
Ahmet Özdemir
AMASRADAN YÜKSELEN AĞIT
Türk halkı, oldum olası yüreğinde gurbet acılarını duyar. Kimi asker ocağı için, kimi ekmek parası için gurbete gitmiştir. Gidenlerin anaları, bacıları, yavukluları asker yolu beklemiştir. Zorunlu göçlerle yurdundan sılasından kopanlar vardır. Türk ulusunun duyduğu gurbet acısını, sılaya özlemi hiçbir ulus duyamaz. Maden ocağına girmek, beş on saat de olsa her gün bir gurbet yolculuğu gibidir.
Gurbette garipliğin acısını yaşamamış olanlar da empati yaparlar. “Bir garip ölmüş diyeler/ Üç günden sonra duyalar/ Soğuk su ile yuyalar/ Şöyle garip bencileyin...” diyen Yunus gibi düşünürler. Ağıtlar, felâket üstüne söylenmiş şiirler, ezgilerdir. Eskiden Türklerde “yuğ” denirdi. Ölenin iyiliklerini, ölümünden duyulan acıları sayıp dökmek üzere, ölü çıkan evlerde yas toplantılarında okunur ağlanırdı.
Yalnız kişi ölümleri değil; yangınlarda, sellerde, depremlerde, savaşlarda, benzeri âfetlerde söylenen acı dolu şiirler de ağıttı. Yakıldıkları konulara göre ağıtları; kişiler için yakılan ağıtlar, sosyal olaylar üzerine yakılan ağıtlar, gelin ağıtları, asker uğurlama-karşılama ağıtları, hayvanlar için yakılan ağıtlar, doğaya yakılan ağıtlar, doğal afetler için yakılan ağıtlar ve de maden ocağında can verenler için yakılan ağıtlar olmak üzere çeşitleyebiliriz.
Ağıtlarda, ölen bir kimsenin, gençliği, yiğitliği, güzelliği, iyilikleri, bir takım farklı değerleri; geride bıraktıklarının acıları veya yaşanılan felâketlerin toplumu derinden etkileyen üzücü etkileri dile getirilir. Zaman içinde ilk söyleyeni veya yakıcıları unutularak, bir takım katkılar alarak anonim türküler haline gelir.
Sekiz yıl önce hepimizi kara yasa sokan Soma Maden kazasının hemen arkasından onlarca ağıt yakılmış, dilden dile dolaşmaya başlamıştı. Şimdi Bartın, Amasra için onlarcası yakılacak. Ateş düştüğü yeri yakar. Her biri güne tarih düşürecek, duygularımıza tercüman olacak. Soma’nın acısını Ayşe Kavak dizelere şöyle dökmüştü:
Kömür deşe deşe güneş ararsın
Dikkat her an toprak göçer madenci
Namus onur ekmek için yeri tararsın
Dostların bak kefen biçer madenci
Bugün on üç Mayıs yasa bürünür
Bayrak indirilir matem görünür
Sevdiğin acıdan ah’la sürünür
Sensiz kalbi zehir içer madenci
Unuturlar seni deyip de kader
Başkaları sefa sürdü sen heder
Bir Fatiha okur hemen de gider
Ademoğlu çabuk geçer madenci
Cığlıklar geliyor heyvah Soma’dan
Madenciler çıkmaz olur komadan
Peş peşe sayılır isim yumadan
Cellat can almış da kaçar madenci
Ayşe Kavak’ın ağıt destanı böyle sürüp gidiyor. Son dörtlüğü şöyle:
Senin yüzün kara değil bil artık
Ağlama üzülme yaşın sil artık
Cennette çiçek ol gül artık
Tüm çiçekler size açar madenci
Nevrettin Uludağ adlı bir ozanımız şöyle seslenmşti:
Kara haber geldi onüç mayısta
Yurdu yasa boğdun maden kazası
Eşler dostlar şaksın herkes talaşta
Yurdu yasa boğdun maden kazası
Yüzlerce metre derin kara elmas
Ecel olur işçilere arkadaş
Kefen koltuğunda madenci kardaş
Yurdu yasa boğdun maden kazası
Analar ağlıyor bacılar yaslı
Umutsuz bekleyiş gözleri yaşlı
Yangınlar sönmüyor herkes talaşlı
Yurdu yasa boğdun maden kazası
Devletim somanın yolunu tuttu T
ürkiyemin kalbi somada attı
Kurtarma ekibi hemen ulaştı
Yurdu yasa boğdun maden kazası
Nevrettin Uludağ’ın ağıtı uzun. Bir başkasına bakalım: Salim Gülbahçe’nin ağıtı da şöyle başlamış:
Trafo patladı yangın bürüdü
Gencecik işçiler yandı çürüdü
Soma de yüreğin yağı eridi
Ocaklar söndürdü maden ocağı
Aileler feryat figan ediyor
Onca yiğit sedyelerde yatıyor
Hala acı acı duman tütüyor
Ocaklar söndürdü maden ocağı
Yediden yetmişe mateme daldık
El ayak dolaştı şaşırdık kaldık
Od düştüğü yeri yakar inandık
Ocaklar söndürdü maden ocağı
Tarih on üç mayıs iki bin on dört
Bu maden acısı ne büyük bir dert
Yüce Rabbim madurlara yardım et
Ocaklar söndürdü maden ocağı
Toz duman karıştı alın terine
Yaralar sarılmaz inmiş derine
Od düşürdün Gülbahçe'nin serine
Ocaklar söndürdü maden ocağı
Her acı bilânçomuzun tarifidir bir söz, bir çığlık. Kaybettiğimiz işçilerimiz, kazaya kurban verdiklerimiz ve daha nicelerimiz... Çanakkale, Yemen, Sarıkamış’ta binlerce vatan evladı, ağıtlarımızda yaşıyorlar. Sevgili dostlar asıl sözü Mahzuni’ye getireceğim. "yiğit muhtaç olur kuru soğana" diyen Mahzuni’ye. Mervan'ın elinde paralandıkça paralanan. Önce Mahzuni’nin dile tele, getirdiklerini hatırlatalım:
İşçidir, yükü ağırdır tek sermayesi derdidir, onların. Memleketinden sevdiklerinden ayrılıp gelmiştir her birinin yüreği. Ülkenin her yanından yoksulluk elbiselerini giyip yerin metrelerce altında güneşi tekrar görmek için savaş verirmişler. Hepsinin yüreğinde bir acı, bir de türkü dolar dillerine...
Gözler konuşur onların hasret yüreği yerine, hepsinin yüzünde bir korku bir telaş... Coğrafyalarında yoksulluk kokar, alın teriyle yoğrulmuş bir ekmeğin emeği vardır ellerinde. Emeğin karşılığı ölüm olmamalı diye isyan edesi gelir insanın. Elleri kömür karası bir madencinin kömür karası olur hayalleri grizunun ağır patlamasında. Alnına yazılmıştır kömür karası bir ömür ve kaza. Emeğinin gözyaşlarını bırakır ardında miras olarak sevdiklerine, bazen işçi bile kalamazlar ve birde kaza diye onların ölümünü saklayan utanç kelimelerimiz. Bir yiğidin kömür karası emeğine daha kaçını toprağa vereceğiz kaza diyerek…
Bir çığlık arda kalan birde acı türküsü kalır Ali'lerin Mehmetlerin Ayşelerin ve daha nice kazaya kurban verdiğimiz Anadolu'nun kayıp emek kurbanların...
Kara kuyular derindir
Burda kalır madenciler
Ücreti bir aferindir
Zehir solur madenciler
Bir de kara yüzleri var
Yaşamdan hayli uzak
Kömür gibi kadere bak
Bilmem n’olur madenciler
Grizu gelir uykuda
Nice canlar yuta yuta
Biz cennet’te, o uykuda
Toptan ölür madenciler
Dile kolay kuyu dibi
Salınır gezer sağ gibi
Bin senelik maden gibi
Fosil olur madenciler
Yeryüzünde sevda güzel
Derinlerden selam eder
Bu dünyadan kömür gider
Duman gelir madenciler
Der Mahzuni kuyu dardır
Bize kolay o’na zordur
Bir onurlu teri vardır
Bunu bilir madenciler