Umut Berhan Şen

Umut Berhan Şen

HANGİ MERKEZ SAĞ?

Dünya ve Türkiye kamuoyu bir yandan Ukrayna-Rus savaşı nedeniyle muhtemel bir 3. Dünya Savaşı ihtimaliyle ve diğer yandan iki yıldır dinmeyen Covid-19 salgını tartışmalarıyla meşgulken, eski Başbakan Tansu Çiller’in genel siyaset ve merkez sağ kavramına yönelik açıklamaları, Türkiye’de merkez sağ tartışmalarını ontolojik temelde yeniden başlatacak gibi görünmektedir. Zira, Tansu Çiller’in açıklamaları bir anlamda “merkez sağ”ın yâd edilmesi anlamına geliyor. Zaten ‘merkez sağdaki boşluk’ konusu, aslında uzun zamandır Türk siyasetinin epey sancılı şekilde tartıştığı sorunların başında geliyor.

Türkiye siyasetindeki kırılmaları, sadece bir sağ-sol çizelgesiyle betimlemek  zor olsa da retorik açıdan anlamlı bir çabadır. Zira, 1950’lerden günümüze değin Türkiye siyasetini ana hatlarıyla ‘merkez sağ’ gelenek konfigüre etmiştir. Türkiye’de merkez sağ tarihsel olarak DP-AP geleneğiyle başlar, ANAP ve DYP ile de devam eder.  21. yüzyıl itibariyle ise Ak Parti  merkez sağın Türkiye’deki ana ağırlık merkezini teşkil etmektedir.

Merkez Sağın gelecek senaryolarını tartışırken öncelikle ‘merkezcilik' ve ‘sağ kavramlarını retorik açıdan ayrı ayrı tanımlamak gerekiyor. Öncelikle merkezcilik kavramını ele alalım. Merkezcilik; merkezdeki siyasi akımları belirtmek için kullanılır.  Merkezcilik bir yandan sağ ve soldan ayrı bir politik akım olduğunu iddia ederken, öte yandan sağ ve sol arasında bir uzlaşı olarak da görülebilen bir akımdır. Sağcılık ise; toplumsal hiyerarşiyi ve toplumsal görev dağılımını kabul eden politik çizgidir.

Merkez sağ olarak nitelendirilen ideolojiler, diğerleri arasında liberal muhafazakarlığı ve liberalizmin ve Hristiyan demokrasisinin bazı türevlerini içermektedir. Modern merkez sağın ekonomik mentalitesi ise, genellikle serbest piyasaları destekleyen ekonomik liberalizmden, sınırlı hükümet harcamalarından ve ağırlıklı olarak neoliberalizmle ilişkilendirilen diğer politikalardan etkilenmiştir. Nihayetinde merkez sağ sosyolojik açıdan radikal muhafazakar değildir. Kültürel açıdan da liberaldir ve sivil toplum özgürlüklerini ve toplum gelenekçiliğin kadim ve saygın unsurlarını desteklemektedir.

Peki, ontolojik olarak düşünürsek, merkez sağ nedir? Malum, merkez içerikten ziyade konumla alakalı bir kavram. Ancak içerik olarak tanımlarsak; aşırı uç olmayan, radikal politik görüşler içermeyen, uzlaşmacı ve tabiri caizse orta yolcu’ olarak da değerlendirilebilir. Peki dünya siyaset terminolojisinde bu kavram ne ifade ediyor? Bu sorunu cevaplayabilmek için öncelikle sağcılık kavramının ortaya çıkışına bakılması gerekiyor. Retorik açıdan, sağ ve sol kavramları, Fransız Devrimi sonrası, farklı politik görüşteki siyasetçilerin Fransız parlamentosunun sağında veya solunda oturmalarından esinlenilerek oluşturulmuştur. Örneğin; parlamento başkanının sağındaki koltuklarda oturanlar, çoğunlukla monarşistler olmuştur.    

Fransız siyasetinin aksine Avrupa’ da özellikle İngilizce konuşan ülkelerde “sağ” ve “sol” kavramlarının politik arenada kullanımı, 20. yüzyıl başlarına dayanıyor. Dolayısıyla sağcılığın bir politik kavram olarak kapsamı; toplumlara, tarihi dönemlere, siyasal düzenlere ve ideolojilere göre ciddi farklılıklar göstermiştir. Bu kavram, esasen sosyal ve ekonomik açıdan muhafazakârları tanımlamak için kullanılmasına rağmen zaman içinde; liberal muhafazakârları, liberal demokratları, Hristiyan demokratları ve milliyetçileri de tanımlamada kullanılmıştır.

Türkiye’ de Merkez sağa için bir politik doktrin hazırlama girişimi, ilk olarak 1976 yılında Eski TBMM Başkanı ve Demokratik Parti Genel Başkanı Ferruh Bozbeyli (1927-2019) tarafından gerçekleştirildi. Bozbeyli, kaleme aldığı ‘Demokratik Sağ adlı eserinde savunduğu doktrini kısaca şu şekilde tanımlıyor: “Demokratik Sağ’ın siyasi yönü cumhuriyetçi, sosyal yönü milliyetçi, iktisadi yönü hür teşebbüsçüdür.” Kuşkusuz merhum Bozbeyli’nin bu ifadeleri, sadece bir terminolojik tanımlama değil, aynı zamanda bir politik metafor olarak da değerlendirilebilir.

Türkiye’de 2002’de iktidara gelen Ak Parti, merkez sağ seçmen tipolojisinin büyük çoğunluğunu oluşturan demokrat-muhafazakâr çoğunluğun önemli oranda desteğini alırken, diğer yandan 1990’larda ortaya çıkan ve o zamana kadar ki geleneksel merkez sağ siyasetini yetersiz bulan  ve Türkiye seçmeninin sosyolojik omurgasını oluşturan, orta sınıfın sosyo-ekonomik beklentilerini AB süreciyle eşgüdümlü hale getirerek, 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde iktidar olmayı başarmıştı.

Türkiye merkez sağının bir paradigma olarak var olması toplumsal olarak iki temel dayanmaktadır: Birincisi, Türk toplumunun geleneksel değer yargılarıyla çağdaş değerleri harmanlayabilmesi, ikincisi, devletçi kalkınma politikalarıyla liberal piyasa düzenini beraber kurgulayan ilkesidir. Ayrıca şunu da unutmamak ekleyelim; Türkiye’de başta Demokrat Parti, Adalet Partisi, Doğru Yol Partisi ve Ak Parti olmak üzere tüm merkez sağ oluşumlar kurguladıkları paradigmanın dinamosu olarak orta sınıfları belirlemiş ve daima bu kitlenin sosyo-ekonomik memnuniyeti üzerine politik stratejilerini yoğunlaştırmışlardır. Dolayısıyla orta sınıfın hayat standardının genel seyri, daima merkez sağın seçim başarısıyla doğru orantılıdır. Bu nedenle, Türkiye’de merkez sağın geleceğini, ister mevcut siyasal paradigma olan AK Parti üzerinden, ister kurulması muhtemel yeni bir oluşum üzerinden ele alalım; Türkiye orta sınıfının hayat standardı ve sosyo-ekonomik memnuniyeti üzerinden  değerlendirmek gerekmektedir. Orta sınıf kavramı sadece bir gelir kategorisi değildir. Aynı zamanda bir davranış kategorisi ve bunun politik yansımalarıdır. Zira yaşam biçimleri ve hayat tarzları büyük oranda hane halkı gelirleriyle alakalıdır. Dolayısıyla orta sınıfın hane halkı gelirlerinin artması yaşam biçimlerini ve hayat tarzlarını şekillendirmekte ve bu durumun olumlu yahut olumsuz etkilenmesi orta sınıf seçmenin oy tercihini yönlendirmektedir.

Merkez sağ siyasetin geleceği açısından sorulması gereken iki temel soru olduğunu düşünüyorum: Birincisi; Türkiye özellikle “merkez sağ” konum üzerinde cereyan edebilecek politik manevraların, (belki de yeni  oluşumların ya da ittifakların)  ya da yeni siyasal stratejilerin ve imaj düzenlemelerinin görüleceği yeni bir sürece girecek midir? İkincisi; belki de yeni ve ski siyaset fenomenlerinin beraber sahneye çıkacağı, kritik önem taşıyabilecek bu politik süreç Türkiye’de merkez sağın yeni paradigmasını konfigüre edebilecek midir? Bunun cevabını hep beraber göreceğiz.

Kaynak: https://umutberhansen.substack.com/

Önceki ve Sonraki Yazılar