AMASRADAN YÜKSELEN AĞIT

Türk halkı, oldum olası yüreğinde gurbet acılarını duyar. Kimi asker ocağı için, kimi ekmek parası için gurbete gitmiştir. Gidenlerin anaları, bacıları, yavukluları asker yolu beklemiştir. Zorunlu göçlerle yurdundan sılasından kopanlar vardır. Türk ulusunun duyduğu gurbet acısını, sılaya özlemi hiçbir ulus duyamaz. Maden ocağına girmek, beş on saat de olsa her gün bir gurbet yolculuğu gibidir.

Gurbette garipliğin acısını yaşamamış olanlar da empati yaparlar. “Bir garip ölmüş diyeler/ Üç günden sonra duyalar/ Soğuk su ile yuyalar/ Şöyle garip bencileyin...” diyen Yunus gibi düşünürler. Ağıtlar, felâket üstüne söylenmiş şiirler, ezgilerdir. Eskiden Türklerde “yuğ” denirdi. Ölenin iyiliklerini, ölümünden duyulan acıları sayıp dökmek üzere, ölü çıkan evlerde yas toplantılarında okunur ağlanırdı.

Yalnız kişi ölümleri değil; yangınlarda, sellerde, depremlerde, savaşlarda, benzeri âfetlerde söylenen acı dolu şiirler de ağıttı. Yakıldıkları konulara göre ağıtları; kişiler için yakılan ağıtlar, sosyal olaylar üzerine yakılan ağıtlar, gelin ağıtları, asker uğurlama-karşılama ağıtları, hayvanlar için yakılan ağıtlar, doğaya yakılan ağıtlar, doğal afetler için yakılan ağıtlar ve de maden ocağında can verenler için yakılan ağıtlar olmak üzere çeşitleyebiliriz.

Ağıtlarda, ölen bir kimsenin, gençliği, yiğitliği, güzelliği, iyilikleri, bir takım farklı değerleri; geride bıraktıklarının acıları veya yaşanılan felâketlerin toplumu derinden etkileyen üzücü etkileri dile getirilir. Zaman içinde ilk söyleyeni veya yakıcıları unutularak, bir takım katkılar alarak anonim türküler haline gelir.

Sekiz yıl önce hepimizi kara yasa sokan Soma Maden kazasının hemen arkasından onlarca ağıt yakılmış, dilden dile dolaşmaya başlamıştı. Şimdi Bartın, Amasra için onlarcası yakılacak. Ateş düştüğü yeri yakar. Her biri güne tarih düşürecek, duygularımıza tercüman olacak. Soma’nın acısını Ayşe Kavak dizelere şöyle dökmüştü:

 

Kömür deşe deşe güneş ararsın

Dikkat her an toprak göçer madenci

Namus onur ekmek için yeri tararsın

Dostların bak kefen biçer madenci

 

Bugün on üç Mayıs yasa bürünür

Bayrak indirilir matem görünür

Sevdiğin acıdan ah’la sürünür

Sensiz kalbi zehir içer madenci

 

Unuturlar seni deyip de kader

Başkaları sefa sürdü sen heder

Bir Fatiha okur hemen de gider

Ademoğlu çabuk geçer madenci

 

Cığlıklar geliyor heyvah Soma’dan

Madenciler çıkmaz olur komadan

Peş peşe sayılır isim yumadan

Cellat can almış da kaçar madenci

 

Ayşe Kavak’ın ağıt destanı böyle sürüp gidiyor. Son dörtlüğü şöyle:

 

Senin yüzün kara değil bil artık

Ağlama üzülme yaşın sil artık

Cennette çiçek ol gül artık

Tüm çiçekler size açar madenci

 

Nevrettin Uludağ adlı bir ozanımız şöyle seslenmşti:

Kara haber geldi onüç mayısta

Yurdu yasa boğdun maden kazası

Eşler dostlar şaksın herkes talaşta

Yurdu yasa boğdun maden kazası

 

Yüzlerce metre derin kara elmas

Ecel olur işçilere arkadaş

Kefen koltuğunda madenci kardaş

Yurdu yasa boğdun maden kazası

 

Analar ağlıyor bacılar yaslı

Umutsuz bekleyiş gözleri yaşlı

Yangınlar sönmüyor herkes talaşlı

Yurdu yasa boğdun maden kazası

 

Devletim somanın yolunu tuttu T

ürkiyemin kalbi somada attı

Kurtarma ekibi hemen ulaştı

Yurdu yasa boğdun maden kazası

 

Nevrettin Uludağ’ın ağıtı uzun. Bir başkasına bakalım: Salim Gülbahçe’nin ağıtı da şöyle başlamış:

 

Trafo patladı yangın bürüdü

Gencecik işçiler yandı çürüdü

Soma de yüreğin yağı eridi

Ocaklar söndürdü maden ocağı

 

Aileler feryat figan ediyor

Onca yiğit sedyelerde yatıyor

Hala acı acı duman tütüyor

Ocaklar söndürdü maden ocağı

 

Yediden yetmişe mateme daldık

El ayak dolaştı şaşırdık kaldık

Od düştüğü yeri yakar inandık

Ocaklar söndürdü maden ocağı

 

Tarih on üç mayıs iki bin on dört

Bu maden acısı ne büyük bir dert

Yüce Rabbim madurlara yardım et

Ocaklar söndürdü maden ocağı

 

Toz duman karıştı alın terine

Yaralar sarılmaz inmiş derine

Od düşürdün Gülbahçe'nin serine

Ocaklar söndürdü maden ocağı

 

Her acı bilânçomuzun tarifidir bir söz, bir çığlık. Kaybettiğimiz işçilerimiz, kazaya kurban verdiklerimiz ve daha nicelerimiz... Çanakkale, Yemen, Sarıkamış’ta binlerce vatan evladı, ağıtlarımızda yaşıyorlar. Sevgili dostlar asıl sözü Mahzuni’ye getireceğim. "yiğit muhtaç olur kuru soğana" diyen Mahzuni’ye. Mervan'ın elinde paralandıkça paralanan. Önce Mahzuni’nin dile tele, getirdiklerini hatırlatalım:

İşçidir, yükü ağırdır tek sermayesi derdidir, onların. Memleketinden sevdiklerinden ayrılıp gelmiştir her birinin yüreği. Ülkenin her yanından yoksulluk elbiselerini giyip yerin metrelerce altında güneşi tekrar görmek için savaş verirmişler. Hepsinin yüreğinde bir acı, bir de türkü dolar dillerine...

Gözler konuşur onların hasret yüreği yerine, hepsinin yüzünde bir korku bir telaş... Coğrafyalarında yoksulluk kokar, alın teriyle yoğrulmuş bir ekmeğin emeği vardır ellerinde. Emeğin karşılığı ölüm olmamalı diye isyan edesi gelir insanın. Elleri kömür karası bir madencinin kömür karası olur hayalleri grizunun ağır patlamasında. Alnına yazılmıştır kömür karası bir ömür ve kaza. Emeğinin gözyaşlarını bırakır ardında miras olarak sevdiklerine, bazen işçi bile kalamazlar ve birde kaza diye onların ölümünü saklayan utanç kelimelerimiz. Bir yiğidin kömür karası emeğine daha kaçını toprağa vereceğiz kaza diyerek…

Bir çığlık arda kalan birde acı türküsü kalır Ali'lerin Mehmetlerin Ayşelerin ve daha nice kazaya kurban verdiğimiz Anadolu'nun kayıp emek kurbanların...

 

Kara kuyular derindir

Burda kalır madenciler

Ücreti bir aferindir

Zehir solur madenciler

 

Bir de kara yüzleri var

Yaşamdan hayli uzak

Kömür gibi kadere bak

Bilmem n’olur madenciler

 

Grizu gelir uykuda

Nice canlar yuta yuta

Biz cennet’te, o uykuda

Toptan ölür madenciler

 

Dile kolay kuyu dibi

Salınır gezer sağ gibi

Bin senelik maden gibi

Fosil olur madenciler

 

Yeryüzünde sevda güzel

Derinlerden selam eder

Bu dünyadan kömür gider

Duman gelir madenciler

 

Der Mahzuni kuyu dardır

Bize kolay o’na zordur

Bir onurlu teri vardır

Bunu bilir madenciler

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar