YİNE BİR GÜL-NİHAL ALDI BU GÖNLÜMÜ

Vals musikisi içinde “Gülnihal”in yeri yükseklerde. Bir hayal dünyasında kelebekler gibi tatlı bir ezgili ezinç içine sürüklenir ve içinde eririm.

Kaç yıl önceydi hatırlamıyorum. Bir kasım ayında Altunizade veya Caddebostan Kültür Merkezi’nde Dede Efendi’yi anlatırken, Gülnihal’in öyküsüne sıra gelince Mehmet Çiçek ve Aydan Çiçek kardeşlerim sahnede “Gülnihal eşliğinde vals yapmışlardı. Mutlu olmuştum. Ama içimde, Dede Efendi’nin Sultanahmet’teki evini kullanan dernek veya vakfın, etkinliğime ev sahibi olmamasının burukluğunu taşıyordum.

Gülnihal’in hikâyesini anlatmadan önce, Hamamizade İsmail Dede Efendi’ye ilişkin üç beş satır başı aktarayım: 9 Ocak 1778 İstanbul’da doğdu. Mevlevi olduğu için “İsmail Dede” “Dede Efendi”, babası hamam işletmecisi olduğu için, “Hamâmîzâde” (hammâmîzâde) diye tanındı. Öğrenciliği sırasında sesinin güzelliğinden dolayı İlahicibaşı olan İsmail, ilk musiki derslerini Anadolu Kesedarı Uncuzâde Mehmet Emin Efendiden aldı. Yenikapı Mevlevihanesi’nde Ali Nutki Dede ile kardeşi Abdülbâki Nasır dede ve devrin ileri gelen musikişinaslarından yararlanarak kendini yetiştirdi. Ney üflemeyi Abdülbâki Nasır Dede’den öğrendi. Ali Nutki Dede’ye bağlandı.

3 Haziran 1798’de çileye soyundu. Kısa bir süre sonra babasını kaybetti. Yenikapı Mevlevihanesi'nin bu genç müridi, çilesinin ikinci senesinde ilk bestesini yaptı:

“Zülfündedir benim baht-ı siyahım

Sende kaldı gece gündüz nigahım

İncitirmiş meğerki seni ahım

Seni sevdim odur benim günahım”

mısralarıyla başlayan buselik şarkısı musiki çevrelerinde büyük yankı uyandırdı. Üslûbu ve melodik yapısı farklı olduğu için eserin bestekârını merak eden III. Selim, İsmail Dede’yi saraya çağırarak şarkıyı kendisinden dinledi. Dede Efendi 6 Mart 1801’de çilesini tamamladı, “dede” unvanını aldı. Bir süre sonra ünü yayıldı.

Padişahın takdirini kazandı. Sarayda haftada iki defa düzenlenen küme fasıllarına hanende olarak katılmaya başladı. 1802 yılının ilk aylarında saraylı Nazlıfer Hanım’la evlendi. Dergâhtan ayrıldı. Âyin günleri Mevlevihane’ye gidiyordu. Odasında musiki dersleri veriyordu. İsmail Dede II. Mahmut devrinde sarayla ilişkisini sürdürdü. Şakir Ağa ile aralarında sürekli rekabet vardı. 1812’de “musâhib-i şehriârî” ler arasına alındı, bir müddet sonra da müezzinbaşılığa getirildi. Ayrıca bizzat padişah tarafından Murassa’ imtiyaz nişanı ile ödüllendirildi.

Sultan Abdülmecid döneminde müezzinbaşılık görevi devam etmesine rağmen sarayda eski samimi havayı bulamadı. 1842’de isteği üzerine saraydan ayrıldı. Sultan Abdülmecid tarafından kendisine Ahırkapı civarında bir konak verildi.

Dört yıl sonra talebeleri Dellalzâde İsmail ve Mutafzâde Ahmed efendilerle birlikte padişahtan hacca gitmek için izin aldı. Hac yolunda. Kuybünnayi Osman Dede’nin unutulmaya yüz tutan mi’raciyesini bu talebelerine meşk etti. Yakalandığı kolera hastalığından kurtulamayarak 10 Zilhicce 1262 yani 29 Kasım 1846’da Mina’da vefat etti. Mekke’deki Cennetüü’l-muallâ’da Hz. Hatice’nin ayakucuna defnedildi.

Şehnaz makamındaki, sözleri Yunus Emre’ye ait olan:

‘‘Yürük değirmenler gibi dönerler.

El ele vermişler Hakk’a giderler’’

diye başlayan ilahiyi bu hac ziyareti sırasında bestelemişti.

“Yürük değirmenler gibi dönerler

El ele vermişler Hakk’a giderler

Gönül Kabesini tavaf ederler

Muhammed’in kösnü çalınır bunda

Ol sultanım demi sürülür bunda..”

Fakat bu ilahiyi nakletmeye ömrü yetmemiş, yanındaki öğrencileri İstanbul’a getirmişlerdi.

Gelelim Gülnihal’in öyküsüne: Bilindiği gibi bu şarkı “vals” ritmindedir. Vals ritmi 16. yüzyılın ortalarında Fransa’da ortaya çıktı. Buradan dünyaya yayıldı. İlgi gördü. 18. ve 19. Yüzyılda, sarayların ve baloların vazgeçilmez dans müziği oldu. Osmanlı’da bu ritim İsmail Dede Efendi’ye gelinceye kadar bilinmiyor, kullanılmıyordu. Valsin bütün dünyada gözde olduğu 19. yüzyıl başlarında bir Fransız müzisyen Osmanlı Sarayı’na konuk geldi.

Ağırlama görevi İsmail Dede Efendi’ye düştü. İki müzik adamı bir araya gelince konu ne olabilir? Tabii ki müzik... Bir ara Fransız müzisyen, valsın anavatından çıkmış olmanın gururuyla ve biraz da küçümseyerek Dede Efendi’ye sordu.

-Siz valsi hiç duymadınız mı? Bildiğim kadarıyla Osmanlı’da vals hiç bilinmiyor. Bu konuda bir eseriniz var mı?

İsmail Dede Efendi bu alaylı ifade karşısında sıkıldı. Şöyle dedi: -Bu vals nasıl bir şeydir üstadım? Bir örnek verebilir misiniz? Belki biliyoruzdur.

Bunun üzerine Fransız müzisyen, kemanıyla en popüler vals parçalarından birini çaldı. Dede Efendi parçayı sonuna kadar dinledikten sonra:

Tamam, dedi. Şimdi hatırladım. Biz bu valsi yüzyıllardır biliyoruz. Arşivimde bir örneği olacaktı. Müsaade ederseniz bir bakıp notalarını getireyim…

Dede Efendi konuğunun yanından ayrılarak, odasında 15 dakika içerisinde “Yine bir gülnihal aldı gönlümü” adlı parçayı besteleyip, notaya geçdi ve Fransız müzisyenin yanına geldi.

Buyurun üstat, dedi. Bulmak biraz zamanımı aldı. Ve çalmaya başladı bestesini.

Fransız müzisyen parçanın daha ilk notalarını duyar duymaz kıskanmadan edemedi. Mahcup oldu. Dede Efendi son darbesini vurdu: Bir başka anlatıya göre, Padişah, Dede Efendi’den daha batılı tarzda eserler ortaya koymasını istedi. Batıdan kültür ve müzikle ilgili bir grup geldi. İlk önce Fransız müzisyenler konserini verdi. Davetliler neşe içinde zaman geçiriyorlardı. Fakat padişah kara kara düşünüyordu. Fransızların konserinin ertesi günü Dede efendinin konseri vardı. Eğlence yerini ağır şarkılara bırakacaktı. Sultan Abdülmecit, Dede Efendi'yi çağırdı. "Bu gün yapılan eğlenceyi gördün yarın için ne düşünüyorsun? " diye sordu. Dede Efendi "Hiç merak etmeyin padişahım " dedi. Abdülmecit'in hiç umudu yoktu. Ertesi gün Dede Efendi bir gün içinde bestelediği vals ritmindeki ‘Yine bir gülnihal aldı bu gönlümü’’ şarkısıyla konsere başladı. Bütün davetliler zevkle dans ediyorlardı. Abdülmecit'in keyfi yerine gelmişti. Yine bir gül-nihal aldı bu gönlümü Sim-ü ten gonca fem, bi bedel, bir güzel Ateşin ruhleri yaktı bu gönlümü Pür eda, pür cefa, pek küçük, pek güzel Görmedim kimsede böyle bir dilruba Böyle kaş, böyle göz, böyle el , böyle yüz Aşıkın bağrını üzmeğe göz süzer El-aman, el-aman her zaman ol güzel Bu eser çok beğenildi ve Abdülmecit altınla Dede Efendi 'yi ödüllendirdi. Fakat Dede Efendi 'nin hoşuna gitmedi çünkü kendisi daha çok sanat değeri taşıyan eserlerden yanaydı. Abdülmecit ise devamını istiyor ve batı müziğine yakın besteler yapması için ısrarcı oluyordu.

Önceki ve Sonraki Yazılar