MEKÂNIN SAHİBİ GERİ DÖNSÜN

ABD’nin çeşit çeşit başkanları oldu. Sanırım Türkiye için en ilginci Joe Biden’ın olacak.

ABD’nin en yaşlı başkan olan Biden; bir hukukçu olarak siyasete çok genç yaşta 1972’de Delaware senatörlüğü ile başlıyor. Halkın ruhunu okşamayı iyi bilen Biden, katıldığı ilk seçimlerde halkın nabzına ve beklentilerine göre söylem ve propaganda geliştiriyor. Vietnam savaşında atmış bin asker kaybeden ABD’nin Vietnam’dan çekilmesini savunurken, aynı zamanda halkın hoşuna gidecek çevre, kişisel özgürlükler, toplu ulaşım, adil vergilendirme ve sağlık hizmetleri gibi konuları işleyerek ilk seçimini kazanıyor.

1979'da Brejnev’le Carter arasında imzalanan soğuk savaş döneminde silahların kontrol altına alınması anlaşması olan Salt II Anlaşmasını üzerindeki Amerikan şüphelerini gidermek için dönemin Sovyetlerinin dışişleri başkanı Andrei Gromyko ile görüşüyor.  

1991'de Yugoslavya’nın parçalanması esnasında Sırplar’ın hukuksuzluğunu, Bosna’ya uygulanan silah ambargosunun kaldırılmasını, Bosnalı Müslümanların NATO hava gücüyle desteklenmesini gerektiğini ileri sürerek NATO uçaklarını kullanarak Sırplara karşı "kaldır ve vur" politikasını savunuyor. Yani gerektiğinde başka ülkelerde barışı sağlamak ve koruma adına, NATO gücüde dahil her türlü gücün kullanılmasına destek veriyor. 1993'te Balkanlar'da bir hafta geçiren Biden’ın Sırp Lider Milosevic’e "Bence sen lanet bir savaş suçlusun ve bu suç ile yargılanmalısın" diyecek kadar da cüretkar ve açık sözlü bir politikacı.

1991 yılında körfez savaşına karşı çıkarken, 2002'de Irak Savaşını, 2011 yılında Libya’ya yapılan askeri müdahaleyi ve Irak'taki Amerikan askerlerinin geri çekilmesini savunabiliyor. Öyle ki Ocak 2017'de Biden, Obama tarafından “Başkanlık Özgürlük Madalyası” ile ödüllendiriliyor. 

Biden’ın siyasi hayatının ilk yıllarından itibaren ilgilendiği konular; Uluslararası çocuk kaçırma, Putin’in dış politikası, füze savunma programı, biyoterörizm ve bulaşıcı hastalıkların yayılması, Amerikan fikri mülkiyetinin hırsızlığının yurtiçi ve yurtdışında araştırılması, güvenli gelecek inşa etmek için demokratikleşmenin desteklenmesi , yoksulluğun azaltılmasını ve insan haklarının teşviki, Irak'ı çevreleyen tehditleri, uluslararası terörizme karşı kampanya, Afganistan'ın siyasi geleceği, Amerika’nın savunması için stratejilerdi.

Biden için aşırı milliyetçisi de diyebiliriz. Uzun siyasal yaşamı boyunca Balkanlar, Ortadoğu, Rusya yani Kafkasya ile uğraştığını da söyleyebiliriz. Dolayısı ile Biden’ın bildiği tüm dış politik oyunların ve kuralların tam ortasındaki ülke,Türkiye’dir.

Türkiye; yaşlı Biden alışkanlığının, ABD derin devletinin ve şahin dış politikacıların kontrolündeki ABD’ye çok dikkat etmelidir. ABD bizim için düşman olarak nitelendirilebilecek uluslararası eylemlerde bulunabilir. Politik dikkatini İran yerine Türkiye’ye çevirebilir. Hatta çevirdiğini bile söyleyebiliriz. ABD geçen yıldan bu yana deniz ve kara hudutlarımızın dibine kadar sokularak Türkiye’yi çepeçevre kuşatmış vaziyettedir. Artık kuşatma, askeri tatbikatlar şeklinde fiili güç gösterileri ile de devam etmektedir.

Dikkat ederseniz Türkiye son bir aydır enteresan olaylara şahitlik etmektedir. Gara’da PKK’nın elinde bulunan on üç askerimizin şehit edilmesi, içinde kolordu komutanımızın da bulunduğu helikopterin düşmesi ve en son olarak da Türkiye’nin kontrolünde olan Suriye Kuzeyine balistik füzelerin fırlatılması tesadüfi değildir. Bu ve buna benzer olaylar şiddetle tırmanışa geçerken ABD Başkanı Joe Biden’ın son derece bilinçli şekilde psikolojik bir harekâtın parçası olarak Türkiye ile doğrudan irtibata geçmemektedir. Çünkü “Biden'ın neden hala Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirmedi” sorusuna Beyaz Saray Sözcüsü Jen Psaki’nin "Biden, gelecek hafta ve aylarda bu görüşmeleri yapacaktır. Bir noktada Erdoğan ile de görüşeceğinden eminim." Demesi açıkça Türkiye’yi önemsizleştirmek ve dışlamak içindir. Burada Sayın Erdoğan’a düşen görev, ABD başkanıyla görüşme talebinde bulunmaması ve kendisinden görüşme için randevu talep edildiğinde de aynı şekilde “uygun bir zamanda görüşmek için kendisine dönüleceğini” söylemesini öneririm.

Türkiye kendini ABD’ye karşı koruyacak her türden tedbiri almalı ve her şeye hazırlıklı olmalıdır.

SURİYE

Son zamanlarda Suriye’de nelerin olup bittiğini pek bilmiyoruz.

Fakat Rusya’nın ve ABD’nin Suriye’yi parçalamak için anlaştığı alenen bellidir. Sanırım bu saatten sonra Türkiye’nin Suriye’de nasıl bir denge politikası izleyeceğinin de önemi kalmamışa benziyor. Türkiye için en önemli politika, misafir ettiği Suriyeliler yerleştirmek için Suriye’de elinde tuttuğu toprakları korumaya devam etmesidir. Buna da mecburdur. Çünkü bu toprakları terk ederse Türkiye’deki Suriyelileri bir daha asla vatanlarına gönderemez. Bu da Türkiye’nin demografik yapısının kökünden sarsılması demektir. Ve hatta bir müddet sonra Türkiye’de PKK benzeri bir örgütü bu kez içimizdeki Suriyeliler üzerinde şehir merkezlerimizde eylem yapması için aktive edebilirler.

Çok yakın zamanda Ortadoğu’da ülke sınırlarının yeniden çizileceği, yeni devlet veya devletçiklerin kurulacağı, bazı devletlerin bu nedenlerle parçalanacağı gün gibi ortadadır. Irak ve Suriye parçalanmış bir ülkedir. Büyük olasılıkla yakın zamanda bu iki ülkeden bir Kürt Devleti çıkacaktır. Türkiye bu durumda ne yapacaktır? Veya ne yapmalıdır?

Kürt Devletinin yaşaması ve batıyla entegre olması ancak Türkiye ile mümkündür. Türkiye bunu yapmaya hazır mıdır?

OLASI KÜRT DEVLETİ VE TÜRKİYE

Türkiye, 28 Ocak 1920’de Osmanlı Meclisi Mebusan’ın karar bağladığı ve yeni Türkiye’nin de kabul ettiği Misak-ı Milli sınırlarının Irak ve Suriye hattını yeniden ve kalıcı olarak kontrol altına alabilmek için diplomatik ve fiili planları hazırlayıp hayata geçirmelidir. Bu maksatla Irak ve Suriye Türklerinin, Kürtlerinin ve bölgedeki isteyen diğer yerli halkların koruyuculuğunu üslenecek ve uluslararası geçerliliğini sağlayacak politik adımlar atmalıdır. Politika denen hadise, akan bir ırmak ve geçip giden bir zaman gibidir. Geçen her gün geride kalmıştır. Politikacılar dünle uğraşmak yerine bugünü ve geleceği planlayacak politik çözümler üretmelidirler.

Mesela; Türkiye adaletini, demokrasisini ve olmazsa olmazı savunma sanayisini ve ekonomisini güçlendirmek kaydıyla, halkın refah düzeyini yükselterek mutluluk ülkesini pekâlâ önümüzdeki beş-on yıl içinde oluşturabilir. Yapılacak iş gayet basittir. Halk zenginleştirilmelidir. Bu zenginliği de; devletin olanaklarını hakça paylaştırarak, gelir dağılımında adaleti sağlayarak, şeffaflığı ve özgürlükleri artırarak, yolsuzluğa, rüşvete ve iltimasa son vererek, adaleti ve hukuku tam olarak kullanarak kolayca başara bilir. Bunu başardığı takdirde Misakı Milli sınırları için düşündüğü her politikayı kolayca hayata geçirebilir.

ABD ve AB hatta diğer emperyalistler ne yaparlarsa yapsınlar Misakı Milli sınırlarımız içindeki halkların tamamı güçlü ve müreffeh bir Türkiye’nin parçası olmak için gönüllü olacaklardır.

Yazdıklarımdan “işgal etmek” anlamı çıkmamalıdır. Bunun en güzel örneği Kıbrıs’ta, gözümüzün önündedir.

Böyle bir atraksiyonu yapacak iradenin de, her kafadan bir sesin çıkmadığı AKP, MHP, İyi Parti, SP, Deva, Gelecek Partisi, HDP, Muharrem İnce ve Ümit Özdağ korelasyonunda bir devlet politikası olarak kurgulanabileceğini öngörüyorum.

Hangi sınır ebediyen kalmış ki? Cetvele çizilen sınırlar değil midir Ortadoğu sınırları?

Müsaade edin de artık Türkiye mekânın sahibi olarak geri dönsün.

Önceki ve Sonraki Yazılar