Haydar Yalçınoğlu

Haydar Yalçınoğlu

BOŞ ZAMANLAR - CAN SIKINTISI

“sadece temsil edildiği ve idealleştirildiği vakit, benlik gerçek değildir. Yerine kendisini temsil eden

şey geçtiğinde ise artık yoktur” HEGEL

( Greil Marcus, “ Ruj Lekesi” , Ayrıntı,1999 , sh: 117)

1- Gay Debord,” Komünist Manifesto”dan sonra en çok satılan kitabı “ Gösteri Toplumu”da “ gösteri sermayenin birike birike bir imaja dönüşmüş halidir” der. Aslında küresel kapitalizm bir anlamda sermayenin birike birike gösteriye dönüşmüş halidir.

Modern sanayi devriminin ulaştığı en ileri safha; üretimin en üst seviyede otomasyonu ile kendine ayıracak daha çok boş zamanı kalan insanların içine düştüğü can sıkıntısıdır. Düşünün ki, 16 saatlik bir iş gücü zamanı ve bir günlük hafta tatilinden 8 saatlik ve hatta daha az bir iş gücü çalışma zamanı ile en az 2 günlük hafta sonu tatili; buna karşın orta sınıfların ve bazı meslek dallarının artan gelirine karşın, azalan çocuk sayısı ile birlikte ailelerin refah düzeyi ve yaşam biçimi armıştır.

Artık zamanın yarattığı en temel olu can sıkıntısıdır ve bir Amerikan pop gurubunun sloganı şudur : “ can sıkıntısı en karşı devrimci şeydir”. Can sıkıntısını gidermenin yolu eğlence ve gösteridir. Biz artık bir hedonist çağda yaşıyoruz. Bizi ve yeni nesil orta sınıf çocuklarını ancak ve ancak seks, naklen savaş ve müzik tatmin edebilir.

Eğlence ve gösteri yolu ile modern kapitalizm, ya da geç kapitalizm diyelim buna tek tek erkek ve kadınların öznel yaşantılarına, duygularına, arzularına ve ruhlarına el koyarak, bunları da kolayca çoğaltılabilir hale getirip, fiyatlandırıp tekrar onlara pazarlamaktadır. Ruhun bu seri üretimi eğlence -ve- gösterinin kendisidir. Bir metanın az ve uzakta olduğu zaman ortaya çıkan meçhul güç “ para”dır. Kabzedilen ruhların seri üretilmiş halinden para ile satın alacağımız şey gösteri veya aynı anlama gelen kendi öznel yaşantımızdır. Mahrem olanı dahi sanayi üretiminin kontrolü altına sokan şey bu can sıkıntıdır, buna trend deyim ile depresyon da diyebilirsiniz.

Eğlence- gösteri, -can sıkıntısının tek gidericisi olarak- (tüm sanat dallarıyla ) insana yabancılaşmış olan üretim sürecinin yanı sıra, tüketimin de insana yabancılaşmasını doğurmaktadır. İlkinde bir “ meta” olarak ortaya çıkan sermaye, ikincisinde, yani tüketim sürecinde bir varsayıma dönüşmüştür. Bu tam anlamıyla bir reification ( şeyleşme) sürecidir.

Bu bakımdan artık rahatlıkla söylenebilir ki, Tanrı vardır ve fakat yok olan insanlardır! Aydınlanmacı tezin bu ters yüz edilmesi ile , inanın kendisi zaten bir teolojik soruna dönüşmüş olmuyor mu?

Geriye kalan ve eksik olan sadece bu durumun bir kelamının ve ilmihalinin yazılmasıdır. Uçuşan ego balonları, plastik hayatlar ve hadım bir kabızlık içerisinde yürüyen geri zekalı spastik bir parodidir geriye kalan.

Konu çok karmaşık ve anlaşılmaz değildir. Klasik kapitalizm muazzam bir meta üretimi çağı idi. Emeğin somutlaşmış maddi biçimleri olarak metalar, bir sömür sürecinden geçirilerek bize satılır idi. Para verip aldığınız şey ekmek, fırın, domates gibi somut nesnelerdir. Bu hürmete layık bir durumdur. Oysa, imdi bir gösteri, internet linki, SMS sinyali için ödenilen paranın somut bir karşılığı yoktur ve bunlar aracılığı ile , bir pub veya cafe veye müzikholde pazarlanan , karşıt cinslerin bir diğerinin ruhudur. Bu ruhlar veya bedenler her gün yeniden üretilerek, veya bir parçalanma ve şizofreni sürecinden geçirilerek- ortada hiç bir somut meta olmaksızın paraya dönüştürülmektedir. İşte metafizik olan, bir varsayımdan ibaret olan bu ruhların ve bedenlerin tedavül ve tüketim sürecine konulmuş olmasıdır.

K. Marks'ın sömürüyü belirleyen meşhur sermayenin organik bileşimi dediği k: c/ s+v x 100 meşhur formülündeki ( kâr oranı : artık değer/ sabit sermaye ( makineler ve ham madde) + değişken sermaye ) makine ve ham madde kalemi nereye gitmiştir. Buradaki ham madde tek tek öznel bireylerin ruhlarında ibarettir.

Evet "sermayenin birike birike gösteriye dönüştüğü" hedonist bir çağda yaşamaktayız.

2- Kendine ait olanı özgün ve ideal sanan, ne kontrol edilebilir, ne dizginlenebilir ne de üzerine kelam edilebilir , zincirlerinden boşalmış bulunan bu süreç “niteliğin” ve “ idealin” anlamını yitirmiş haliyle ta kendisidir. Böylece vanitik kişiliklerin kendi “ben” lerini sınırsız yayma hakkına özgürlük denilmektedir. Oysa söz konusu olan aslında yalıtık, rölatif bir bön inancından başkası değildir.

Vanity, kendini beğenmişlik, kendi benliği ile aşırı gururlanma yanında aynı zamanda boşluk, hiçlik ve gerçek ve sürekli bir niteliğin bulunmaması anlamlarını içerir . Vanitik birey de bu anlamda kullanılmıştır. Aslında hepimiz kişiliğimizi marketten satın aldığımız makyaj çantasının maskelerinin altına gizlemekteyiz. Başka türlü öznel ruhlarımızı pazarlama olanağımız da yoktur.

Persona Roma'da tiyatro oyuncularının yüzüne taktığı maskeye denilirdi. Bu terim şimdilerde kıta Avrupa'sında kişi- şahıs veya nitelik- özdeşlik anlamında kullanıldığına göre; artık tüm yüzlerin maske, tüm maskelerin de yüz olduğu bir çağdan bahsedebiliriz.

Tüketimimizi belirleyen kişiliğimiz değil, kişiliğimizi belirleyen tüketimin kendisi olmakla , hepimiz birer merketing ve kozmetik kişiliğe dönüştük.

Oysa personalite kişilikten ziyade ve onunla birlikte şahsiyeti de ifade eder. Bu durumda , personelite yerine ikame edilen terim indivudualite olmuştur. Bu terim ise birey, ferdiyet, kişi , olma kipidir. Rölatif ( yalıtık olan , tüm ilişkilerinden koparılmış , yalnızlaştırılmış ve, soyut ve bir being there – atılmışlık- durumu yaşayan ) bireyidir bu kişi.

Buradaki “dulaite “ ( ikilik) Descartes'ten beri batının ferdiyetini, yani birbirinden tamamen ayrılmış farz edilen iki ayrı kısma indirgenmiştir. Bu iki kısımdan biri vucut/ bedendir ( R. Gèunon ,” İnisiyasyona Toplu Bakış”, Cilt: 1, sh: 145, Hece, 2006). Diğeri ise tüm Entelektüel, mental, manevi değerleri temsil eden ruh/tindir.

İkinci kısım öylesine kötü tanımlanmıştır ki, bundan geriye lan sadece rasyonel akıldır. Tabii, Protestanlık ile Hristiyan teslisi Baba ,Oğul ve Kutsal ruh'tan geriye kalan sadece logos – akıl – olan kutsal ruhtu.

Bir bedende üç uknumdu

baba- oğul ve kutsal ruh.

önce baba kayboldu,sonra oğul suyunu çekti

geriye kaldı total akıl

akıl oldu iktidar

iktidar total akıl oldu

Başladı rasyonalite ve modernite

 

Aynı daldaydık, aynı daldaydık

aynı daldan ayrıldık.

GÖLGE DÜŞTÜ

DÜŞTÜ AKIL İLE DÜŞÜNCE ARASINA

BEDEN İLE RUH ARASINA

teori ile eylem arasına

mantık ile duygu arasına

içgüdü ile us arasına

gölge düştü.

Gölge düştü.

ilim ile feraset arasına .

Personelite( her şeye rağmen bir anlam ifade eden şahsiyet) yerine ikame edilen individualite, böylece Decardian dualizmine uydurularak birçok kipe ayrılarak, kiplikler de kendi analitik öznel ögelerine ayrıştırıldıkta mekanikleştirilip analitik mezarlığa atıldılar.

Yukarıdaki şekilden de anlaşılacağı üzere ferdiyetten ( hüvviyet veya kişilik diyelim buna) doğan ratio geri dönüp ruhu ve bedenide kapsayacak şekilde tüm sistemi sarıp sarmalayarak ona hakim olmaktadır. Böylece can sıkıntısını uğrayan egemen ruh,tek tek öznel bedenleri ticaret mevkiine sürmektedir.

Teosufizmde “hüvviyetiniz hürriyetinizdir” denilerek ; insanın total akıl da dahil hiç bir kuvvetin “ kulun, mahlukun köleliği altında bulunmaması ve maddi herhangi bir kudretin ona tesir etmemesi” ( Kuşeyri, Risale, sh: 334) anlatılmıştır.

Aslında bunca söze ne gerek var;en iyisi mi siz can sıkıntısından vazgeçin, patlamış ego balonlarınızı tamir edeceğinize kendinize pazardan yeni bir balon ve bir ruj lekesi alın, sabır ve dua ile kalın.

Önceki ve Sonraki Yazılar