Ali Rıza Özkan
SEMERKANT ZİRVESİ VE TÜRKİYE
Şanghay İşbirliği Örgütü Semerkant’ta 22. Liderler Zirvesi düzenledi. ŞİÖ Liderleri Zirvesi’nin en önemli ayrıntısı, Türkiye Cumhurbaşkanı’na tam üye muamelesi yapılması ve aile fotoğrafında da eşit protokol ile yer almasıydı.
Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev’in ev sahipliğinde gerçekleşen ŞİÖ Liderleri Zirvesi’ne katılmasının ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Şanghay İşbirliği Örgütü'ne üye olmayı hedeflediklerini söyledi.
Biz de, Semerkant Zirvesi ile ilgili beklentileri yorumladığımız yazımızda, Türkiye’nin ŞİÖ tam üyelik başvurusunun fazla “uzun zaman almayacağı kanaati”mizi vurgulamıştık.
2012 yılından bu yana ŞİÖ ile ilişkileri “Diyalog ortağı” statüsünde ilerleyen Türkiye, Atlantik bağımlılığından kopuş girişiminde, en önemli uluslararası desteği bu örgüt ve üyelerinden aldı.
Zaman içerisinde, örneğin Pakistan, İran ve Hindistan’ın Türkiye’nin “stratejik ortaklık ilişkisi” kurduğu ülkelere dönüşmesini de aynı sürecin katkıları olarak okumak doğru olur.
ERDOĞAN’IN ŞİÖ HEDEFLERİ
Bizim yorum ve beklentilerimizden bağımsız olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ŞİÖ tam üyeliği çerçevesinde koyduğu vizyonu, tek başına bir liderin veya bir siyasi partinin vizyonu olarak kabul etmek, büyük yanlış olur.
Tersine, Türkiye bütün tarafları ve gövdesiyle Batı emperyalizminin zincirlerinden kurtulmak için, stratejik bir plan dahilinde hamleler yapmaktadır.
Bu hamlelerin en önemlisi ise, Türkiye’nin çoğunluğu Türk soylu devletlerden oluşan Asya ülkeleri ile kuracağı siyasi, askeri ve ekonomik ittifaklardır.
Nitekim, ŞİÖ üyesi ülkelerde 3,2 milyar nüfus varlığına ve bu ülkelerin 20 trilyon Dolara ulaşan bir ekonomik büyüklükle küresel gayri safi yurt içi hasılanın yüzde 30’dan fazlasını ürettiklerine dikkati çeken Erdoğan, “tarihi, kültürel, insani bağlara sahip olduğumuz ata yurdu Asya’nın güvenlik, istikrar ve refahının teminini, dış politika önceliklerimiz arasında”dır, derken, ŞİÖ üyesi devletlerle Türkiye arasındaki ilişkilerin gelecekte çok daha gelişeceğine vurgu yapıyordu.
Erdoğan, önümüzdeki dönem ŞİÖ toplantılarının ev sahipliğini Hindistan’ın üstleneceğini belirterek, Semerkant’ta “atılan adım”ın hedefinin tam üyelik olduğunu da resmen ilan etti.
TÜRKİYE’NİN İHTİYACI: MİLLİ BAĞIMSIZLIK
Yıllardan beri yazıyoruz, televizyonlarda anlatıyoruz: 1945 yılında Batı (ABD) tarafından teslim alınan ve geçen zaman içerisinde askeri üsleriyle, ekonomik önlemleriyle borç bağımlısı bir ülkeye dönüştürülen Türkiye, bu eşitsiz ve aşağılayıcı ilişkiyi sonlandırmadıkça, ekonomik, sosyal ve siyasal huzurunu sağlayamaz.
Türkiye, küresel tefecilerin sağmal ineği haline dönüştürülmüştür ve bu ilişkinin sürgit devam etmesi için de, akla hayale gelmeyecek toplum mühendislikleri, ihanet projeleri, algı operasyonları yürütülüyor.
Halbuki, başı dik, bağımsız bir ülke olarak ekonomik kaynaklarını yabancıların talanından kurtaran Türkiye, kendi içinde toplumsal barışı oldukça sağlam bir temele oturtabilir.
Gelir İdaresi Başkanlığı ve Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından açıklanan verilere bakıldığında, 2003 yılından Şubat 2021’e kadar bütçeden yapılan faiz harcamalarının toplamda 500 milyar 900 milyon Dolar olduğu anlaşılıyor. 2022'in ilk çeyreğine dair açıklanan en güncel verilere göre Türkiye'nin brüt dış borç stoku yaklaşık 451,2 milyar Dolar olurken GSYH'ye oranı ise %56,8 oldu.
Türkiye artık, sürekli borcu yükselen ve bütün birikimlerini küresel tefecilere faiz olarak aktaran bir ülke konumundan hızla çıkmak zorundadır.
Bunu başarmanın yolu, ülkeyi bu sarmala tutsak eden uluslararası ilişkilerden özgürleşmektir.
Aynı Batı ile aynı ilişkileri sürdürüp, Türkiye’nin bağımsızlaşabileceğini hayal edenler büyük yanılgı içerisindeler.
Sorunun kaynağı ile sorunu çözemezsiniz.
ERDOĞAN’IN AÇIKLAMASINDAN RAHATSIZ OLANLAR
Ancak, Türkiye Batı’dan uzaklaştıkça, bu durumdan rahatsız olan Türkler var.
Batı ile çatışan ülkelerle Türkiye’nin kurduğu her işbirliğine, “mahvolduk, bittik, çöktük” naraları ile karşılık veren bu Türkleri siyasi yelpazenin her noktasında bulmak mümkün.
Liberaller, komünistler, milliyetçiler, islamcılar, sosyaldemokratlar, hatta anarşistler vs.
Ama, hepsini birleştiren temel siyasi hedef, Türkiye’nin Batı’dan kopmaması!
Bu tepki, Türkiye’nin siyasi ekseni ile ilgili olarak, 15 Temmuz hain darbe girişiminin hemen ertesinde yaptığım tespiti doğruluyor: Batı tarafından dizayn edilmiş siyasi eksen dağıtılmalı ve Türkiye yeni bir siyasi eksen üzerinde yönetilmeli.
Öte yandan, Türkiye’nin Batı’dan kopuş hamlelerini çok iyi analiz eden Avrupa’nın siyasetçilerinin verdikleri tepkilere de bakalım.
Almanya tarihinin en amerikancı siyasi partisi haline gelen Yeşiller Partisi’nin dış politika sözcüsü Jürgen Trittin, Almanya’nın en amerikancı gazetesi Die Welt’e Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Semerkant Zirvesi’ne katılmasını şöyle değerlendirmiş: “NATO ve Avrupa Birliği (AB) kendilerine, Erdoğan'ın başına buyruk tutumunu daha ne kadar sineye çekeceğini sormaları gerekiyor.”
“Sağlam bir Türkiye politikasının” uygulanmasının zamanının geldiğini söyleyen Trittin, Türkiye'ye ekonomik yaptırımlar uygulanması üzerinde durulmasını istemiş!
Batı denetleyemediği, buyruklarını uygulatamadığı bir Türkiye’den rahatsız. ABD adına düşünen ve öneren “sözde Yeşil-özde Mavi” Jürgen Trittin’in açıklamalarından bu açıkça anlaşılıyor. Ancaki anlaşılmayacak ve sindirilmeyecek olan, ülkemizde de, aynen Alman Trittin gibi, ABD çıkarları adına düşünüp önermeyi siyaset yapmak sananların varlığıdır.
ABD’nin, Muhsin Yazıcıoğlu’nun tabiriyle, “tarlamıza ektiği” bu her türden mankurtlarla mücadele, ülkemizin yakın gelecekteki en önemli siyasi tartışma alanı olacak görünüyor. Hepimiz Türkiye için ama Türkiye’den düşünmek ve siyaset yapmayı öğreneceğiz. Öğrenemeyenleri ise, tarihin çöplüğüne göndereceğiz.
NASIL BİR ULUSLARARASI POLİTİKA?
Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini “özgürleştirmesi”nden rahatsız olanlar, 1945’de, İkinci Dünyas Savaşı’nın sonucu olarak dünyanın zafer kazananlar arasında paylaşılması sürecinde ülkemizin ABD öncülüğündeki Atlantik kampında “kurşun asker”e dönüştürülmesinden rahatsız olmuyorlar.
78 yıldır Türkiye’ye karşı içerden ve dışardan türlü askeri, siyasi, ekonomik operasyonlar yaparak sömrügeci hedeflerini gerçekleştirme girişimlerini gösteren ABD ile bu bağımlılık ilişkisinin nasıl sonlanacağı hakkında da herhangi bir görüş ortaya koymayan bu kesim, güncel olarak karşı karşıya kaldığımız terör, Doğu Akdeniz, Ermenistan-Azerbaycan çatışması, Suriye iç savaşı, Yunanistan’ın silahlandırılması, ekonomik yaptırımlar gibi ülkemizi düşman olarak tanımlayan bu operasyonlara da sessiz kalıyorlar.
Halbuki, Türkiye’nin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı, borç sarmalından kurtulup ekonomik ilerleme sağlaması gibi en temel yapısal sorunlar ABD ve Batı’dan kopmaya doğrudan bağlıdır.
Dolayısıyla, Türkiye’nin Venezüela, İran, Çin, Rusya, Pakistan ve ABD/Batı ile sorunlu ülkelerle işbirliğini güçlendirmesi, ittifaklar kurması, ortak girişimleri hayata geçirmesi Türkiye’nin bağımsızlığı için hayati önemdedir.
Kırım, Uygur ve benzeri sorunlarda ancak, Türkiye’nin muhatap ülkelerle ilişkilerini geliştirmesi ile ilerleme sağlanabilir. ABD’nin etekleri altındaki bir Türkiye Ukrayna ve Ermenistan gibi komşuları ile çatışan, ABD’nin vekalet savaşlarına kurşun asker sağlayan bir rezerv ülkeye dönüşür.
Türkiye’nin yakın gelecekte ABD ve Batı’dan bağımsız bir uluslararası politika üretmesi zorunluluğu açıktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ŞİÖ tam üyelik açıklamasını da, bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.
Biz, şimdiden vatana-millete hayırlı olsun, diyoruz.