ZİL ÇALACAK... SİZLER DERSLERE GİRECEKSİNİZ BİR BİR

Sevgili dostlar, yalnız bir gün değil her gün eli öpülesi öğretmenlerimize ilişkin yazılarımın sonuna geldim. Önceki üç yazım da çok az arkadaşlarımca okundu. “Keşke”ler sıralamanın gereği yok. Herkesin kendince kim bilir ne sorunu, ne öncelikleri var. Dünkü yazımda, şehit öğretmenlerimizi, Ceyhun Atuf Kansu’nun dizelerinde okulun yıkılan duvarının altında kalan köy öğretmeni Şefik Sınık’ın son sözleri, “Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin," dediğini anlatmıştım.

Yüce Atatürk “Dünyanın her yanında öğretmenler, insan topluluğunun en fedakar ve saygı değer kişileridir.” diyor. Türk öğretmeninden beklediğini şöyle özetlemiş Ata’mız: “ Öğretmenler! Cumhuriyet sizden düşünceleri özgür, vicdanı özgür, kültürü özgür kuşaklar ister.” Cumhuriyetin ilk öğretmenleri bu ülkü ile dağılmışlar Anadolu’nun dört bir yanına. Yüce Önderin şu sözlerini kendilerine rehber etmişler: “Öğretmenler,! Cumhuriyetin fedakar öğretmen ve terbiyecileri, yeni kuşağı sizler yetiştireceksiniz. Yeni kuşak sizin eseriniz olacaktır.”

Gidiyorsun öğretmenim

Uzaklara...

Düşeyim ben de ardından

Sana varan topraklara

 

Bir resmini çizsem defterime

Kağıdıma gün doğar

Yüreğim inan ki öğretmenim

Senin varlığınla bahar

 

Sen geldin güldük hepimiz

Çünkü sen hep büyütensin

Filiz filiz açıldıkça duygular

Yetişen fidanları içten görensin.

 

Bir anımı yazdım şuraya;

Bilgi beşiğinde salladın bizi

Kaldırdın ilk adımda yerden

Mavi göklere yolladın bizi.

 

Böyle diyor Cumhuriyet Türkiye’sinin öğretmeni İbrahim Zeki Burdurlu. Öğretmene asıl önem, Cumhuriyetin ilk yıllarında verildi. Cumhuriyetin başta gelen ilkesi “pozivitizm”di, “ilim ve eğitim”di. Her şeyden çok aydınlığa gereksinimimiz vardı. Bunu sağlayacak olan öğretmenlerdi.

Aslında yirminci yüzyılın başlarında bu gereksinimi pek çok ülke duyuyordu. Finlandiya, “Beyaz Zambaklar Ülkesi” olarak tüm kalkınmasını “Beyaz Devrim” dediği eğitim programını bağlamıştı.

Bizde Kemalizm demek “aydınlık” demekti. Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu”, Halide Edip Adıvar’ın “Vurun Kahpeye” gibi eserleri, yalnız geleceğimizi aydınlatanlar için yazılmış birer ağıt değil, bu günlere uzanan ibret ve ışık demetleri değil miydi?

Bir ağlama duvarı tablosu çizmek gerekmez. Ama bazı gerçeklerin altını çizmeyi, Kemalizm’in aydınlık ilkesinin bir gereği sayıyorum.

Ülkeler, eğitime verdikleri önem ölçüsünde kalkınırlar. Eğitilmiş insan; çağdaş üretken yaratıcı ve başarılı olmanın sırrını kazanmış kişidir. Eğitimin en ağır işçisi kuşkusuz öğretmendir.

Cumhuriyetin ilk günlerinde, ilkelliğin çıkmasında bocalayan halkımızı, Atatürk’ün aydınlık yoluna çekmek için, kıvançla coşkuyla çalışan öğretmenlerimiz, sürekli kendini yenilemek zorundaydı. Araştırıyordu, okuyordu, inceliyordu, gözlemliyordu. Yürekleri sevgi doluydu. Bilgisi, becerisi ve güzel değerleriyle toplumumuza örnek oluyordu.

Öğretmenlerimiz bu gül dikenli yolda, gün geldi ümit oldu, gün geldi karanlıklarda parlayan ışık oldu. Gün geldi, kuşkulu bakışlar, ağır baskılarla, karşılaştı. Eşinden yavrusunda ayrı tutuldu. Teröre kurban verildi. Yine de geleceğimizi aydınlatma bilincini kaybetmedi. 19 Mayıs’ta başlayan Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın tutuşturduğu ateşi söndürmedi. Mehmet Tamer, öğretmenlerimizi “can suyu”na benzetmiş ve şu dizelerini bizimle paylaşmış: “Geldim şu dünyaya bir beyaz sayfa / Hece hece doluşumda sen varsın / İlmek ilmek büküp dokudun beni / İnce ince nakışımda sen varsın // Bir çekirdek idim bağrına diktin / Can suyum olup damla damla aktın / Benim için nice zahmetler çektin / Yaprak yaprak açışımda sen varsın // İnsanım en büyük hazinem bilgi / Pınarından doldum heybemde sevgi / Gönlümün baş köşesindesin bilki / Çakmak çakmak bakışımda sen varsın // Öğretmenim sen başımda tacımsın / Uygarlık binamda köşe taşımsın / Allahtan sonraki yaratanımsın / Gürül gürül akışımda sen varsın.”

Şu anekdotu lütfen dikkatle dinleyiniz: Reşit Galip’in Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde Atatürk’ün direktifiyle, köylüyü okutma davasını ele alan bir köy komisyonu kuruluyor. Komisyon bir problemin çözümünü bulamıyor. Bütün köylerde bir okul açmak kolay. Ama bu kadar okula öğretmen nereden bulunacaktır? Çavuşlardan, askeri görevi görür gibi köy öğretmenliğiyle mükellef bin kadro yetiştirmek için kurslar açılması fikri ağırlık kazanıyor. Sorun Reşit Galip tarafından bir raporla Atatürk’e arz ediliyor. Reşit Galip’in raporuna Atatürk şunları yazıyor:

“Köy öğretmenliği, üniversite profesörlüğünden daha güç ve mühim bir iştir. Bu kadar ciddi bir mevzuyu böyle hafif tedbirlerle halletmeye çalışmak yanlıştır.”

Bu anekdotun verdiği dersi çalışaduralım.

“Aynı yolda aynı emek,

Gönüllerde tek bir dilek,

Türk köyünü önde görmek

Türk köyünü önde görmek.

Engelleri aşıyoruz,

Ülkümüze koşuyoruz..”

 

Gönüllerinde Atatürk, çağdaşlık ve lâik Türkiye aşkı fışkıran Köy Enstitülerinin açılışını da böylece hatırlayalım. Ve sözü bağlıyorum:

Onlar üç kişiydi. Üçünü de yakından tanıdım. Birer yıl arayla da olsa aynı yıllarda doğmuşlardı, Aynı yollardan yayan yapıldak öğretmen olmak için yollara düşmüşlerdi. Ve Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk öğretmenleri alarak Anadolu’ya aydınlık götürenler arasında yer almışlardı. Biri 1904 yılında Amasya’da doğmuştu. Bileceksiniz Haşim Nezihi Okay. 9 Mayıs 1998 günü toprağa verdik. Diğeri 1902 yılında İnebolu’da doğmuştu. Vatan şairi Orhan Şaik Gökyay. 2 Aralık 1994 günü öldü. Diğeri 1903 yılında Çankırı’da doğmuştu. Zeki Ömer Defne. O da 2 Aralık 1992 günü aramızdan ayrıldı. Ama bıraktıkları eserleri ile yaşıyorlar.

Son şiir Zeki Ömer Defne’nin:

ZİLLER ÇALACAK

Zil çalacak... Sizler derslere gireceksiniz bir bir;

Zil çalacak, ziller çalacak benim için,

Duyacağım evlerden, kırlardan, denizlerden;

Tâ içimden birisi gidecek uça ese...

Ama ben, ben artık gidemeyeceğim.

 

Zil çalacak... Siz geminize, treninize gireceksiniz bir bir

Zil çalacak, ziller çalacak benim için,

Duyacağım iskelelerden, istasyonlardan bütün;

Tâ içimden birisi koşacak ardınızdan....

Ama ben, ben artık gelemeyeceğim.

 

Sonra bir gün bir zil çalacak yine

Hiç kimseler kimsecikler duymayacak...

Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz..

. Tâ içimden birisi kalacak oralarda

Ben gideceğim.

 

Zeki Ömer Defne hocamızın ruhu şad olsun.

Cumhuriyetin ilk günlerinde olduğu gibi bugün de Atatürk’ün aydın öğretmenleri; yaşlısıyla, genciyle, kadınıyla, erkeğiyle, çalışanıyla, emeklisiyle şu ortak noktada birleşiyorlar:

Kendisi ve toplumla barışık, akılcı emek öncelikli, verimli ve büyüyen bir Türkiye.. Kadını erkeği eşit, gençliği özgür, ırkçılığa, bölgeciliğe hayır diyen, demokratik hukuk kurallarıyla çağdaşlaşan, laik anlayışın bayraklaştığı bir Türkiye. Okuyan, düşünen, bilimsel gerçeklerden ödün vermeyen, içten ve dıştan gelecek ülke çıkarlarına aykırı her türlü baskı ve hareketlerden uzak bir Türkiye. Ve özetin özeti, Atatürkçü düşünce demek, Öğretmen demektir. Onların günü kutlu olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar