
Ahmet Özdemir
"AYIN ALTINDA KAĞNILAR GİDİYORDU"
Dünkü yazımda ilk tanıdığım ulaşım ve ta-şıma aracının kağnılar olduğunu belirtmiştim. Çocukluğumun bir bölümünde Şarkışla’da Ulu Cami ile Haydarlı arasında otururduk. Evimizin önünden sap yüklü kağnılar geçer, harman yerine doğru giderlerdi. Biz çocuklar da peşinden koştururduk. Sap yüklü kağnılara sap cerekleri eklenir, üstünde de üstlük ağacı olurdu.
Daha sonra ilçenin o zaman en uç yeri sayılan Dolaylı tarafına ta-şındık. Evimizin önünden Elmalı ve Mergesen köylerinin yolu geçerdi. Pazar yerine veya değirmenlere gelen köylülerin kağnılarının gıcırtısı uzaklardan duyulur, yüksele yüksele evin önüne kadar ulaşır, ilçe merkezine ya da göçmen mahallesindeki değirmenlere doğru giderlerdi.
Kağnıla-rın iki tekerini birbirine bağlayan ve tekerlerle birlikte dönen mazunun sürtünmesini azaltmak amacıyla sık sık yağlanırdı. Arap sabunu benzeri yağlardan oluşan karışım, tekerleklerin yanında asılı oyulmuş boynuz içinde bulunur, yağlamak için kartal teleği kullanılırdı. Yağ sürüldüğünde, gıcırtının notalarının perdeleri değişirdi. Bu musikiyi dinlemeye doyamazdınız. Kağnıyı çeken öküzler yavaşladığında sürücü elindeki mesesle hayvanı modullardı. O zamanlar çoğu köy evinin önünde bir kağnı ve ahırında bir çift öküz bulunurdu.
Ulaşım araçları içinde kağnılar önemli yer tutardı. Cahit Külebi’nin şiirinde anlattıklarının tanığıydım:
“Sivas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider
Tekerleri meşeden.
Ağız dil vermeyen köylüler
Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler?
Ağır ağır kağnılar gider
Sivas yollarında geceleri.
Ne, yıldızlar kaynaşır gökyüzünde,
Ne, sevdayla dolar taşar gönüller,
Bir rüzgâr eser ki bıçak gibi
El ayak şişer.
Sıvas yollarında geceleri
Ağır ağır kağnılar gider.
Kamyonlar gelir geçer, kamyonlar gider
Toz duman içinde,
Şavkı vurur yollara,
Arabalar dağılır şoförler söver,
Sıvas yollarında geceleri
Katar katar kağnılar gider.”
Gençlik yıllarımda yasaklı olduğu için gizli gizli okuduğum Nazım Hikmet’in Kuvayı Millîye destanını, Ders kitaplarında okuduğum Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Mustafa Kemal’in Kağnısı”nı empati içinde yaşayınca, kağnıların işlevi gönlümde büyüdükçe büyüdü, saygım arttıkça arttı. Kağnıları kutsadım, dersem yanlış yorumlara düşmeyiniz. Mustafa Kemal’in kağnısı şiirini sık sık paylaşmışımdır. Hele hele Elifciğin öküze yalva-rışını, naçar kalıp, öküzün yerine kendini koş-maya kalkışmasını okurken ağlarım.
Size Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Des-tanı’ndan bir bölüm vereyim:
“Ayın altında kağnılar gidiyordu.
Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon'a doğru.
Toprak öyle bitip tükenmez. dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişmeyecekti.
Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle.
ve onlar ayın altında dönen ilk tekerlekti.
Ayın altında öküzler başka
ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık, kısacıktılar
ve pırıltılar vardı
hasta, kırık boynuzlarında ve ayakları altında
akan toprak
toprak ve topraktı
Gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
ve kadınlar birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri, i
nce, küçük çeneleri,
kocaman gözleriyle anamız,
avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda
ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak,
ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında kağnıların
ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar oynuyordu.
Ve ayın altında kağnılar yürüyordu
Akşehir üstünden Afyon'a doğru…”
Evet, hüznü bir yana bırakıp, türkülerin kanadında bir yurt gezisine çıkalım:
Yozgat Boğazlıyan yöresinin türküsünde “Aşağıdan gelen üzüm kağnısı / İçinde de güzel-lerin benlisi (bir tanem)” denilirken Eskişehir türküsü çifte kağnıdan söz ediyor. Isparta türkü-sünde ise yâri getiren “Gıcır gıcır”dır. Denizli Buldan yöresinde ise yârin yollarına kağnı kağnı kum dökülüyor. Tokat’ın Artova ilçesinin Bügüt köyündeki bacının derdi başka:
“Kağnısında yedecek
Ayı doldu gidecek
Onun orda yâri var
Beni burda n’idecek?”
Hasılı benim dünyamda ve türkülerimizin çoğunda kağnılar ya cepheye mermi taşırlar ya harman yerine sap…