Ali Develioğlu

Ali Develioğlu

8 MART: İKİ ATEŞ ARASINDA KADIN HAKLARI!

Amsterdam`lı LALE GÜL`ün şu günlerde kadınlar gününü kutlayacak morali yok! Kadın hakları kurtlar sofrasında, aslanın ağzında! Hele Avrupa`da göçmen kadınıysanız!

Lale Gül de 22 yaşına kadar Hollanda`daki çoğu Türk kızı gibi kadın erkek eşitliği yaşamamış. Tek farkı yaşamını romanlaştırarak kadın haklarını savunması. Romanın ismi : Ik ga leven (Yaşayacağım). Hollanda medyası Lale ve romanı birdenbire günün konusu yaptı!

Ama medyayı izleyen bazı Türklerden gelen tehditler, genç kızı `yazarlığa tövbe` demek zorunda bırakıyor. Peki, onu medyada `kahraman` yapanlar kim, samimi `kadın hakları` aşıkları mı?

Lale`nin ailesi Hollanda`ya 30 yıl önce geliyor. Babası tren temizliği ve postacılık işlerinde çalışıyor. Anne üç çocuğa bakan ev kadını, muhafazakar dindar bir Türk ailesi, normal iyi insanlar. Ama Lale küçük yaştan beri bir çok isteğinin, oğlanlara izin verilirken o kız çocuğu diye yasaklanmasından hep şikayetçi olmuş. Anneye göre `kızı şeytanın peşine takılmamalıydı `

Amsterdam değil de köyde yaşıyormuş gibi geliyordu Lale`ye: arkadaşlarıyla gezmesi, okul gezilerine gitmesi, yanında ailesinden bir erkek olmadan tatile gitmesi, evde müzik dinlemesi, içinde öpüşme geçen film izlemesi, makyaj yapması, küpe takması, selfi çekmesi, doğum günü kutlaması, kot pantalon giymesi, arkadaşıyla sinemaya gitmesi, erkeklerle arkadaşlık etmesi yasaktı. Kendisine bırakılan minicik özgürlüklerden ibaret küçük bir dünyası oldu: yemek yapmak, alışverişe gitmek, el işleri yapmak, okula gitmek, Kuran kursuna gitmek... "Oğlanlar niye yapabiliyor" diye sorduğunda kurs hocası "Bu soruyu senin kulağına şeytan üfürdü" diye yanıtlamıştı. Ama üniversiteye başlayabildi.

Çok öfkeliydi : "Ne yani bir ev bitkisi olarak mı yaşayacaktım!". Yaşadıklarını not aldı, kurnaz liberal bir yayınevi romanın iyi para getireceğini tahmin edip yayınladı. Müslüman bir kızın gözünden bu yazılanlar, Avrupa`da yayılan İslam düşmanlığı göz önüne alınırsa iyi satardı.

Romanı ilk teşvik eden aşırı sağcı twitler oldu. Hollanda`nın en yabancı ve İslam düşmanı, yüksek tirajlı ve aşırı sağcı De Telegraaf gazetesi yazarı Wierd Duk, İslam ve yabancı düşmanı Forum ve Demokrasi Partisi başkanı Thierry Baudet ve yine sağcı TV programcısı Fidan Ekiz Lale`yi öğle yemeğine davet ettiler! Hatta Baudet parti toplantılarına da davet ettiyse de, Lale reddetti. Onu TV programlarının devamlı davetçisi yapmayı, diğer kitaplarını da basıp dağıtmayı önerdiler, zengin olacaktı, TV`de cumhurbaşkanı Erdoğan aleyhinde konuşmasını önerenler de oldu!

Çıktığı bir TV programı Lale`nin tüm yaşamını altüst edecek, hayata küstürerek dışarı çıkamaz hale getirecekti. Ailesinden gizlemeye çalıştığı romanı duyulmuştu! `Verem ol`, `pis fahişe` , `or..` gibi hakaretler ve ölüm tehditleri gelmeye başladı bazı Türk çevrelerden. Lale: "Kötü bir düşüncem yoktu. Sadece hikayemi dökmek istiyordum. Ama pratikte böyle olmadı. Annem iki haftadır yatakta kıvranıyor. `Bana felç inerse, veya kendimi öldürürsem, bu Lale`nin kabahatidir` diyor. Amcalarımdan biri eve gelip bana fahişe dedi, annem haklı buldu. Komşular babama sokakta `Senin kızın ikinci Ebru Umar oldu, neden engel olamadın` demişler. Babam komşuların hesap sormasından korktuğu için dışarıya çıkamaz oldu, işe de gidemedi. Sonunda yine de annem babam şöyle dediler : `Şimdi pişmanlık duyuyorsun. Kitabın için seni affediyoruz. Ama bir daha hiçbir tartışma ortamına girmeyeceksin.` Kardeşim ` Kim kız kardeşime dokunursa benden çekeceği var` diyor. "

Lale kadın erkek eşitliği konusundaki görüşlerini hala savunuyor, ama olanlardan sonra, `saflık` yaptığını, ailesi ve kendisinin başına gelebilecekleri başlangıçta düşünemediğini belirtiyor. Onlara duyduğu sevgi ve saygı nedeniyle yazarlık idealine de son veriyor! "İleride çocuklarım olursa, anneanne ve dede diyebilmelerini istiyorum" diyor Lale. Aile zaten çocuklarına sırt çevirecek yapıda değil, şartlı olarak barış sağlanıyor. Lale, cazip para ve şöhret tekliflerini reddediyor.

Kitabını yazmadan önce İslam`ın `modernleşebileceğini` düşünmüş, hala müslüman, ama `yobazlığa` tepkili. Tepki yaratan sözlerini yaşadığı eşitsizlikten dolayı duyduğu `ofke`ye bağlıyor.Kitapta annesine `hamamböceği ve faşist islam despotu` demiş! Yanlış tabii ki, ama tehdid nedeni olamaz.

Doğru ya da yanlış ne yazmış olursa olsun bu olay şunu yine gösterdi: Avrupa`da yaşayan Müslüman bir Türk kadını kadın erkek eşitliğini kamuoyunda savundu mu, iki ateş arasında kalıyor: bir yanda o kadını kullanmak isteyen sağcı veya ırkçı güçler , diğer yanda ise bazı ataerkil (patriarchaal) tutucu Türk çevreler... Bu kurtlar sofrası, ne Hollanda ırkçılarına alet, ne de bazı Türk tutucularına hedef olmak istemeyen göçmen kadınını dört duvar arasına itiyor.

Hollandalı olup da kadın erkek eşitliğini samimi olan insanlara bir sözüm yok. Ama Baudet, Wilders, De Telegraaf gibi irkçi veya sağcı liberal güçlerin kadın erkek eşitliğini savunma diye bir derdi yoktur. Hitler nasıl Yahudi`leri hedef göstererek iktidar olmuşsa, bunlar da burada Türk ya da müslümanları hedef göstererek iktidar olma hayalleri içindedir, tüm dertleri budur.

Lale gibi saf liberal özgürlükçü bir genç kız bunların gözünde, seçmenlerine sundukları adece bir `kanıt`tır kendilerini doğrulayan. "Bak müslüman kızdan dinleyin, müslüman göçmenler ne rezilmiş, dinleyin de bize oy verin" diye nemelenmektir asıl amaçları. Masrafı eirgemezler bunun için.

Ayaan Hirsi Ali, Ebru Umar, VVD milletvekili Dilan Yeşilgoz gibilerine de masraf etmişler, onlara mevki ve para sunmuşlardır. Hepsi de en sağcı Hollanda partilerine gitmiştir! Hatta Ayan Hırsi Ali Amerika`ya taşınarak orada bir CIA kurumuna yöneticisi oldu. Yani dönekliği ödüllendirildi.

Bizim Türk toplumu ise Hollanda`dan çok daha muhafazakar ve ataerkil. Dini öyle de böyle de yorumlayan, her çeşidi var, bir genç kızı tehdide kadar işi götürenler de eksik değil. Bu tehdidlerle Baudet gibilerinin " Kadına sadece İslam baskı yapar, biz kurtarıcıyız" yalanını kolaylaştırıyorlar.

Oysa kadın erkek eşitsizliği müslüman ülkelere özgün bir olay değildir. Budist Hindistan`dan Hıristiyan ABD ve Avrupa`ya kadar tüm dünyada egemen sistem budur.

Ataerkil erkek toplumu İslam ya da Hıristiyanlıktan önce de vardı. 2000- 2500 yıl öncki Roma ve Helen dönemlerinde kadın erkeğin kölesi idi. Ataerkil sistem İslamdan çok önceleri, 3000 - 3500 yıl önce görülmeye başlandı. Mısır, Mezopotamya ve Anadolu`da kadınlar 3500`den daha önceleri yöneten ya da erkeklerle eşit haklara sahip pozisyondaydı. Yani anaerkil ( matriarchaal) toplumlardı.

M. Ö. 1200-1600 yılları değişti bu durum. Mısır`da Ramses, Orta Doğu`da hazret-i Musa ve Akdeniz`le Anadolu`da Truva savaşı sonraları ataerkil toplum biçimine sancılı ve kanlı bir geçiş yaşandı. O zamanın dünya savaşı denilebilecek çaptaki Truva savaşında, üretim araçlarının daha iyilerine ( demirden yapma silah ve aletler) sahip olan Yunan yarımadası ekonomik amaçlarla Anadolu üzerine saldırmıştı. Ege ve Karadeniz bölgelerinin Amazon adlı kadın toplumları daha eşitlikçi Truva`nın yanında dövüştüler. Truva savaşı bu nedenle erkek egemen topluma karşı kadınların da bir savaşı oldu. Mitolojide Amazon prensesi Penthesilia`nın işgalci krallardan Agamemnon tarafından savaşta öldürüldükten sonra ölüsüne tecavüz edildiği anlatılır.

Truva yenilgisinden beri kadın ikinci plana atılmış, erkek topluma egemen olmuştur. 8 Mart Kadınlar günü, senede sadece 1 gün olduğundan, devletleri, parlamentoları, şirketleri, eiğitim kurumları zaten yüzde 70-80 erkeklerden oluşan ataerkil sistemimiz tarafından itirazla karşılanmamıştır! Kadınlar gününüz kutlu olsun!

Ha, Lale Gül mü! Duyduğumuz kadarıyla o; Hirsi Ali ya da Ebru Umar ya da Dilan Yesilgöz gibi olmadı, yani Türk ailesi, yakınları ve ülkesinden bütün o cazip tekliflere rağmen vazgeçmedi.

Ama bir şeyi daha yapmadı: kadın erkek eşitliği görüşünden de vazgeçmedi. Ama bu husus aramızda kalsın, kimseye söylemeyin!

Önceki ve Sonraki Yazılar