Ahmet Özdemir
ATTİLÂ İLHAN VE MAHUR BESTE
Dün Attilâ İlhan’ın aramızdan ayrılışının 17. Yıl dönümüydü. Biyografi yazılarında onun için “15 Haziran 1925’te İzmir’in Menemen ilçesinde doğdu. 11 Ekim 2005'te İstanbul'da yaşamını yitirdi,” diye yazarlar. Peki Sivas’la ilgisi nedir? Niçin Sivaslı yazar ve şairler arasında gösterilir?
Yakup Kadri Bozalioğlu’na, kararlı ve yılmaz araştırmacılığı ile Sivas kültür ve sanatının çağdaş vak’anüvisti, küttabı, günümüz anlatımıyla belleği diyebilirsiniz.
Attilâ İlhan’ın Sivas’la ilgisini şöyle yazmış:
“Asıl adı Attilâ Hamdi İlhan, edebiyat çevresinde bilinen adıyla Attilâ İlhan; 15.06.1925 İzmir'in Menemen ilçesi doğumlu. Attilâ İlhan her ne kadar İzmirli olarak tanınsa da aslen Sivaslıdır. Sivas'ın Gürün ilçesinin Ketençayır mahallesinde ikamet eden Kadı Bahriler sülalesinden. Kaymakam, İzmir Vali Yardımcısı ve Balıkesir Valisi olarak devlete hizmet etmiş Muharrem Bedrettin İlhan'ın oğludur. Eski adı Hamidiye, bugün ki adıyla Karatepe mahallesi (cilt no: 2, hane no: 108'de) Gürün nüfus kütüklerinde kayıtı bulunmaktadır. 1891 Gürün doğumlu Muharrem Bedrettin İlhan ve Emine Memnune Hanım’ın 3 çocuğundan Cengiz, Çolpan olmak üzere Attilâ Hamdi, kardeşlerin en büyüğü olanıdır. Attilâ İlhan'ın babası Bedrettin İlhan Kaymakamlık yaptığı yıllarda 1956'da nüfus kaydını İzmir'e almıştır. Dolayısıyla Gürünlü bir aileye mensup olup İzmir doğumludur.”
Atatürk Lisesi'ndeki öğrenciliği sırasında Türk Ceza Kanunu'nun 141. maddesine aykırı davrandığı gerekçesiyle tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Danıştay kararıyla eğitimi sürdürme hakkını kazandı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı. 6 yıl aralıklarla Paris'te yaşadı. Türkiye'ye döndü. Çeşitli gazete ve dergilerde çalıştı.
Senaryolarında "Ali Kaptanoğlu" takma adını kullandı. İlk şiiri olan "Balıkçı Türküsü" 1941'de Yeni Edebiyat Dergisi'nde yayınlandı. "Nevin Yıldız" takma adıyla İstanbul, "Beteroğlu" takma adıyla Yücel dergilerinde şiirleri çıktı. 1946 CHP şiir yarışmasında "Cebbaroğlu Mehemmed" şiiriyle birincilik ödülü kazandı. Bu başarıdan sonra hızla tanınıp sevildi. Türk edebiyatının önemli isimleri arasına girdi. Garip Akımı ve İkinci Yeni şiirine karşı çıktı. Mavi ya da Maviciler adıyla tanınan toplumcu gerçekçi şiir akımını başlattı.
Şiire yeni bir ses düzeni, taşkın, coşkulu bir anlatım ve kendisine özgü bir duyarlılık getirdi. Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum şiir kitaplarındaki şiirleriyle genç şair kuşağını etkiledi.
BEN SANA MECBURUM
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
Insan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih’te yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun
Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
Içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin..
Senaryolarını yazdığı önemli filmler asında şunları sayabiliriz: Yalnızlar Rıhtımı (Lütfi Akad), Ateşten Damlalar (Memduh Ün), Rıfat Diye Biri (Ertem Gönenç), Şoför Nebahat (Metin Erksan), Devlerin Öfkesi (Nevzat Pesen), Ver Elini İstanbul (Aydın Arakon).
Attilâ İlhan’ın şiir kitapları arasında; Duvar (1948) Sisler Bulvarı (1954) Yağmur Kaçağı (1955) Ben Sana Mecburum (1960) Bela Çiçeği (1962) Yasak Sevişmek (1968) Tutkunun Günlüğü (1973) Böyle Bir Sevmek (1977) Elde Var Hüzün (1982) Korkunun Krallığı (1987) Ayrılık Sevdaya Dahil (1993) bulunuyor.
Sokaktaki Adam (1953) Zenciler Birbirine Benzemez (1957) Kurtlar Sofrası (1963/64) Bıçağın Ucu (1973) Sırtlan Payı (1974) Yaraya Tuz Basmak (1978) Fena Halde Leman (1980) Dersaadet’te Sabah Ezanları (1981) Haco Hanım Vay (1984) O Karanlıkta Biz (1988) romanları arasında bulunuyor.
Gezi, deneme, eleştiri kitaplarına da bunları örnek verebiliriz: Abbas Yolcu (1957), Hangi Sol (1971), Gerçekçilik Savaşı (1980), Hangi Atatürk (1981), Batı'nın Deli Gömleği (1982), İkinci Yeni Savaşı (1983), Sağım Solum Sobe (1985), Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler (1985), Ulusal Kültür Savaşı (1986).
Size Attilâ İlhan’ın “Mahur Beste şiirinin hikayesini yazmadan önce, sevdiğim bir şiirini daha aktarmak istedim:
ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ
Gözlerin gözlerime değince
Felâketim olurdu ağlardım
Beni sevmiyordun bilirdim
Bir sevdiğin vardı duyardım
Çöp gibi bir oğlan ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felâketim olurdu ağlardım
Ne vakit maçka’dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kuş gibi gülerdi
Bir rüzgâr aklımı alırdı
Sessizce bir cıgara yakardın
Parmaklarımın ucunu yakardın
Kirpiklerini eğerdin bakardın
Üşürdüm içim ürperirdi
Felâketim olurdu ağlardım
Akşamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felâketim olurdu ağlardım
Hikâyenin sonunda yazmam gerekeni en başta açıklayayım: Mahur Beste, Attilâ İlhan'ın Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını öğrendikten sonra yazmaya başladığı bir şiiri. Birkaç kişi tarafından bestelendi. En yaygın bilineni Ahmet Kaya’nın bestesi oldu. Bunu Nur Yoldaş okurdu.
Nasıl yazıldığını Attila İlhan’ın kendi yazısından okuyalım:
“12 Mart sonrasının kahır günleriydi. Bir sabah radyoda duyduk ağır haberi: Denizlere kıymışlardı. Karşıyaka’dan İzmir’e geçmek için vapura bindim. Deniz bulanıktı; simsiyah, alçalmış bir gökyüzünün altında hırçın, çalkantılı. Acı bir yel esintisinin ortasında aklıma düştü ilk mısra. Vapurda sessiz bir köşe bulup yüksek sesle tekrarladım. Vapurdan indikten sonra da rıhtım boyunca bu ilk mısraları tekrarlayarak yürüdüm.
” Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı
Bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra
Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara
Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara
Geceler uzar hazırlık sonbahara
Şiirin anlamlı ve duygu yüklü yerlerinden biri “O mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız” dizesiydi. Çoğu kimseler, Müjgan’ı Attilâ İlhan’ın sevgilisi sanırdı. Oysa, Müjgan bir kadın ismiydi ama, Farsça'da kirpik demekti... Yukarıda söz ettiğim gibi Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın idam edildiğini radyodan duyunca, Karşıyaka'dan İzmir'e geçmek için bindiği vapurda oluşturmaya başlamıştı.