini ifade etmesi açısından önemli bir bilgi veriyor.

TÜRK TARİHİNDE SALGINLA MÜCADELE

Sürekli gündeme getirdiğim için, birilerinin canını sıkıyor da olabilirim.

Ancak, salgın hastalıklarla mücadelede Türklerin oldukça eski ve başarılı deneyimleri olduğunu bıkmadan, usanmadan anlatmaya devam edeceğim.

1037’de öldüğü tahmin edilen büyük Türk hekimi İbnî Sina, salgın hastalıklara karşı başarı kazanmanın sırrını da bulmuş, çevresine anlatmış ve uygulatmış dünya çapında bir hekimdir.

İbnî Sina’nın önerilerini uygulayan Semerkant ve Buhara emirlikleri çok kısa sürede veba illetine karşı başarılar kazandılar.

Peki, günümüzden tam 1000 yıl önce, Semerkant, Buhara ve Harezm bölgesini salgın hastalıktan kurtaran formül neydi, biliyor musunuz?

1) Hijyen,

2) Mesafe!

BİR YILIN SONUNDA TÜRKİYE’NİN SALGINLA MÜCADELESİ

Hem uzak ve hem yakın tarihimizden verdiğim örnekler gösteriyor ki, aslında salgın hastalıklarla mücadelede başarılı olmanın teorik ve pratik olarak donanımına sahibiz.

Üstelik, şunu da ekleyelim ki, güncel anlamda da, salgın hastalıklar konusunda dünya çapında saygın ve zengin deneyime sahip akademik kadrolarımız var.

Ancak, dünya çapında çok değerli bir birikime sahip olmamıza rağmen, Kovid-19 ile karşılaşmamızın ardından geçen bir yılın sonunda, dünyanın salgınla mücadelede büyük zaafa uğrayan ender ülkelerinden birisi olduk!

Bu nasıl oldu?

Göçler ve savaşlarla memleketin dört bir yanı çeşit çeşit salgın hastalıklarla kırılırken, on yıl gibi bir sürede bütün hastalıkları kontrol altına alan ve sağlıklı nesiller yetiştirmenin gururunu dünyaya ilan eden genç Türkiye Cumhuriyeti başarılı olurken, çok daha zengin deneyimlere sahip, yüzüncü kuruluş yılını kutlamaya hazırlanan bizler neden çaresiz kaldık?

GÖZ ARDI EDİLEN TARİHSEL BİLGİLER

Bin yıl önce İbnî Sina’nın bildiği ve Buhara Emiri’ne önerdiği, onun da titizlikle uygulattığı birinci kural temizlikti. Yani, hijyendi.

Şehrin bütün sokakları sürekli sabunla temizleniyor, kimse kaynatmadığı elbiseyi giymiyor ve sık sık elbise değiştiriliyor, el ve vücut temizliğine azami dikkat gösteriliyordu.

Ayrıca, insanlar izole ediliyor, kimse hayati derecede mecbur olmadıkça evlerinden çıkmıyor ve devletin görevlileri de sürekli denetim yapıyorlardı.

Şehirden dışarı kimse çıkmıyor, dışardan da kimse şehre alınmıyordu.

Yani, bugün hijyen+mesafe dediğimiz kuralı, Buharalılar 1000 yıl önce uyguladılar.

Ve başarılı oldular!

İbnî Sina’nın tavsiyesine titizlikle uyan Buhara Emiri ile bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenleri karşılaştırdığımızda, neyin yanlış yapıldığını ve neden salgınla baş edemediğimizi kolaylıkla anlayabiliriz.

SALGINA KARŞI YENİLMEK EMPERYALİZME YENİLMEK DEMEKTİR!

En fazla 1 ay sürecek sıkı bir karantina uygulamasını “göze alamayan” yönetim yüzünden, 1 yıldır salgını yenemedik, üstelik neredeyse yenilmek üzereyiz!

Bir ay disiplinli tedbirler uygulayabilseydik, 11 aydır hem ekonomi, hem de sosyal hayat aksamayacak, tam tersine Türkiye, aynı Çin gibi, ekonomik büyümede dünyayı şaşırtacak bir başarı elde edecekti!

Displinli bir uygulama ile, salgının yaygınlığı önlenecek, lokalize edilecek ve ortaya çıktığı yerlerde de, sıkı tedbirlerle yayılması önlenerek, sönümlenmesi sağlanacaktı.

Ama, karar verici makamda oturanların kararsızlığı ve herşeyi “ucundan azıcık” yapmaya yönelmesi ile, hem salgın yüzünden kayıplarımız artıyor, hem de salgın nedeniyle ülkemizin ödemek zorunda kaldığı ekonomik, sosyal ve siyasal bedel kaldırılamayacak boyutlara ulaşıyor.

Kapitalist-emperyalist sistemin yöntemleriyle hesaplaşmaktan korkanlar, sonunda onlara teslim olurlar.

Türkiye salgının kontrolden çıkmasıyla, sadece insanî, mali kayıplara uğramayacaktır!

Türkiye, salgının kontrolden çıkması ile birlikte, Atlantik sistemine teslim olma tehlikesiyle de karşı karşıyadır.

Türkiye’yi yönetenler ya İbnî Sina’nın ve Adnan Adıvar, Refik Saydam gibi, Mustafa Kemal’in kadrolarının yolunu izleyecektir, ya da kapitalist-emperyalist sistemin önünde diz çökecektir.

Türkiye bu kritik noktaya sürüklenirken, umalım ki, yanlıştan dönülür ve salgınla "biraz mücadele" yerine, topyekun mücadele yöntemi benimsenir.

Önceki ve Sonraki Yazılar