Haydar Yalçınoğlu

Haydar Yalçınoğlu

PARALAKS -I

Bu yazıda sonsuz çeşitlenme ve farklılaşma eğilimi taşıyan günümüz dünyasında bir diğerini yok etmeden birlikte değil de bir arada nasıl yaşanacağını ve gözümüzün önünde cereyan eden olay ve olguların veya "nesnel gerçeklikleri"in şeylerin olağan akışına uygun ( eşyanın tabiatına uygun) şekilde kavranılarak bağdaşık ve ortak bir sonuca erişilip erişilemeyeceği irdelenecektir.

Esasen giderek artan dış göçlerin doğurduğu gerilimler ve iç çatışmaların ve farklılıkların arttığı bir dünyada nasıl bir arada yaşanacağıdır. Bu mümkün müdür? Mümkünse temel kurucu kavramları nelerdir ?

“ Gerçekte düşünce ve algılarımız olmazsa bize hiçbir şey olmaz ve ( şimdiki) ve gelecekteki tüm düşüncelerimiz sadece önceki düşünce ve algılarımızın sonuçlarıdır” Leibniz. ( nakleden Jennifer Trusted , “Fizik ve Metafizik” sh. 140, İnsan 1995).

1- DEĞER YARGILARI: Bizi biz yapan tüm değerlerimiz öznel ( subjektif) iken; bizden gerçekçi veya objektif olmamız nasıl beklenebilir.

Hiçbir şey gerçeklerden daha aldatıcı olamaz. Ama gerçeklik/ hakikat olduğu gibi kalır . çünkü en kolay şey gerçekleri olduğu gibi koruyarak tahrif etmektir. Evet yaşadığımız dünyada gerçekler olduğu gibi korunmuştur, çünkü tahrif edilmiştir. en iyisi Churchil'in deyişi ile onun bir yalancılar ordusu tarafından korunmasıdır.1

Düşünceler, fikirler yığınlar tarafından kavrandıkta maddi bir güç haline gelir ve bize kendisini gerçeklik olarak dayatır. Ama Bu sorunu çözmez. Ama tersinden maddi gerçekliğin bizzat kendisinin düşünsel bir gerçeklik haline gelme süreci de subjektiftir. Ve bu iki süreç çoğu zaman iç içe geçmiştir.

Afrika'da bir bisikletli hızla girmekte ve onu bir kaplan kovalamaktadır. Kaplanın bisiklete yetişemediği görülür. Bu bir bisiklet reklamıdır. Afrikalı yerliye bu reklam gösterilir ve ne düşündüğü sorulur. Cevap ilginçtir! Bisiklete binme kaplan seni kovalar.

85 yaşlarında Hüseyin Üzmez isimli bir yazar 14 yaşındaki bir kızla cinsel tevazu davası sonucu yargılanmış idi. Tüm ülke ayağa kalktı ve onu lanetledi. O da mahkemedeki savunmasında, bu sizin laik düzeninizin yaslarını ben kabul etmiyorum. Benim Peygamberim de 13 yaşında Ayşe anamızla evlenmiş idi , şimdi siz onu da mı 15 yIlla yargılayacak idiniz mealinde sözler söyledi.

Belki de 70 milyon insan bununla irkilmiştir. Çünkü, bugüne kadar hiç akıllarına gelmeyen bir sorudur. Zaten bu soru sorulamaz ve bilinç unsuru olarak bir Müslüman'ın zihninde tevarüs etmesi düşünülemez.

685 yılında Hz Muhammed'in torunu Hz. Hüseyin Kerbela'da Yezid orduları tarafından katledilmiştir ve 12 gün susuz kalmıştır tüm Ehl-i Beyt ailesi. Sonra kesilen kafası ile top oynandığı söylenmektedir. Bunun için Alevi yaşlılar asla futbol maçı seyretmezler ve o ulu kişi bir tas suyu bulamamış iken, deniz kenarında ah edip denize de girmezler. Deniz bizim için bir eğlence iken, o yaşlılar için bir ıstırap kaynağıdır. Dış dünyada var olan reel olguları kendi anlam dünyamıza transfer ediliş biçimi hayalı biçimi de subjektf tir. Burada Burada bir imlenen olarak su, onun imgesi ve imleyen hepsi hayali bir gerçekliğin ürünüdür.

Köyde marabalık yapan ve ömrü ekin biçmekle geçmiş İboğ dayı şehre ilk defa gider. Köye dönünce şehirde ne var derler: “Orak var, ellik var, orak var ellik var” der.

Onun koca şehirde gördüğü tek şey orak ve elliktir. Olan şey olguda seçicilik aracılığı ile kentin kişinin kndi üretim ve yaşam sürecine indirgenmesidir. Bu da subjektiftir.

Veya Aristo, Mevlana ve marks'ın bir markette düşünelim. Marks için tüm ürünler birer metadır. Kullanım değerini değişim değerine dönüştüğü bu meta mübadele sürecinde, her meta ona somutlaşmış bir emek ve cari değeri kendi değerinden daha fazla değer üreten soyut bir artık değerin sömürü biçimi olarak görülür.

Mevlana'ya göre ise, biz zaten bir suret aleminde yaşıyoruz ve tüm bu nesneler boş birer form suretlerinden ibarettir. Bu kesret aleminin, bu masivanın içini dolduran geçici varlık alemin nefsimizi aldatan unsurlarıdır. Biz ancak tüm bunlardan kurtularak "mana" alemine yükselebiliriz.

Aristo için ise, her bir birer "bileşik töz" olan bu nesneler, bir madde bir de ruhu birlikte içermektedir. Ruh burada madde içerisine hapsedilmiş olarak bulunmaktır. Bu madde ruh bileşimindeki fizik unsur deneyin ve dolayısı ile bilimin konusu olabilir. Zira her maddi varoluştaki duyusal öğe saf dışı bırakılarak, salt metafizik öz olarak salça bir salçadır ve bilimin konusu olarak üretilebilir.

Sonuçta bir alışveriş yapmadan marketi terk eden Aristo, Marks ve Mevlana bir parkta pişti oynarlar ise, üçünün tek ortak yanı da ası sona saklamak olacaktır. Eğlenceli!

Ama üçü rasında bir çatışma çıkmayacaktır.

Öyle ise kesin olan şey ALGIDA- OLGUDA VE GÖRME BİÇİMLERİNDE kesin olarak seçici olduğumuzdur.

OLGU

ALGI

evet hepimiz için ortak kabul olarak nesnelliğe ne oldu? Sorular " Cüneyd'e ne oldu?

sana bana olan ona da oldu". Asaf halet çelebi.

2- ALGI VE ÇATIŞMA

Haziran 2015 de PYD Suriye'nin Tel Abyad denilen kısmını IŞID'den aldı ve Türkiye sınırında 400 km'ye yakın bir kısmı kontrol eder duruma geldi.

Ulusalcılar ve milliyetçiler şöyle söylediler: “PKK uzantısı olan PYD'nin hemen sınırımızda bir devlet kurması kabul edilmez, çünkü bunlar daha sonra bizim için tehdit olabilirler.” İktidar partisi AKP'ye karşıt olanlar şöyle söylediler: “ AKP IŞİD'e yardım ediyor idi, şimdi IŞİD'in ikmal yolları kesildi” iyi oldu. Kürtler ise “ Tel Abyad özgürleşti ve ezilen halkların bir devrimidir” bu. Burada üç tane öncül var. Birincisi “ülke bütünlüğü”, ikincisi “ tekfirci İslami tehlike”, “ Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkı”.

Bu üç gurup, Türk ordusunun Suriye'ye müdahale etmesi veya etmemesi, demokratlık- faşistlik, İslamcılık- laisite konusunda dişe diş bir mücadeleye girişti.

İmdi, şu ön kabul nedir? PYD orayı ele geçirir ise, sonra ülkemizi bölecek! Hepsi varsayımsal. Ön kabule dayalı ve bu tezi ileri sürenlerin kendi subjektif dünya görüşlerinin ürünü. Bundan daha normal bir şey de olamaz.

Burada hem olguda hem de algıda seçici olunduğu kesin. Bir tane olgu var, o da PYD'nin ilgili bölgeyi ele geçirmiş olaması. Ama burada olgunun aynı zamanda hem kanıt hem de karşı kanıt olduğu aşikardır. İlk gurup için ülkemizin tehdit atında olduğunun kanıtı, üçüncü gurup için ise halkın özgürlük mücadelesinin kanıtı, yani karşı kanıt.

Peki nasıl oluyor da, gözümüzün önünde meydana gelen tek bir olay üzerinde tek bir ortak algı noktası bulunamıyor ve insanlar bu farklı kavrayışlara göre birbirleri ile çatışmaya girip, yok edici olabiliyorlar. İşte asıl sorun da burada. öyle ise ve buna rağmen nasıl çatışmadan bir arada yaşayacağız.

Peki bu olgu/ algı çakışması hiç mümkün değil midir? Yoksa biz insanlar hep ve her konuda sürekli çatışarak mı yaşayacağız?

3- AKIL VE DENEY

Dış dünyadan gelen sonsuz veri akışından hangisini seçeceğimiz ve onu genel kabul görmüş evrensel insanlık idesi olarak kabul edip etmeme bakımında elimizde ne var? Deney, fikir, düşünce, akıl kavramlar ve teoriler.

Türk yönetici eliti, İttihat ve Terakki'den beri, olaylar ve olgular karşısında deney ve pratik yolla karar verirler. Somut pratik koşulların dayatması sonucu, sadece o andan kurtulmak için ne yapmaları lazım geliyor is, onu yaparak ilerlerler. Bu ise tarihsel bakımdan salt bir körlük yaratır.

Zaten salt pratikçilik algıda bir yamulma da yaratmaktadır. Buna karşın akıl da yanılmakta, zaten bu aklın kimin aklı olacağı şüphe götürmektedir.

Bunun için Hegel ve Spinozacı öneri analitik yolla ilerleyen soyut ve kavramsal bir çözümleme sürecinin somut gerçekliği bulmada yeterli araç olacağıdır. Bu belki fizik bilimler açısından doğrudur, fakat sosyal bilimler bakımında imkan dışıdır. Çünkü, burada kullanılan kavram içerikleri de,onu kullanan kimsenin dünya görüşüne göre bir anlam kazanır ve bu anlam dışında kalan tüm yorumsamalar dirsekle uzaklaştırılarak, bir daha düşün alanına sokulmazlar.

4- "EMPATİ VE ÖTEKİ"

Sorunun çözümü için başvurulan egemen ve temcit pilavı gibi durmadan çiğnenen iki kavram ise empati ve öteki kavramlarıdır.

Batıda geliştirilen her kavram gibi, bu kavramların da anlamı dahi bilinmeden her konuda, her tartışmada sonsuz olarak tekrarlanarak totolojikleştirilmiştir.

Öznel kendi ile öznel öteki arasındaki nesnelliği bulmada; öteki ile başkasının bileşkesi olarak kullanılan empati kavramı da sorunu çözmez. Çünkü, kendinin ötekinin yerine koymak, onun parametreleri ile düşüneceğin anlamına gelmez ve senin tüm önyargılarını/ dünya görüşünü/ dini ve sosyal statünü/sınıfsal tavrını bir kenara bırakacağının temin etmez. Öznel kendi ile öznel ötekinin bakış açılarının yer değiştirmesi olarak ortaya çıkan ilişki de anlamlı bir fark yaratır. BUNA PARALAKS denilir.

ÖTEKİLEŞTİRME kavramı da anlamsızıdır. Zira her ben zaten bir öte bendir ve beni ötekileştirmene gerek yok ben zaten ötekiyim.

İnsan zihni herhangi bir nesne/olgu/olayın subjektif olarak tahakkuk edebileceği tek yer olduğundan; diğer tüm canlıların doğal durumları karşısında insan sahte nesnelliğin bilfiİl hale geldiği tek canlıdır.

Zihnin subjektif durumuyla, dış dünyanın nesnel/ objektif durumu arasında kaçınılmaz bir dilemma/ real conravercy ( gerçek karşıtlık) vardır.

Real conravercy terimi contradiction ( çelişki ) ilkesinin ( şeylern- olguların, fenomenlerin ve süreçlerin karşılıklı etkileşim ve organik ve dinamik süreçte karşılıklı belirlenimi ) reddeden bir belirme durumudur.

İşte bir Jain örneğinde nesnellk ve öznellik o kadar birbirine karışmıştır ki, kişinin kendisi bile hangi durumda ilişkilerinin tevarüs etme biçimini karıştırır.

Gucerat'lı bir Jain ( özgün bir meshep sahibi olarak) bir Budist karşısında jain olarak kendini konumlandırır ve Budiste karşı ölümüne mücadele eder, ama bir Müslüman karşısında ise Budist olarak davranır ve belki de 2002 yılındaki Müslüman katliamına katılmıştır, yine bir Hintli karşısında Guceratlı ( belki de Gucerat'ın özekliği için Hintlilerle savaşmıştır) , bir İngiliz karşısında Hindistanlıdır. Hindistan'da didiştiği Hintli ile İngiliz gurbetinde en iyi arkadaştır.

Farklılıklarımız ile bir arada yaşamak için ortaya atılan ve sıkça tartışılan bir kavram da " hoşgörü"dür. Bu kavram ise sanılanın aksine son derce hegemoniktir. Zira, hoş görünen hoş gören için imgesel ve şenlikli bir tahayyülden ibarettir. Bu bağlamada birlikte yaşamak için, hoş görenin ancak bir evliya olması gerekir. Hoşgörü bir toy storde çocuklar için yazılmış " oyuncaklara iyi davranın" yaftasıdır. Oysa bu çocukların çoğu okuma yazma dahi bilmez.

5- İDEOLOJİ VE OLGULARIN KENDİ ANLAM DÜNYAMIZA TRANSFER EDİLİŞ BİÇİMİ.

ÖSO ve el Nusra'nın 2014 ve 2016 yılında Suriye'nin Kesep ve Zara ilçelerinde katliamalar yaptı. Zara köyündeki Alevi yüzlerce 9- 10 yaşındaki öğrencinin vahşeti andıra görüntüleri yayınlandı. Cisrc el Sugur da yapılan katliam üzerine de Fatih Cami'sinde lokum dağıtıldı.

Bir katliam bazı İslamcı çevreler arasında büyük bir sevinç gösterisine neden olur iken, Alevi, Süryani ve Ermenileri aynı anada yasa boğdu.

Aynı olay karşısında birbirinin tam tersi algı ve sonuçta tutum nasıl alınmaktadır. Biri için dikensiz gül bahçesi olan olay, diğeri için bir cehenneme nasıl dönüşmektedir. Kendini bir Süryani yerine koyarak empati yapmak sorunu ne derecede çözer. Veya onları ötekileştirmemek derde çare olur mu?

Siyasal bir mücadelenin devreye girdiği noktada olguları kendi anlam dünyamıza transfer ediş biçiminde doğrudan devreye giren ideolojilerdir.

İdeoloji kavramı bu yazının kapsamını aşar. Ama kişileri, gurupları, katmanları, mezhepleri, sınıfları, etnisiteleri yalın bir bilinçlilikle açık, amansız, acımasız, dolayımsız ve ölümcül diş diş bir mücadeleye iten düşünce formlarıdır. Ölüm nereden gelirse sefa geldi hoş geldi şLOGANI ile "sosyalizm" ve "ulusal bağımsızlık" şiarı ile yüz binlerce insanın ölümü şehvetle karşılaması ideoloji sayesindedir.

İdeolojiler bizden öncekiler tarafından oluşturulmuş katı normlar oldukları için, ayrıca düşünmeye gerek kalmaz, bize düşünme iktisadı da sağlar. İşte Leibniz'in "gerçekte düşünce ve algılarımız olmazsa bize hiçbir şey olmaz ve (şimdiki) ve gelecekteki tüm düşüncelerimiz sadece önceki düşünce ve algılarımızın sonuçlarıdır" çıkarımı bu anlamda yerine oturur.

İdeolojik düzlemde olgu ile algı, gerçeklik ile bilinç arasındaki çatlak çok daha derin olabilir. Burada false consciousness denilen, yanlış veya ters bilinçlilik dahi söz konusu olabilir.

İdeolojilerde kişi şeyleri sadece kendi bakış açısından görür. Hukuk özneleri birey olarak ele alır iken, ideolojiler bireyi özne olarak çağırır. Bu da ona misyon, görev ve mükellefiyetler yükler.

İdeolog için üç tane dünya vardır. "Kafasız bir dünya", "dünyasız bir kafa" ve "kafadaki dünya". ideolog işte bu kafasız bir dünyanın tek kafasıdır ve kendinin bilinci tek gerçek bilinç türü olarak var olur. Bundan sonrası her şey Prometus'un musalla taşına yatırılır. ( Mitolojiye göre, musalla taşından uzun olanların bacakları kesilerek, kısa olnlar da ezilerek musalla taşına denk hale getirilir.) Eğer dış dünyadaki gerçeklikler, kafadaki gerçekliğe uymuyor ise vay gele gerçekliğin başına.

İşte kendi bilincini tek gerçek bilinç türü oalrak dayatma faşizmin çıkış noktasıdır da.

ideojilerde diğer sorun da doğal olanın zorunlu hale getirilmesidir. Her anne çocuğunu ya da her birey ülkesini sever önermesi, her anne çocuğunu, her birey ülkesini sevmek zorundadır tersimlemesi ile yine faşizme evrilebilir.

6- PARALAKS ve FENEMONOLOJİ

Algının subjektivizmi için önerilen bir diğer kavram ise paralakstır. Diyalektik düşüncede "çelişki" ve "zıtlar" kavramının olduğunu yukarıda belirtmiş idik. Burada zıtlar belli bir birlik içerisinde canlanarak sentezlenirler. yani zıtların belli bir olumsuzlama süreci içesinde sentezlenmesi ( zıtların birliği ) söz konudur. Zaman içerisinde bir yön diğer yöne indirgenerek , onun içinde tali hale dönüşür. ( Bunun en iyi örneği, Politzer ve Afanesiev gibi Marksist felsefecilerin eserlerinde görülebilir). Ama çelişki asla ölmez.

Kant'ta ise diyelektik çelişki yerine " gerçek karşıtlık" söz konusudur. Burada zıtlardan bir yön diğeri içesinde indirgenemez, içerimlenemez. İşte bu tezden yola çıkarak farklılıkların bir ararda yaşaması için söylenilen şudur: Kant’ın tutumu bu yüzden ‘şeyleri ne kendi bakış açısından, ne de başkalarının bakış açısından görmek, fark (paralaks) aracılığıyla sergilenen gerçeklikle yüzleşmektir." Slavoj Zizek,"Paralaks".

Evet şeyleri kendi öznel bakış açılarımızdan ne de başkalarının bakış açılarından değil de, karşıtların algılama biçimi nasılsa , aradaki fark açısından görmektir. Şeyh Bedrettin'de bunun daha iyi bir tanımı var. O "şeyleri kalem nasıl yazmış ise ( hakikati yazan levh-i Mahfuz kalemi) öyle kabul etmek" gerektiğini, bizim öznel yargılarımızın bir rolü olmamak gerektiğini belirtir.

Fark ( paralaks ) aracılığı ile sergilenen gerçekliği kabul etmek ve böylece barış içersinde bir ararda yaşamak mı?

Parmağımız ile br noktaya odaklanıp, sağ gözümüzü yumalım. Sonra sol gözümüzü yumalım. İki bakış noktası arasında bir fark gözükecektir. Parmağın odaklandığı nokta ne kadar uzaksa aradaki fark da o kadar fazla olacaktır. İşte bu fark paralakstır. her iki gözün ve görünenin ve görüntünün ( imgenin, imleyen ve imlenenin ) göreliliğini kabullenip, fark aracığı ile kavrama nesnellik ölçütü olabilir mi ? Bu fark nesnel midir? Yoksa hayali gerçek mi?

Oysa nesnel tarih kişilerin, gurupların, sınıfların ,katmaların ne kendileri hakkındaki düşüncelerine ne de başkalarının onlar hakkındaki düşünce ve yargılarına göre karar vermez, o olayların yol açtığı pratik sonuçlara göre değerlendirme yapar.

Bu bakımdan PARALAKS sorunu çözebilecek midir? Kantçı bu kavramın egemenliği ele geçiren Hitler SS taburlarını için kadar bağlayıcılığı olabilir. Auschwitz'dekileri ne kadar teskin edebilir ?

Diğer kavram ise bizi öznellikten koruyan fenemonoloji kavramıdır. Bu kavram hukuk ile doğrudan bağıntılıdır. Yazının devamında bir seri deneysel yaklaşım ile fenemonolojik yaklaşımı ele alalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar