Haydar Yalçınoğlu

Haydar Yalçınoğlu

MÜLTECİLERİN EKONOMİ POLİTİĞİ

1-Cumhurbaşkanı danışmanı Yasin Atay "Bakın çok önemli bazı yerlerde Suriyelileri çekin, Suriyeliler bir gitsin, ülke ekonomisi çöker” dedi.

Bunun üzerine bir fırtınadır koptu, birçok kesimden itirazlar yükseldi, solcular, milliyetçiler, muhafazakarlar, yurtseverler, kemalistler ve en çok ta kıymeti kendinden menkul orta sınıflar feveran etti. Ülke elden gidiyor, demografimiz bozuluyor, işsizlik artıyor, kıyılarımız işgal altında gezintiye çıkamıyoruz, İstanbul fiilen onların elinde ve "babalar kıyılarda onların kirli bakışlarından ailelerini korumak için adeta etten duvar örüyorlar", Suriyeliler nargile içip keyif sürerken Mehmetçik Suriye'de ölüyor, dahası bizim insanımız yardıma muhtaç iken 40 milyar dolar Suriyelilere harcandı, bizim etimiz nedir budumuz nedir? Emperyalistler bir ülkeyi bölmek için önce ülkenin demografik yapısını bozuyorlar, zamanla bunlar terör ve kargaşa çıkaracaklar, mallara el koyacaklar, vatandaş olacaklar ve bir bakmışsınız "vatan elden uçup gitmiş". Dahası bu mültecilerin içinde ne kadar terörist var bilmiyoruz. Sınırlarımız kevgire dönmüş, devlet hiç bir şey yapmıyor.

Burada devletin hiçbir şey yapmadığı ve içlerinde ne kadar terörist olduğunun bilinmediği doğru olabilir. geriye kalan hepsi yanlıştır.

2- Şimdi Suriyelileri baz alarak, göçmenlerin ekonomi politiğine bir göz atalım. Dünyanın her yerinde ve her şey ' işi olmayan giremez' levhasının asıldığı üretim yapılan bir yerde o küçük hücre içinde olup- biter. Bu üretim alanında demirin, kömürün, bakırın, mensucatın,

"ve sevda ve zulüm ve hayat

ve bilcümle sanayi kollarının

ve gökyüzü

ve sahra

ve mavi okyanus

ve kederli nehir yollarının,

sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı" değişmiş olur.

Zira cari değeri kendi değerinden daha fazla değer üreten tek şey işgücüdür. Diğer kaynak ise doğanın kendisidir. Bu nedenle sadece iş gücü ve doğa yağmalanabilir. Böylece dünya tarihi ikiye ayrılır. Tabiatın geniş nüfusun az olduğu dönemlerde insanlar gasp edilerek doğa sömürüldü ( kölecilik ve serflik), daha sonra ise doğa gasp edilerek ( sanayi kapitalizmi yolu ile mülkiyet) insanlar sömürüldü. İki kısa tarih budur.

Bugün yeryüzündeki tüm zenginlikler nasıl yaratıldı. Basit. İnsanların " artı- emeğine" el konularak. Şenlikli gülümsemelerle kıyılarda gezinen tüm aşıklar, muazzam savaş makineleri ile hayatını sürdürmüş olan tüm yurtseverler, derin okyanuslarda kanlı korsan savaşlarına katılmış olanlar, pi mezolarından Amazon ormanlarındaki her çiçeği kolonlayalar, her şey ve herkes işte bu toplumsal artı emekten bir nebze pay alarak var oldular.

Nası mı? “İşçinin, emek- sürecinin bir kısmında yalnızca kendi emek- gücünün değerini, yani yaşaması için gerekli tüketim araçlarını ürettiğini görmüş bulunuyoruz... Emek gücünün bu yeniden üretimin yapıldığı kısmına ben “gerekli emek- zamanı” ve bu sürede harcanan emeğe 'gerekli emek' diyorum.

Emek sürecinin, emeğinin artık gerekli olmadığı ikinci dönemi boyunca da

işçinin çalıştığı ve emek-gücü harcadığı doğrudur, ama onun emeği artık gerekli-emek

olmadığından kendisi için bir değer yaratmaz. Bu dönemde, kapitalist için, hiç yoktan

yaratmanın bütün güzelliklerini taşıyan 'artı-değeri” yaratır. İşgücünün bu kısmına ben

artı-emek zamanı” ve bu zamanda harcanan emeğe 'artı-emek' adını veriyorum.”

Marx, K., 2004. Kapital Cilt 1 (7. b.). Ankara, Sol Yayınları. sh: 215- 216. sayfalar .

Metaların değerleri, üretimlerinde kullanılan emek- zamanı ile doğru orantılı ve

kullanılan emeğin üretken gücüyle ters orantılıdır. Marx, K., 1992. Ücretli Emek ve Sermaye- Ücret Fiyat ve Kâr. Ankara, , Sol Yayınları. 1992, sh: 38

Bundan sonrası basit, artık verilen tüm mücadeleler, fikirler, teoriler, hukuk biçimleri üzerine sofistike fikirler "artık- ürün için verilen mücadeleden başka bir şey değildir. Artık

ürüne sahip olan durumun hakimidir; zenginliğe sahiptir, devlete sahiptir, kilisenin,

mahkemenin, bilimin ve sanatın anahtarını elinde tutar.” ( Rühle, O.." Marx’ın Kapitali." İstanbul,, 2004, Tarih Bilinci Yayınları)

İşte mülteci denilen kişi iş bu artı- emek sürecinden koparılmış tek kişidir. Aslında yeni bir dünyada bu sürece girmek için maceraya atılmış bi seyyahtır. Bu hali ile tek özgür kimsedir. henüz kendine yabancılaşmamış bir sufidir.

3- Sonra neler olmaktadır. Bunun için sermayenin organik bileşimine bakmamız gerekir.

Üretim sürecinde karlılık oranı nasıl oluşur. Üretim sürecinde işçinin kendi yaşam koşullarını yeniden üretmek için zaman bakımından gerekli emek miktarına "v" diyelim. "v" değişken sermayedir. Bunun için 8 saatlik çalışma zamanının diyelim bir saatini harcasın. İşte bu bir saatlik emek zamanıdir "v". Üretim için gerekli makine, teçhizat ve hammadde değerine ( bunlar da daha önceki bir zamanda gerçekleşmiş bulunan somutlaşmış artı emektir ) ise "c" diyelim. "c" sabit sermayedir.

Artı emek değerine ise "s" diyelim. Bu artık- değerdir. Artık değer işçinin kendi yaşam şartlarını yeniden üretmek için harcadığı zaman bakımından somutlaşmış emek dışında değişim değeri içeren mülkiyeti işvene ait olan meta üretim için harcanan artı ve munzam emek değeridir. İşte tüm kar, değer ve fiyatı belirleyen bu üç ögedir.

karlılık oranına ise "k" diyelim.

k: s/ ( c + v) x100 'dür.

s: 200, c: 200, ve v: 300 olsun. Bu durumda. k: 200/ 200+ 300 x 100: 40. kar oranı % 40 tır.

Eğer bir Suriyeliyi yarı ücret ile çalıştırdığımızı var sayalım. Diğer tüm parametreler sabit kalır ise burada c: 100, s: 300 olacaktır. Bu dudumda ise kar oranı k1: 300/ 100+ 300x 100: 75 tir. Yani kar oranı % 75 tir. k1- k: % 35 tir.Bu munzam kardır.

Erdoğan Suriyeliler gitse bile göndermeyiz deyişi, Türk sermayesinin organik bileşimini ve kat oranlarını sarsamayız eko politiği ile uyumludur. Evet kimse Suriyelileri bırakamaz. Gitmek isterler ise şimdi vekaleten sürdürülen savaş mazallah Suriye savaşı fiilen iki devlet arasındaki bir kanlı savaşa dönüşür. Parlemento askıya alınır ve savaş nedeni ile seçimler yapılamaz. Bunun şakası yoktur, sermayenin karlılık oranını düşürecek her girişim ülkenin sonu olur. Felaket olur. İngiltere sermayenin karlılık oranını 1870 de ABD ye kaptırdı, sonuç ortada. 1970 ten itibaren ABD bunu Çin'e kaptırdı . Bunun kanlı sonuçlarını da göreceğiz. Aklınızı başınıza alın. Şunu hiç unutmayın Türk egemenlik sistemi parayı takip eder.

Türkiye de 5 milyon yabancı iş gücü olduğu varsayılmaktadır. Bu da toplam iş gücünün % 25'idir. Türkiye'nin gayri safi milli hasılası 800 milyar dola ise, bunun yıllık 200 milyar dolarını bu iş gücü üretiyor demektir.

200 milyar doların % 40 kar oranı ile 80 milyar doları kar ise, % 75 den bu aran 150 milyar dolar olur. Aradaki fark 70 milyar dolar ise, 10 yılda bu 700 milyar dolar eder.

Hani Suriyeliler için 40 milyar dolar harcanmış idi. Bunların hepsi yalandır ve Suriyelilerin bu mutlak emek sömürüsü aslında bir soykırım derecesindedir. Köle emeğinden daha beterdir. Şimdi neden 2013 yılından beri Suriye'de savaşı sürdürmekte olduğu ve savaş sürsün diye sadece İdlib'e 59 askeri üs kurulduğu ve Suriyelilerin geri dönmemsi için gereken her şeyin yapılabileceği anlaşılabilir.

İş burada bitmiyor. değerin, fiyata dönüşme sürecinde, ucuz iş gücü o kadar belirleyicidir ki, ülkelerin uluslararası rekabet gücünü belirler. Bugün bu zombi ücret sistemi ve fiilen 10 saate çıkmış çalışma süresi ile, Türkiye'nin bir metayı uluslararası pazarda satış fiyatının iki katına Avrupa ülkeleri üretememektedirler bile. Zira aylık 25.000 TL işçi ücreti ödeyen bir ülke tacirinin, aylık 1000 TL ödeyen ülke taciri ile rekabeti mümkün değildir.

Şimdi, rahatı yerinde olan ve deniz kenarında ailesi ile rahat gezememekten şikayet eden ey ahmaklar, emekli subaylar, bankacılar, mühendisler, doktorlar, avukatlar ve bilumumu, eğer Suriyeliler olmasa ise ( bu süreçten önce bir işçi ücreti ortalama 1000 USD ye denk gelmekte idi) toplu iğne ihraç edilemez, dış ticaret açığı karşılanamazdı. Böylece sahil kasabalarına gidemezdiniz, cep telefonunuz ile konuşamaz idiniz, ithal araba yerine yerine Kırşehir beygiri , Hollanda peyniri yerine sağacak Kırşehir çebişi arardınız.

4- İş bununla bitmez. Pazar denilen büyülü dünya da mülteciler ile değişti. İnsanlar tarih boyunca her zaman pazarda mübadeleye girişmedi. Bunun yerine trampa, gasp, yağma, hırsızlık gibi yollar ile de mal temin ettiler.

Siz Suriye'nin sanayi bölgelerinde sökülüp getirilen fabrikaların Urfa, Antep ve Hatay gibi şehirlere kurulduğunu ve bunun değerinin 250 milyar dolar civarında olduğunu biliyor musunuz? İdlib dünyanın 7 önemli besin deposundan bir olup, orada üretilen ürünlerin , bahçe sahipleri öldürülerek gasp edilip içeride ucuza satıldığını biliyor musunuz. Ucuza tükettiğiniz birçok mahsul oradan gasp ediliyor.

Ayrıca, mültecilerle gelişen organ ve insan ticaretinden ülkemize ne kadar milyar dolar giriyor ve herkes bundan nemalanıyor bu açık değil mi?

Yine uyuşturucu ticareti ..vb yollar ile ülkenin gayri safi mili hasılasının 1/3'üne denk geldiği ve bunun büyük bir zenginlik yarattığını da biliyor muyuz?

Dahası, çevre ülkelerde süren savaş ve kaos sayesinde o ülkelerin altın ve para sahipleri tüm servetlerini Türkiye'ye nakledip, taşınmaz alarak döviz getiriyorlar. Savaş sürmeli, kaos kalıcı olmalıdır. İşte Irak , Afganistan, Suriye ve bir çok kaos bölgesinde neden asker bulunduruyoruz, nedeni çok mantıklı değil mi?

Bunun için son 10 yılda on defa kaynağı belirsiz servet transferi içeren yasa çıkarılması mantıksız mı? Bu yolla kaç milyar dolar ülkeye geldi bilinmiyor.

Dünyada mütekabiliyet olamasızın taşınmaz alımına izin veren ve 250.000 USD 'ye vatandaşlık veren tek ülke olmamız mantıksız mı? Bu yolla kaç Afgan uyuşturucu baronu vatandaş oldu biliniyor mu?

Eğer bu süreç olamasa idi, ülkenin geçtiği bu tarihin en büyük burhan dönemi ve yapısal çözülme sürecinde, inan ey talip, maaşını bile alamaz ve öyle konformist cümleler ile hamasi vatanseverlik yapamaz idin. Ağa olmaya mutad ağzının kabaran iştahını giderecek keyifli sun- set selfileri atamaz idin.

Hülasa hepimiz bugün, tarihin bu noktasında ve bu coğrafyasında bir taraftan mülteci denilen ve kendi kıllı kolları ve kıllı bacakları üstünde duran nobran, terbiyesiz, tehlikeli, tehditkar, cahil, görgüsüz, acımasız, filisten, vandalist, Mars'tan gelişmiş vebalılar gibi duran mültecilerin " artı- emek" sömürüsü ve diğer taraftan ise politik ve hukuki yolla onların ülkelerinden çekilen " artı ürün"lerine el koyarak yaşayabilmekteyiz.

Survive ( Yaşama Savaşı isimi ile oynamış idi) diye bir film var idi. Uçak kazası ile Alp dağlarına çakılan bir sporcu gurubunun yaşam savaşını anlatır. Sonuçta bir kısımı yaralı ve daha zayıf durumda bulunan arkadaşlarını etini yiyerek hayatta kalmayı başarırlar. Kilise survive durumunda insanların birbirinin etini yemesinin dinen caiz olduğu fetvasını verdi.

Evet bugünkü survive durumunda Yunus'un deyimi ile mürüvvetsiz beylerin " yedikleri insan eti içtikleri kan olmuş"tur, çünkü beklenen olmuştur. Vahşi banker pazarlarında kanlı gelincikler gibi koparılan çocuk başlarından geriye kalan bu yangın yerinde, eleştiriler bizzat bu dünyanın mazlum halkları yerine ; onları bu kanlı kargaşaya ve muazzam sömürüye sürekleyen egemen sınıflara, savaş ağalarına, onların kurduğu küresel siyasal sisteme, emperyalizme/ mali oligarşiye ve onların yerli işbirlikçilerine, şürekasına, tilmizlerine ve sözde entelektüel hempaların avenasına ve bundan nemalanan birer epigon olan kendimize yöneltmemiz ontolojik bir meseledir.

Evet baylar " Suriyelileri çekin, ülke ekonomisi çöker". Zaten buradaki "çekin" kelimesi , onların insan değil bir "nesne" , somutlaşmış ve "şeyleştirilmiş" bir unsur olduğunu imler.

Ey talip, bugün tehlike mülteciler değil, tüm bu coğrafyanın ezilen halkları ve emekçilerinin ve üretenlerinin dostça, ahbapça, kardeşçe eşitlikçi bir toplum içerisinde birlikte yaşamasını engelleyen ( politik düzeyeden üretilen artı emek ve ürüne koyarak asalak olarak yaşayan ) yerel mütegallibe ve egemenlerdir. Onların tek yaşam şansı ülke haklarını ırkçı, şovenist ve faşist bir ideoloji ile birbiri ile savaştırmaktır.

Bu yeni firavunlar ve tagutlar tıpkı 4K gibidirler ve bu ırkçı- şovenist ve faşist kuşatma barış ve adalet , ekmek ve hürriyet yani vatan uğruna savaşma kabiliyeti ile kırılmadan dostça, ahbapça ve kardeşçe ve hep beraber yaşamamız mümkün değildir. İşte dikkatlerinizi kendileri de birer kurban olan koyunlara değil, kasaplara yönelttiniz.

NOT: 4K, Kırım Kongo Kanamalı Kenesi demektir. Bu kene size yapıştığında, koParılınca sizi zehirler ve ölürsünüz ya da kanınızı emmesine ömür boyu sırtınızda taşıyarak mûsade etmeniz gerekir.

Enseyi karartmayın

Sabır ve dua ile kalın

Patlamış ego balonlarınız yapıştırmak yerine

kendinize pazardan yeni bir balon alın.

Beni kategorize etmeyin

Ruj lekesi ile allanıp

salıncaklarınızda mesut ve bahtiyar salının.

Önceki ve Sonraki Yazılar