Haydar Yalçınoğlu

Haydar Yalçınoğlu

FAŞİZM VE NEFRET BİLİNCİ

Dövülen gazetecilerden biri de sayın Orhan Uğuroğlu idi. saldırganlar savcılıktan serbest bırakıldı diye herkes çok sinirlendi. Oysa olay zaten basit bir müsessir fiildir ve uzuv tat'ili yok ise tutuklama gerektirmemektedir. zaten aynı gazeteciler siyasi davlarda asıl olan tutuksuz yargılanmadır diye , demokratik bir toplum tasavvurunu savunmuyorlar mı idi?

Oysa ben tutuklanacaklarını sanıyordu. ama başka nedenle. Görevi kötüye kullanmak ve görevi ihmal nedeni ile!

Akde vefa kuralı gereği üzerinize aldığınız işi " tam ve eksiksiz" oalrak yapmaz iseniz; bu görevi kötüye kullanmaktır. İmdi, birinin iki kolu ve bir bacağını kırmak için görev alıp da, sadece iki yumrukla görevi ifa ederseniz, bu sanılan suçtur. Ayrıca ayıplı mal teslimi olur. Nimet külfet dengesine göre mutlaka aldığınız semen karşılığı olan emeği layıki ile ifa şarttır.

Serbest piyasa koşullarında bu durum sebepsiz zenginleşme oluşturur. Zira çağdaş liberalizm insanlar arsında katı ve çıplak çıkar ilişkisinden başka bir şey bırakmadı ve tüm bunları da para ile ölçülebilir bir değer ilişkisine indirgedi. Bu bakımdan bu failler yasayı ihlal etmişlerdir ve salt bu nedenle tutuklanmalı idiler.

Dünkü yazımda belirtmiş idim; hala normal bir hukuk nizamında yaşadığınızı sanarak, uyup da şeytanın igvasına ala geçmiş güzel günlere bıçak üşürmeyin. Mayerhold önemli bir tiyatro teorisyenidir. Mayerhold o zaman moda olan " sosyalist gerçeklik" fikrine karşın " biyomekanik tekniği" ileri sürdüğü için Stalin karşıtı olmakta tutuklanır.

15 haziran 1939 da başsavcı Beria tutuklama emri " mavi kalemle imzalanır. Bu temyizi olmayan bir infaz demektir.

İşkence altında ifadesi alınır istenilen her şeyi imzalar. Fakat kendisine acıyan babacan tavırlı ve hümanist bir işkenceci komisere denk gelmiştir. Sonunda ifadeyi yeniden birlikte düzenlerler. defalarca tadil edilir ifade. Bundan murad edilen Mayerhold'u idamdan kurtarmaktır. Sonunda şefi ikna edeceğine inanılan bir metin çıkar, ama Mayerhold yine de kurtulamaz.

Zira, Orwell'in "1983" isimli eserinde belirttiği gibi, sadece işkencede suçunuzu itiraf etmeniz yetmez, "aynı zamanda " büyük abi" yi sevmeniz de gerekir. Bu doğrudur 12 Eylül darbesi sonucu işkence altında kalan bir çok kimse, yıllarca kendi işkencecilerine mektuplar yazdılar, bayram tebriği attılar. Bunlardan birinde işkencesine söyle kartlar attılar: " abi sen dünyanın en iyi, en babacan insanısın".

Evet beyler bir dayakla ne çıkar, daha o günler de gelecek ve sadece suçlarınızı itiraz etmekle kalmayıp, " büyük abi" yi de sevene kadar bu süreç devem edecektir ve ancak babacan bir komisere denk gelirseniz fezlekeniz kelleyi kurtaracak şekilde düzenlenecektir.

ÖZNEYİ YENİDEN YARATMAK

Bu saldırganlar bu işleri neden yapıyor dersiniz?

Totaliter rejimlerde siyasi erki elinde tutanalar her gün reçel kavanozu ekranlara dizilip, metalik bir ses ve asit bir dille ve oksimoroan bir üslupla aynı nefret söylemini tekrar ediyorlar.

Buna söylemi sürekli tekrar ederek özneyi yeniden yaratmak deniliyor.

Böylece büyük bir kesin ülke ve milletin ali menfaatlerinin bu söylem olduğuna kesin olarak inanıyor ve vatana hizmet için ; bu menfaatlere ters olan ayrık otlarını , kimsenin karşı çıkamayacağı bir içtenlik ve gönül rahatlığı ile ayıklıyor. Bu saygıdeğer ve hürmete şayan bir davranıştır!

HAKİKAT KUŞATILAMAZ

Gerçek ancak hayalin vusati ile kuşatılabilir. Bu da sufilerin görevidir. Zira Kuran'a göre mutlak hakikat ancak Tanrı nezdinde olur ve asla ona erişilemez ve hatta Kuran bile ilahi hakikatin ancak bize ulaşan cüz'i bir kısmıdır.

Aynı şey Lenin'in "Materyalizm ve Ampriokritisizm" isimli eserinde çözümlenmiştir. Lenin'e göre de biz gerçekliğin tümünü asla bilemeyiz. Aynı şey Hegel'de de vardır.

İşte sufiler, mutlak hakikate erişmek için seyri sülüğe çıkmış tek istisnalardır. Bu da aşk ve sevgi gerektirir.

Oysa her gün körüklenen bir nefret dildir ve nefret vebadan daha fazla ve hızlı sirayet eder.

İşte bu arkadaşlar; kendi gerçekliklerini veya şefleri (ideologları) tarafından lanse edilen gerçekliği tek ve kesin gerçek türü olarak kabul ettikleri için, bu fiileri işlemekte beis görmüyorlar.

Bu tamamı ile epistemik bir sorundur, ama ülkemizde bir felsefe ve epistemoloji eğitimi var mı?

Neden suçlayalım bu insanları!

FAŞİZM

Kendi bilicini tek gerçek bilinç türü sanmak ve (tek gerçek bu ise doğal oalrak) dayatmak aslında FAŞİZMDİR. Zira bu durumda gerçekliğin tüm telif - patenti ve lisans hakları bu kişilerin elinde demektir. Buna egosantrizim, tekbencilik veya solipsizm deniliyor.

İslamiyette buna tekfir deniliyor. Yani kendisini tek ortodoks Müslüman olarak görüp de onun telif haklarını kendinde sanan her gurup, tarikat, mezhep, mahvil, hizip diğer tüm geri kalanları mürted, kafir vb ilan edip tekfir edebiliyor. BU DÜŞÜNDE İSLAM DÜNYASINA HARİCİLERLE GİRDİ VE İMAM GAZALİ (öl.1111) tarafından mahkum edilinceye kadar 400 yıl boyunca milyonlarca Müslüman katliamına yol açtı.

Batı bunu Hegel ile aştı, ama İslam topoğrafyasında bu tekbenci- solipsist boğazlaşma devam ediyor. herkes bir diğerinin kafasını kanlı gelincikler gibi , tatmin edilmez bir şehvet duygusu içinde rahatça koparıp atabiliyor.

Faşist bilincin ikinci türü ise kendi anlık bilincini tarihsel bilinç sanıp; bunun lanse edilmesidir.

Faşist bilincin diğer özelliği de doğal olan her şeyin zorunlu hale getirilmesidir. Her anne çocuğunu sever önermesi doğal, her anne çocuğunu sevmek zorundadır ise faşist- otoriter bir bilinçtir. Yine herkes vatanını sevmek zorundadır önermesi de aynı babdadır.

Yine bu bilince göre üç tür dünya vardır. Birincisi "kafasız bir dünya"; ikincisi "dünyasız bir kafa" ve üçüncüsü de "kafadaki dünya" dır. Bu kimseler kafalarındaki dünyayı, kafasız bir dünyanın tek kafası (hakikatin memsulü) sanmaktadırlar. Bu katagoriye iki örnek bkz Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek.

Enseyi karartmayın,

sağlıklı kalın kendinize bir ruj lekesi alın.

Önceki ve Sonraki Yazılar