YERLİ MALLAR VE TUTUM HAFTASI

Beka, yerli ve milli olmak… Ah ah ah!

Namık Kemal'in “Vatan Türküsü ”nü ne de severek okurdum:

“…Cümlemizin vâlidemizdir vatan

Herkesi lûtfuyle odur besleyen.

Bastı adû göğsüne biz sağ iken;

Arş yiğitler vatan imdâdına!”

Biraz önce gözlerim, bir habere takıldı:

“… Son dönemde nohut Hindistan ve Arjantin'den, kırmızı mercimek ve yeşil mercimek Kanada'dan, pirinç Tayland'dan, mısır konservesi Macaristan'dan, kuru fasulye ise Meksika'dan ithal ediliyor. Bu ürünler dolar bazlı ithal edildiği için, döviz kurunun yükselmesiyle fiyatlar da her geçen gün artıyor. Hal böyle olunca durumdan etkilenen yine vatandaş oluyor .

Ülke bazında ithalat verileri incelendiğinde, 2021 yılının ilk 3 ayında en fazla ithalat yapılan ülkeler 1.116 milyon dolar ile Rusya, 314 milyon dolar ile Ukrayna ve 251 milyon dolar ile Brezilya oldu. Rusya, Ukrayna ve Brezilya yapılan ithalat, toplam ithalatın yüzde 38,6’sını oluşturdu.

Rusya’dan yapılan ithalatta öne çıkan ürünler buğday, ham ayçiçeği yağı ve dane mısır; Ukrayna’dan dane mısır, soya fasulyesi ve buğday; Brezilya’dan yapılan ithalatta soya fasulyesi, kahve ve sığır öne çıktı.

Eskiden okullarımızda aralık ayının ikinci haftası “Türk Malları ve Tutum Haftası” olarak kutlanırdı. Çevreyi yerli malı ve tutum haftasına ilişkin afişler donatırdı. Şimdi de var mı, var da ben mi göremiyorum? O hafta için öğretmenimizin yönlendirmesi ile annelerimizin verdiği birer avuç, fasulye, nohut, mercimek, bir tutam pamuk, yün, biraz zenginlerimiz meyve ve kuruyemişlerle okula gelir bunları sergiler bayram yapardık.

Böyle bir haftada müsamerede çocuk rolünü üstlenmiştim. Sahneye geliyor:

“Ne yesem ben, hurma mı? / Hindistancevizi mi? / Daha güzelleştirsin / Bunlar benim benzimi.” diyordum. Elma rolümü üstlenen arkadaşım fırlıyor ve bana çıkışıyordu:

“Neler dedin, ne dedin? / Hurma başka yemiştir. / Hindistan cevizi de. / Uzaklardan gelmiştir. / Elma yerli bir yemiş. / Soy soy durma.. ye bol.. bol.../ Şu pembe rengim gibi / Bir elma yanaklı ol!”

Armut, ayva, üzüm, incir, kestane, nar, portakal rollerini oynayan arkadaşlarımız sıra ile geliyor kendilerini ve niteliklerini tanıtıyorlardı. Son giren fındıktı:

“Vatanımdır Giresun. / Uğramalı yolunuz. / Fındık yiyin durmadan, / Fındık gibi olunuz. / Yerli yemiş yiyince, / Vücut sağlamlık bulur. / Köylü zengin oluca, / Millet de zengin olur!”

Son söz yine benimdi:

“Bin yaşasın yemişler, / Güzel Türk yemişleri.../ Yemişlerin içinde / Alın en yüksek yeri.”

Bugün arıyorum çocukluğumu, yarı aç yarı tokluğumu. Kimi az, kimi çok, kimimizde hiç yok; hepimiz bir şeyler getirirdik sınıfımıza. Birleştirir ve şarkılarla, türkülerle yerdik. Tutumdan söz ederdi şiirler: “Tutum haftası, / tutum haftası, / kulağa küpe / tutum haftası..”

Kumbaralarımız için söylenecek şiirlerimiz vardı:

“Ne cici kumbaram var, / Salladıkça şıkırdar / İçinde para dolu, / Kuruşla lira dolu. / Verince bana babam / Harçlığımı harcamam. / Üç beş kuruş yemişe, / Üç beş kuruş bu işe. / Geçince biraz ara, / Para dolar kumbara.”

ve Arkasında mandalinalı, portalaklı, incirli, üzümlü, cevizli, erikli, kaysılı, kirazlı şiirler. Şarkılara gelirdi sıra: “Gel armudu say da ye, / Elmaları soy da ye. / Deme: “Bu al yemiş ne?” / Ona diyorlar vişne.”

Şairlerimiz yerli malları özendiren, tutumlu olmayı öğütleyen şiirler yazmakla yarışırlardı. “Amasya’nın Elmasını / Zile pekmez çalmasını / Sivas’ın da kıymasını ? Yesem amma, yesem amma” deyip yurdun dört bir yanının ürünlerini sayan Aşık Veysel gibi.

Şimdiki çocuklarımız kumbaranın ne olduğunu bilmiyorlar. Gördüklerini de sanmıyorum. Bilmem bu haftalar yine okullarda kutlanıyor mu? Öğretmenler öğrencilerine: “Ak akçe kara gün içindir.”, “ Ayağını yorganına göre uzat.”, “ Damlaya damlaya göl olur.”, “ Har vurup, harman savurma.”, “ İşten artmaz, dişten artar.”, “ Sakla samanı, gelir zamanı.”, “ Ekmek olmayınca, yemek olmaz.”, “Gençlikte taş taşı, ihtiyarlıkta ye aşı.”, “ Yerli malı Türk’ün malı, her Türk onu kullanmalı “ gibi atasözlerinin açıklanmasına ilişkin kompozisyon ödevleri veriyorlar mı?

Tutum ve yatırım alışkanlığı küçük yaşlarda kazanılır. Boşa akan su musluğu, gereksiz yanan lambayı kapatan çocuk bu güzel alışkanlığı büyüyünce de sürdürür. Okul çağlarında zamanı iyi değerlendirme alışkanlığı kazanan insan bu alışkınlığından vazgeçmez. O nedenle çocukları küçük yaşlarda tutumlu olmaya özendirmeliyiz.

Tasarruf edilmesini, milli kaynakların işletilmesini, yerli fabrikaların kurulmasını, paranın dış ülkelere gitmesinin önlenmesini, temel tüketim maddelerini öz kaynaklardan karşılamasını, istemek, hamasi söylemler ya da fanatik görüşler değildir.

Acı gerçek o ki: Sanayicilerimiz, burada üretip yine burada sattıkları mallara bile uyduruk yabancı marka koymadan edemezler. Yabancı pazar bulmak için de aynı şeyi yaparlar. Kimilerimizin dış alışveriş gezilerinde o malları alıp döndüklerinde, evirip çevirirken ‘‘Türk Malı’’ olduğunu görünce ne hale geldiklerini söylemeye gerek yok.

Cumhuriyetin ilk yıllarıydı. Savaştan çıkmış bir ülkeydik. Her köşemiz zarar görmüştü. Yoksulduk. Yüce Önderimiz Atatürk bu duruma üzülüyor ve çözüm arıyordu.1923 yılında İzmir İktisat Kongresini topladı. Bu kongrede yurdun bağımsızlığının korunması, yerli mallar üretilmesi ve kullanılması kararlaştırıldı.

Dönemin başbakanı İsmet İnönü 12 Aralık 1929 tarihinde T.B.M.M.’de bir konuşma yaptı. Konuşmasında ulusal ekonomi, yerli malı ve tutumlu olma konularını anlattı. İşte bu tarihten sonra, bugün takvim yapraklarında kalan “Yerli Malları ve Tutum” haftaları kutlanmaya başlamıştı. Bugün, Cumhuriyetin doğurduğu, kamu ve özel sanayimizin, yeni bir Düyun-u Umumiye batağına sürüklenmekte olduğunu görmek hüzün veriyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar