DERT ÜSTÜNE ZEVK OLMAZ

Ardı ardına düzmece belgelerle tutuklamalar yapılırken ünlü bir siyasal bilgiler profesörü arkadaşımızın ülkemizin en ilerici (!) gazetesindeki yazısını sabah kahvaltısında okudum.

Televizyonda ordumuzun bir subayının evinin basılmasını, tekerlekli sandalyede pijaması ile apar topar götürülüşünü izlemiştim.

Ailesinin, komşularının, toplumun gözü önünde  yapılan bu uygulamaya  tepki duymuştum.

Okuduğum satırlar ise, bu götürülüşe olan tepkimi öfkeye döndürdü. "Milli" olan her şeye "faşist, kızıl elmacı" diyen iktidar yandaşlığının, aydın dönekliğinin zirve yaptığı günlerdi.

Şöyle yazıyordu, o güne değin sevip saydığım  arkadaşım profesör gazetedeki günlük  yazısında: "... sahildeyim. Mezelerim tam tekmil. Buzlu rakımı içiyorum. Bugün biraz daha tutuklama yapılmış, çok sevindim, her tutuklamadan sonra keyifle bir duble rakı daha içiyorum".  

Akademisyen kardeşimiz dert üstüne zevk yapıyor, yapmakla kalmıyor zevkini yazıyor, bu dertten zevklenen akademisyenin yazdıklarını da ilerici gazete de keyiflensinler  diye okurlarına sunuyor.

***

Biz, dün olduğu gibi bugün de dertlerden zevk  çıkaranlardan değiliz. Olmamalıyız.

Emperyal merkezlerin etnik azınlıkçılar üzerinden bölgelerde kontrol politikasının açtığı derin yaralar ortak acımızı oluşturur.

Halkların yeraltı yerüstü kaynaklarını yüzlerce yıl soyup, sonra aç, susuz,çıplak bıraktığı bu yerlere demokrasi, hak, hukuk, adalet getireceğim diyen emperyalizmin siyasi amaçlarını görmeyecek kadar kör olanlardan da değiliz.

Hiç birimiz emperyalizmin bu oyunlarına karşı, hangi gerekçe ile olursa olsun kör olmamalıyız. 

***

Aydınlarımızın önemli bir bölümü 1950-1960 Demokrat Parti iktidarı döneminin deneylerinden siyasi ders çıkarmadı.

AKP'nin iktidara gelmesine destek oldu, iktidarını demokrasi getirecek diye alkışladı.

Cumhuriyetimizin, devrimimizin temel değerleri, kuruluşumuzun temel yapı taşları ile AKP iktidarının oynamasına ise sürekli alkış tuttu.

Bugün DP dönemi ve akıbetinin trajedisinden ders çıkarmayan iktidar ve muhalefet sorumsuzluğunun ülkemizi getirdiği çok ciddi siyasi bunalım günlerdeyiz.

İktidar erki ve muhalefet güçlerindeki bu aymazlık, içişlerimize çok kutuplu dünyanın birçok güçlü ülkesinin el attığı bir süreci bizlere yaşatmaktadır. 

***

DP deneyinden ders çıkarılmamasının acılarını yaşatanlar, şimdi de HEP deneyiminden ders çıkarmayarak, etnik azınlıkçılık üzerinden siyasi kamplaşmayı bugünlere getirmişlerdir.

Demokrasinin emek öncüsü ve eksenli çıkışı 1990 yılında demokrasi güçlerinin olağanüstü birlikteliğini sağlamıştı.

HEP, yurtdışından işaret edilen bir kuruluş süreci yaşamadı. Gerçek aydınları, emekçileri, namuslu sendika yöneticilerini "emek" öncülüğü ve yöneticiliğinde çıkış için bir araya getirdi.

Ama kuruluş dilekçesi verilip, kuruluş gerçekleşir gerçekleşmez olan kısa sürede, saatler içinde oldu.

Bu güçler kuruluş günü planlıca tasfiye edilerek, HEP, etnik azınlıkçığın emperyal merkezlerce ülkemizin içine sokulan hançerine sap yapıldı.

Elli yıldır her demokratikleşme çıkışında dış programların maşası emperyalizmin doğal müttefiki olarak görev yapan etnik azınlıkçılar yalnız kendilerine zarar verseler neyse...

Ama, temsil ettiklerini iddia ettikleri halkın, Cumhuriyet tarihimiz boyunca gördüğü en ağır darbeler altında kalmasına, şeyhliğin, beyliğin, ağalığın daha modern ve süslü olarak yerleşmesine, böylece emperyal merkezlerin sürekli yararlanacağı derin bir hançer yarasının bağrımızda açılmasına yol açtılar.

***

Dert üstüne zevk almıyoruz. Ama dert üstünden zevk alan, etnik azınlıkçıların ve onların neye yaradığı Vietnam'da, Afganistan'da, Ortadoğu'da kanıtlanmış demode "prensipleri"  taraftarlarının ne yapmak istediklerini ve yaptıklarını da görmezden gelemiyoruz. 

Yüz yıl önce 18 Mart 1915 de kazanılmış Çanakkale Zaferi ile önü açılan devrimimizin, 1915 şartlarına geri dönmesini isteyen bütün iç ve dış dinamikleri "hiç bir şey, eskisi gibi olmayacak" diye uyarıyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar