"AYIN ALTINDA KAĞNILAR GİDİYORDU"

Dünkü yazımda ilk tanıdığım ulaşım ve ta-şıma aracının kağnılar olduğunu belirtmiştim. Çocukluğumun bir bölümünde Şarkışla’da Ulu Cami ile Haydarlı arasında otururduk. Evimizin önünden sap yüklü kağnılar geçer, harman yerine doğru giderlerdi. Biz çocuklar da peşinden koştururduk. Sap yüklü kağnılara sap cerekleri eklenir, üstünde de üstlük ağacı olurdu.

Daha sonra ilçenin o zaman en uç yeri sayılan Dolaylı tarafına ta-şındık. Evimizin önünden Elmalı ve Mergesen köylerinin yolu geçerdi. Pazar yerine veya değirmenlere gelen köylülerin kağnılarının gıcırtısı uzaklardan duyulur, yüksele yüksele evin önüne kadar ulaşır, ilçe merkezine ya da göçmen mahallesindeki değirmenlere doğru giderlerdi.

Kağnıla-rın iki tekerini birbirine bağlayan ve tekerlerle birlikte dönen mazunun sürtünmesini azaltmak amacıyla sık sık yağlanırdı. Arap sabunu benzeri yağlardan oluşan karışım, tekerleklerin yanında asılı oyulmuş boynuz içinde bulunur, yağlamak için kartal teleği kullanılırdı. Yağ sürüldüğünde, gıcırtının notalarının perdeleri değişirdi. Bu musikiyi dinlemeye doyamazdınız. Kağnıyı çeken öküzler yavaşladığında sürücü elindeki mesesle hayvanı modullardı. O zamanlar çoğu köy evinin önünde bir kağnı ve ahırında bir çift öküz bulunurdu.

Ulaşım araçları içinde kağnılar önemli yer tutardı. Cahit Külebi’nin şiirinde anlattıklarının tanığıydım:

“Sivas yollarında geceleri

Katar katar kağnılar gider

Tekerleri meşeden.

Ağız dil vermeyen köylüler

Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler?

Ağır ağır kağnılar gider

Sivas yollarında geceleri.

 

Ne, yıldızlar kaynaşır gökyüzünde,

Ne, sevdayla dolar taşar gönüller,

Bir rüzgâr eser ki bıçak gibi

El ayak şişer.

Sıvas yollarında geceleri

Ağır ağır kağnılar gider.

 

Kamyonlar gelir geçer, kamyonlar gider

Toz duman içinde,

Şavkı vurur yollara,

Arabalar dağılır şoförler söver,

Sıvas yollarında geceleri

Katar katar kağnılar gider.”

 

Gençlik yıllarımda yasaklı olduğu için gizli gizli okuduğum Nazım Hikmet’in Kuvayı Millîye destanını, Ders kitaplarında okuduğum Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Mustafa Kemal’in Kağnısı”nı empati içinde yaşayınca, kağnıların işlevi gönlümde büyüdükçe büyüdü, saygım arttıkça arttı. Kağnıları kutsadım, dersem yanlış yorumlara düşmeyiniz. Mustafa Kemal’in kağnısı şiirini sık sık paylaşmışımdır. Hele hele Elifciğin öküze yalva-rışını, naçar kalıp, öküzün yerine kendini koş-maya kalkışmasını okurken ağlarım.

Size Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Des-tanı’ndan bir bölüm vereyim:

 

“Ayın altında kağnılar gidiyordu.

Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.

Toprak öyle bitip tükenmez. dağlar öyle uzakta,

sanki gidenler hiçbir zaman

hiçbir menzile erişmeyecekti.

Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.

ve onlar ayın altında dönen ilk tekerlekti.

Ayın altında öküzler başka

ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi

ufacık, kısacıktılar

ve pırıltılar vardı

hasta, kırık boynuzlarında ve ayakları altında

akan toprak

toprak ve topraktı

Gece aydınlık ve sıcak

ve kağnılarda tahta yataklarında koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.

ve kadınlar birbirlerinden gizleyerek

bakıyorlardı ayın altında

geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.

Ve kadınlar bizim kadınlarımız:

korkunç ve mübarek elleri, i

nce, küçük çeneleri,

kocaman gözleriyle anamız,

avradımız, yarimiz

ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen

ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen

ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız

ve ekinde, tütünde, odunda

ve pazardaki

ve karasabana koşulan

ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak,

ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar

bizim kadınlarımız

şimdi ayın altında kağnıların

ve hartuçların peşinde

harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi

aynı yürek ferahlığı,

aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.

Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde

ince boyunlu çocuklar oynuyordu.

Ve ayın altında kağnılar yürüyordu

Akşehir üstünden Afyon'a doğru…”

 

Evet, hüznü bir yana bırakıp, türkülerin kanadında bir yurt gezisine çıkalım:

Yozgat Boğazlıyan yöresinin türküsünde “Aşağıdan gelen üzüm kağnısı / İçinde de güzel-lerin benlisi (bir tanem)” denilirken Eskişehir türküsü çifte kağnıdan söz ediyor. Isparta türkü-sünde ise yâri getiren “Gıcır gıcır”dır. Denizli Buldan yöresinde ise yârin yollarına kağnı kağnı kum dökülüyor. Tokat’ın Artova ilçesinin Bügüt köyündeki bacının derdi başka:

“Kağnısında yedecek

Ayı doldu gidecek

Onun orda yâri var

Beni burda n’idecek?”

Hasılı benim dünyamda ve türkülerimizin çoğunda kağnılar ya cepheye mermi taşırlar ya harman yerine sap…

Önceki ve Sonraki Yazılar