ORHAN ŞAİK GÖKYAY

Dünkü yazımda, 2 Aralık 1992’de kaybettiğimiz Zeki Ömer Defne’yi anlatırken, kendi sesinden okuduğu bir şiirinin klibini eklemiştim. 2 Aralık 1994’de kaybettiğimiz Orhan Şaik Gökyay’ı anlatacağım bu yazıda da kendi sesinden bir şiirini ekliyorum:

Orhan Şaik Gökyay, 1902de İnebolu’da doğdu. Babası Filibeli muallim Mehmet Cevdet Efendi, annesi Şefika Hanımdı.

İlkokulu Kastamonu’da okudu. Ortaöğreniminden sonra Ankara Darülmuallimîn’e gitti. 1922’de mezun olduktan sonra, Giresun, Samsun ve Balıkesir’de ilkokul öğretmenliği yaptı. İstanbul Edebiyat Fakültesine ve Yüksek Muallim Mektebine girdi. Mezun olunca, öğretmenlik mesleğine döndü. Yurdun birçok yerinde edebiyat öğretmenliği ve müdürlük yaptı ve 1941’de Devlet Konservatuarı Müdürlüğüne getirildi. Burada çalıştığı yıllarda Türk konservatuarının tarihçesini ve “Şahlanıp şu dağların köpüren sularından / Tutuşan gönüllere ses verdik zaman zaman / Çalkalanır içimizde ufka çarpan bir umman / İlhâm olur çağıldar şarkımızda bu vatan “ dizeleriyle başlayan, Konservatuar Marşını yazdı.

Orhan Şaik Gökyay, 1944’te ırkçılık-turancılık yaptığı gerekçesiyle hapse düştü. Suçsuzluğu anlaşılınca, öğretmenliğe döndü. Yurtdışında talebe müfettişliği yaptı. Londra Üniversitesinde ve İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsünde edebiyat öğretmenliğinde bulundu. 1969’da emekliye ayrıldı. 1984-1985 yıllarında Marmara Üniversitesi, daha sonraki senelerde de Mimar Sinan Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültelerinde edebiyat dersleri verdi.

Yetmiş yılık öğretmenlik hayatında binlerce öğrenci yetiştiren Orhan Şaik Gökyay, 2 Aralık 1994 tarihinde vefat etti ve cenazesi ertesi gün Üsküdar'daki Nakkaştepe Mezarlığında toprağa verildi.

Millî Mücadele yıllarının bütün ıstırabını, çocukluk ve ilk gençlik dönemlerinde yaşamış olan Orhan Şaik Gökyay, edebiyat dünyasına ilk adımını şiirle attı. Önce aruz vezni ile başladığı şiire; daha sonra, halkın dili ve söyleyişini kullanarak yeni bir şiir anlayışına ulaştı. İstiklâl Savaşı yıllarında pek çok kimse Ankara’ya İnebolu üzerinden ulaşıyor ve Kastamonu’ya da uğruyorlardı. Bunlardan birisi de Mehmet Akif Ersoy’du. Orhan Şaik Gökyay, Mehmet Akif Ersoy’u Kastamonu’da görmek imkânı bulmuş, o zamana kadar yazdığı şiirleri göstermiş ve beğenisini kazanmıştı.

Orhan Şaik Gökyay’ın 61 şiiri biliniyor. Bunlardan 21’i aruz, 29’u hece vez¬niyle yazılmış. Diğer 11 şiiri serbest olarak kaleme alınmış. Üç şiirini “Nalan”, “Birisi” ve “Meserret” takma adlarıyla yazmış, On şiirinde “Gökyay”, bir şiirinde “Şaik”, iki şiirin de de “Meçhul” mahlasını kullanmış. Orhan Şaik Gökyay’ın şiirlerinde en çok Vatan, Tabiat, Kahramanlık, Yalnızlık konuları işlemiş.

“Bre koç yiğitler bre kocalar

Bir destan söyleyim, divan kurulsun!..

Böylesi destanı almaz heceler

Meydan sazlarına, meydan verilsin!..”

diye başlayan “Çağrı” şiirinde karşımızda sanki bir Köroğlu vardır. Orhan Şaik Gökyay’ın aşk ve tabiat şiirlerinde bir Karacaoğlan edasını yakalamak mümkün. Güngör Önder’in Uşşak makamında bestelediği şiiri bunlardan biri:

“....Çıksam şu dağların yücelerine

Eş olsam gurbetin gecelerine

İmrenir dururum nicelerine

Bir ben mi murada eremiyorum.

 

Bütün bunlar bir yana, Orhan Şaik Gökyay’ın asıl duygusal ve gür sesinin zirvesi,

“Bu Vatan Kimin?”dir. Yıl 1937 Orhan Şaik Gökyay Bursa'da. Evlerinin yakınında bir resmî daire var. Rüzgarsız bir gün. Direkte unutulan bayrak kendini bırakmış. İstiklal savaşında yetişmiş Şaire bu görüntü dokunur. Hemen oracıkta şiirin ilk mısraları doğmaya başlar.

Bu vatan toprağın kara bağrında

Sıra dağlar gibi duranlarındır;

Bir tarih boyunca onun uğrunda

Kendini tarihe verenlerindir. ......

 

Bu şiirle Orhan Şaik’i tanımayan, bu şiirle duygulanmayan, heyecanlanmayan Türk evladının olmadığına kuşkum yok. Türk ta¬rihini, Türk milleti ve onun kahramanlık sembolü Mehmetçiği karşımıza getiren bu destan; Orhan Şaik’in Gökyay mahlasını kullandığı on şiirden biri.

1972 yılında Kültür Bakanlığı Anıtkabir Senaryosu yarışması açmıştı. Yüzün üzerinde başvuru yapılmıştı. Ancak hiç biri değerli görülmemişti. Sonra böyle bir senaryoyu yazması Orhan Şaik Gökyay’dan istenmiş ve iki aylık süre verilmişti. Eser iki aylık süre içerisinde bitmişti. Bu bir İstiklâl Savaşı’nın destanı’ydı. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışıyla başlıyordu:

“Bir gemi açılır engine,

Bu tek gemi, bu küçük tekne

Bir yenilmez donanma heybetinde

Tek başına yarar Karadeniz'i...

İçinde bir asker var, bin asker gibi;

Bir kılıç var belinde, gücü bin kılıç..

. Bir ordu gibi çıkar o tek asker Samsun'a...

Kuşanır bir kılıç gibi Anadolu'yu,

Anadolu kuşanır onu bir kılıç gibi,

Erzurum yaylasında bir şafak söker,

Bir bayrağın dinç kızıllığı vurur

Yurdun üstüne.

İstiklal Savaşı'nın safhaları nesir-nazım olarak Anıtkabir Senaryosu 'nda dile getirilmiş ve Atatürk'ün Türk Milleti'ni yükseltmek ve medeni devletler arasında yerini almasını sağlamak amacıyla yaptığı inkılapları, Atatürk'ün söz¬lerini de kullanarak, şiirli bir anlatımla vermişti.

Önceki ve Sonraki Yazılar