Haydar Yalçınoğlu

Haydar Yalçınoğlu

15 TEMMUZ - ÜNİTER ULUS DEVLET ve HUKUKİ ALT YAPI -I

Bir çölden 100 tane kırmızı 100 tane siyah karınca yakalayıp bir kavanoza koyun. İlk anda hiçbir şey olmayacaktır. Kavanozu şiddetli bir şekilde sallayın ve bırakın. Bir anda kaos ortamı doğacaktır. Siyah karıncalar ile beyaz karıncalar ölümcül bir kavgaya tutuşacaktır. Çünkü güvenlik kaybolmuştur.

Sanayi çağı aynı zamanda ulusal devletlerin doğuş sürecidir. Ulusun birliği nasıl sağlanacaktır sorusu temeldir. Çünkü ulus sürekli oluşum halinde olan duygusal bir birliktir ve eş zamanlı bir süreçte yeniden kurulur ve dağılır. E. Renan'ın deyimi ile " millet, her gün yenilenen bir plasibittir" . Bu konuda çok iyi bir çalışma E.J. Hobsbawm'ım " 1780 den Günümüze Milletler ve Milliyetçilikler" ismi ile yapılmıştır. ( Ayrıntı yay, ist, 1995)

Bir territoryal bölgede egemenlik kuran halklardan bazıları, öncelikle Kıta Avrupası ve İngiltere ulus ile hukuki alt yapı arasındaki bağı anlamışlardır. Çünkü ellerinde 1500 yıllık bir Roma kodifikasyonu var idi.

Uluslaşmanın tarihsel ve sömürgecilik köklerini kapsam dışında bırakıp, ama bu şartlarda ulus olabilmek için hangi asgari hukuki alt yapı özellikleri gerektiğine bakacağız.

Öncelikle İngiltere'de ulusal birliği sağlayan Magna Carta'dır. Bu deklerasyon ile hukuk

- Herkese eşit ve gayri şahsi uygulanmalı, yani genel olmalı idi.( Burada kralın da yasa önünde diz çökmesi ve ona tabi olması temel kuralı vurgulanır)

- Objektif olmalı

- Formel ve normatif olmalı.

- Soyut olmalı.

- Öngörülebilir olmalı.

- Devletin egemenliğini ( idarenin keyfi eylem ve işlemelerini denetleme ve iptal edebilmeli) sınırlamalı.

- Denetlenebilir ve güvenilir olmalı.

- Normlar hiyerarşisi olmalı idi.

Eğer bir ülkede genellik ve eşitlik ilkesi ortadan kaldırılıp, "ikili bir hukuk nizamı" ve "özneye göre" yorum yapılır ise ulusal birlik çökecektir. Bunun anlamı aynı normların iktidar yanlıları ve siyasi iktidar için uygulanmaz olması ve/ veya yasadan istisna tutulmasıdır.

Bu konuda Türkiye'nin hiç de uygun olmayan bir sicili olduğu açıktır. Bir taraftan yürütmeyi elinde bulunduran iktidar partisinin istemediği kovuşturmalar yapılmaz iken, toplumsal baskı sonucu açılmak durumunda kalan davalar üzerine de beton dökülmektedir.

Bu tür davaların tipik örneği, Ali İsmail Korkmaz, Rabia Naz, Metin Lokumcu, Berkin Elvan, Nadire Kerimova ..vb davlarıdır.

Diğer taraftan yürütmenin tek bir kaş hareketi ile yargı jet hızı ile bir gecede tüm kovuşturmayı yapmaktadır. Bununla kalınmamakta suç teşkil ettiği iddia edilen bir takım fiiller siyasi iktidarın politik tasfiye stratejisine uygun olarak aradan yıllar geçtikten sonra tedavüle sokulmaktadIr. BUNA YENİDEN KIYMETLENDİRME HUKUKU DİYORUZ.

Gezi Davası, Selahattin Demirtaş, Canan Kaftancıoğlu, Barış süreci davaları, Kobaini davası..vb buna tipik örneklerdir. aradan 5- 8 yıl geçtikten sonra iktidarın politik egemenlik stratejisine uygun olarak , siyasal mücadeleden saf dışı bırakılması gerekenlere yönelen bir dava türüdür bunlar Ertelemeli fiil ve eskilerin deyimi hali sabıka irca süreci.

Hemen hemen klasikleşmiş bir dava türü de, Kılıçtaroğlu'na açılan tazminat davlarıdır. Aynı sözleri Kılıçtaroğlu iktidar mensuplarına söylediğinde, manevi tazminatlara hükmedilmekte iken; iktidar yanlıları ve hatta mafya şeflerinin sözleri eleşiri özgürlüğü kapsamında değerlendirmektedir. İşte bu tam bir İKİLİ HUKUK NİZAMIDIR.

2- Daha 15. yüzyılda İngiltere'de kural şuydu: " Bir ülkede hukukun var olduğunun tek kanıtı, kralın da ona riayet zorunluluğudur. değilse bu devlet yasa dışıdır" ( Mehmet Tevfik Özcan , " Modern Toplum ve Hukuk devleti", XII Levha yay, İst, 2008)

Ulus bu bakımdan ortak bir yasa altında yaşayan ve aynı yasa koyucu tarafından temsil edilen eşit - tarafsız - ayrımsız - genel bir yargıya tabi topluluktur.

Eşitlik bozulduğunda ise ulus dağılır. Eşitliği bozacak olan ise siyasallaşmış bir hukuk, ideolojik bir devlet, yürütme yasama ve yargı erklerinin özdeşleşmesi ve yürütmenin baskın belirleyiciliğidir. İşte İtalya ve Almanya faşist yönetimlerinde hemen hemen olan buydu. Diğer taraftan SSCB'de de hukuki alt yapı bir türlü kurulmadı ve ideolojik bir devlet olarak varlığını devam ettirdi ve dağıldı.

İşte ulus- devlet olann asgari koşulunu sağlayamayan ülkeler azami 100 yıl içerisinde dağılma sürecine girmekte ve çöküntü devlet ( collapsed state) kategorisine girmektedirler.

1789 bilidregsinde açıkça görülen eşit yurttaş, adalet ve toplumun demokratikleştirilmesi ve özgürlükler ile "ulus devlet" iç içedir. Hukuki alt yapının kurulması ve hukuk güvenliği oluşmadığı taktire, karınca deneyinde olduğu gibi toplum bir sarsıntı geçirmekte ve kaos ortamı doğmaktadır. Bu aşamada baş vurulan tek argüman " dış güçlerin kışkırtması" demogojisidir. Böylece kabahatin merkezi dışşallaştırılır, mahut egemenler için dış güçlerin ajanı olan ( genelde Atlantik yanlıları ) bu iç mihrakları / münafıkları bastırmak daha da totaliter bir yönetim tarzı için meşruiyet sağlarlar. Aynı anda oluşturulan ırkı, şoven ve faşist bir dalga ile sıradanlığın, bayağılığın, dekadanlığın, filistenliğin egemenliği sağlanır. Böylece iktidara karşı en meşru haklarını kullanan tüm kişi, kurum ve kuruluşlar demegog liderlerce kışkırtılan karşı konulmaz bir histeriye tutulmuş ayak takımının önüne yem olarak atılır. Kamu alanı ortadan kaldırılır. Bu bir ordinary faşizm sürecidir.

Oysa Pir Sultan'ın deyimi ile "her ağacın kurdu özünden olur". Hukukun güvenliği ortadan kalktığında ve özgürlükler kısıtlandığında ulus- devletin çöküş sürecine gireceği hesap edilmez. Zira asıl olan mahut egemenliğin bekasıdır.

İşte bugün İran ve Rusya'da olan hemen hemen budur. daha birçok örnek verilebilir.

Bir taraftan en doğal fikir ve düşünce özgürlüğünü kullanmaya çalışan insanlar dış mihrak ve yabancı güçlerin işbirlikçisi olarak suçlanır iken, göz ardı edilen şey BİR HALK NE KADAR ÖZGÜR İSE O ÜLKE O KADAR BAĞIMSIZIDIR. Ve bağımsızlığının köküne kibrit suyu döken işte bu totaliter tutumdur.

Ayrıca sınırsız özgürlüğün olmadığı bir cografyada bilimsel bir yaratımın olması imkansızıdır. Çünkü, baskı altında insan beyni uslamlama yeteneğini kaybeder, beynin kimyası bozulur, ambivelansiye kapılır, anakronist düşünür ve analitik yolla ilerleyen soyut ve kavramsal düşünce düzeyine erişemez ve kendi üstüne dürülür. Bu nokta o kadar önemlidir ki, neden tüm bilimsel buluşların v ve ceza hukukundan nöroşirurjiye kadar tüm bilim dallarındaki kavramların Avrupa'da üretilmiş olmasını açıklar.

Eğer Sheakspeare, Spinoza, Descartes, Hegel v hatta devletin şiddet yolu ile yıkılmasını öneren Marks özgürce yazamasa idi bugünkü teknolojik Avrupası inşa edilemezdi. Veya Giovanni "Masumların Katli" heykelinde sanat alçaklığa yöneltilmiş cesurca bir aşağılamadır diye özgürce haykıramasa idi dünyanın diğer bölgeleri ile makas açılmayacak idi.

Bu süreç Avrupa'da yaşanmıştır. Huguenot olayı denilen olay şöyledir. Huguenot'lar Fransa'da Calvinizme yakın bir mezhep olarak doğdu. Bunlar eğitilmiş doktor, mühendis, tüccar, işadamı ..vb idiler. Ülkenin etkin - üretici insan stokunu oluşturmakta idiler. Bunların hakları kısıtlanıp, mezhep yasaklanınca İngiltere'ye göç ettiler ve İngiliz kralı " benim ülkem sizin de ülkenizdir" diye kapıların açtı. 1685 ten sonra İngiltere'ye giden bu kalifiye iş gücü sayesinde İngiltere dünya imparatorluğuna taşındı ve 1805 de Trafalgar'da fransız donmasını denize gömerek hegemonyayı eline geçirdi.

aynı şey İkinci Dünya savaşı öncesi ABD'ye kaçan alman bilim adaları için de söylenebilir. Atom bombası bu göç ekibin sayesinde yapıldı.

Bugün Türkiye'de aynı nedenler ile kalifiye insan stokunu kaybetme sürecine girmiştir. Bunun temel nedeni en temel fikir ve düşünce özgürlüğü ile kamu alanının tamamen ortadan kaldırılmış olmasıdır. Zira fikir özgürlüğünün aksine düşünce özgürlüğü hiçbir yerden izin almadan eylemde bulunma hakkını da kapsar. Bu ise imkansıdır. eğitilmiş genç nüfus yeni bir Huguenot göç dalgası yaratmakta ve dünyanın geri kalan bölgelerinde ise en çöküntü ve atıl nüfus ülkeye dolmaktadır.

TÜRKİYE'nin 1980 DARBESİ İLE EKONOMİK ALT YAPI, 2010 REFERANDUMU İLE HUKUKİ ALT YAPI VE 15 TEMMUZ 2016 DARBE GİRİŞİMİ İLE SİYASİ ALT YAPISI ÇÖZÜLDÜ.

15 temmuz bu açıdan çok kritik olup, bu coğrafyanın karşılaştığı üçüncü büyük travma ve fetret/ ricat olabilir.

Diğer taraftan Alman Parlementosu 24 Mart 1933'te Hitler'e Kararname yetkisi verdiğinde Weimar Cumhuriyeti son bulmuş isid. 1934 de ise başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yetkileri bir referandum ile birleştirildi. Bu siyasi kaosun sonudur. 15 temmuz darbe girişimi de aynı süreci izlemiştir.

Konuyu başka yazılar ile irdelemeye devam edeceğim.

Önceki ve Sonraki Yazılar