Haydar Yalçınoğlu

Haydar Yalçınoğlu

PARALAKS -II

1- Dış dünyadaki gerçekliğin insan zihnine nesnel ve ortak bir şekilde yansıması ve tüm öznellikten arınması konusunda Edmund Husserl tarafından geliştirilen fenomenolojik görüş geçen yüzyılın başında geliştirildi.

Buna göre gerçekliğe ulaşmak ve öz düşüncesine erişmek için zaten gerçekliğin kendisinin dışarıda bırakılması gerekir. Böylece öncelikle saf bir bilinç alanı oluşturulur. Bu dış dünyadaki nesneler ve olgular hakkındaki bilinç her türlü önyargıdan, gelenekten, gündelik yaşam pratiklerinden, yapış tarzlarından, ideolojilerden, dünya ve dinsel görüşlerden, saiklerden ve kanılardan, zaman ve mekandan arındırılmış bir bilinçtir.

Tüm öznel olan yukarıda saydığımız bileşenlerin dışarıda bırakılmasına "ayraca alma" veya "parenteze alma" denilmektedir. Yunanca epoche. Bunlar hiç yokmuş gibi paranteze alınacaktır. Böylece bizden olmayan, başka olan, farklı olan herşeye de yansız, genel, objektif olarak yaklaşabiliriz.

Bu görüşün esas yansıması hukuk alalnında olmuş ve yasanın ve özellikle de yargıcın karar verirken bir dini, mezhebei, dünya görüşü, değer yargıları, ırkı, cinsiyeti...vb yokmuş gibi, tüm bunları paranteze lamadan karar vermesi düşünülmüştür.

Farklılıkları kabul ederek birlikte yaşamak yerine, onları ayraca alarak birlikte yaşamak mı?

Yargıç subjektivizmi en iyi Ergenekon ve Balyoz yargılamalarında görüldü; neredeyse büyük çoğunluğu müebbet hapis alan sanıklar, yürütmenin tek bir dokunuşu ile aynı yargıtay dairesinden tam tersi karar ile beraatlar aldılar. Yürütme tek bir müdahale ile hukuki gerçekliği tam tersine çevirebildi.

Türkiye de yargılamalarda asıl sorun bir taraftan yargıç öznelliği iken, diğer taraftan da siyasal iktidarın baskın ve tahrip edici gücü karşısında ikili bir hukuk nizamı uygulanmış olmasıdır.

Bir taraftan iktidarın istemediği davlarda, davanın üzerine beton dökülüp, zamana bırakıldı. Deniz Feneri, Metin Lokumcu, Rabia Naz, Nadire Kerimova, Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan davlarında durum böyledir. Diğer taraftan iktidarın politik stratejisini kuvvetledirmek ve tahkim edip, onun siyasal gerçeklerini hukuki gerçek haline getirerek kamu desteğini baki kılmak için ya fiktif davlar açıldı ya da suç teşkil eden fillerde hasta hatırı sormaya giden sağır rolü üstlenildi. Barış sürecinde Habur'da açık suç soruşturulmadı, devlet yetkililerinin talimatı ile karakollar önünde silahlı şenlik yapan PKK kovuşturulmadı. KCK davları suretle olumlu sonuca bağlandı, iktidar PKK ile çatışma kararı alınca da, en ücra köşede ve kıyıda bir eylem yapmış tüm HDP liler tutuklandı. İktidarın Suriye politikasına karşı çıkan herkes anında derdest edildi ve akla hayalae sığmayan deliller ile m mahkum edildi.

Aynı subjektif tavır Fethullah Gülen taraftarlarının yargılanmasında da devam etmektedir. İktidara biat etmeyen Fethullahçılar veya öyle itham edilenler suç filleri yerine faaliyet ( Bank Asya'ya para yatırma, zaman gazete aboneliği ..vb) ve şaibeler nedeni ile yargılanmaktadır.

Irkçı, milliyetçi ve şoven bir dalganın tüm toplumu sardığı ve bir histeri halinde karşısına çıkan her şeyi ( yargı, polis ve Ordu) darmadağın ettiği Hitler Almanya'sında, yargı SS cinayetlerinin ancak yüzde onunu kovuşturabildi ve sonra da tamamen teslim oldu. Hiçbir öznel ön yargılar olmasa da, daha kapıdan çıkışta kendisi ve ailesinin nazik bedeni kaçınılmaz bir ölüm tehdidi altında olan bir yargıç ne yapabilir. Yaptıkları sadece her gün Hitler'in bırakın söylevlerini, hava raporu gibi vücut dilini okumak idi. Führer birine yan gözle bakmış olması yargı öznesi olarak o kişinin sonu olabilirdi.

İşte bu şartlar altında yargı hiç olmadığı kadar iktidarın objektif tanzim tasarruflarının uygun ve vurucu gücüne dönüştü ve siyasal mücadelede okka altına gidenlerim mezarlık bekçiliğini yaptı. yargı modus operendi olarak işev gördü. Hatta yargı siyasal muhalifler için bir gerilla silahı olarak kullanıldı.

Bu şartlarda hakimin kendine özgü tüm değerleri ayraca alması söz konusu olabilir mi?

Kaldı ki, normal zamanlarda da insanların için bu ayraca alma, bir toplum gövdesi içinde değil de tekil birey olarak düşünüldüğünde mümkün ise de, toplumsan ve devlet yaşamında mümkün müdür?

Kennedy Küba'ya fiyasko ile sonuçlanan Domıuzlar Körfezi çıkarmasından önce ABD'nin en iyi üniversitelerinden en zeki 7 kişiyi çağırdı ve onlarla bir toplantı yaptı. Bu toplantıda hareket yapılmasına karar verildi.

Sonradan bu kişilere neden çıkarmaya muhalefet etmedikleri soruldu:

Cevaplar şöyle idi. a- Başkanın kararının çıkarma yönünde olduğunu sezdim.

b- ABD çok güçlü her şeyi başararır diye düşündüm.

c- Küba çok küçük ve halk Castro'yu sevmiyor.

d- Aykırı olmak beni aptal durumuna düşürebilirdi.

İşte hiçbir iktidar baskısının olmadığı şartlarda bile, sosyal ilişkiler ağı içerisinde saf bir bilinç oluşturma olasılığı nedir.

2- DENEYLER.

İnsanlar düşünürken sistematik olarak olarak hata yaparlar, bu yüzden karar verme süreçleri fevkalade irrasyoneldir.

Bir odada 10 tane asistan var. bir tane de denek. A, B ve C çöpleri konuluyor masanın üstüne. C çöpü diğer çöplerden fevkalede kısa. Asistanlar ise B çöpü kısa diyor. Denek de biraz tereddüt etikten sonra B çöpünün kısa olduğunu söylüyor.

Diğer bir deneyde 4 asistan var. Bir iş ilanı için denekler çağrılıyor. Hepsi bir odada oturup form doldurur iken odaya alttan duman veriliyor. Denekler önce diğerlerini uyarıyor. Asistanlar burası ciddi bir kurum, görevliler gerekeni yapar diye itiraz edince, denekler form doldurmaya devam ediyor ve duman boğucu hale gelinceye kadar odayaı terk etmiyor.

Yine asistanlar ile denekler bir odaya alınıyor. Onlara yeşilin 30 tonu gösteriliyor. Asistanlar ilk önce söz alıp, bunların mavinin tonları olduğunu söylüyor. denekler de doğrudan bu fikre katılıyorlar. Deney sonrası deneklere gösterilenin mavi değil yeşil olduğu söyleniyor. Deney terralanıyor ve asitanlar mavinin tonu olduğunu kararlı bir şekilde beyan edince, deneklerin bir kısmı yine mavinin tonu olduğunu söylüyor.

Bu ve benzeri deneyler gösteriyor ki, birey kendi bilincini diğerlerine göre oluşturuyor. Topluluk içinde saf ve nesnel bilinç kolayca kayboluyor.

Öyle ise, insanlar nasıl nesnel bir düşünce ve özün dışavurumu olarak saf bilince ulaşacaklardır.

O zaman bizzat insanın kendisinin de paranteze alınması gerekmez mi?

3- Olgu şudur. Bir yılda yurt dışına 3.7 milyar dolar çıkmıştır. Hükümet yanlısı tüm basın haberi şöyle verdi: "bir yılda yurt dışına Türk iş adamları tarafından 3.7 milyar dolar yatırım yapıldı". Alternatif basın ise şöyle duyurdu: "Ülkede hukuk güvenliği olmadığı için Türk iş adamları yurt dışına 3.7 milyar dolar çıkardı".

Barış sürecinde YPJG tarafından Bingöl'de bir astsubay ve eşi öldürülmüş idi. Olayın YPJG tarafından yapıldığı iddia edildi.

10 ekim 2015 yılında Ankara Gar'ında bir katliam yaşandı. Gösteriyi düzenleyen HDP idi. Tüm iktidar medyası bu saldırının PKK- İŞİD karışımı kokteyl bir eylem olduğunu ileri sürdüler. KONDA'nın bir anketine göre AKP taraftarlarının % 70'i saldırıyı PKK- İŞİD'in örgütlediğine inanıyor idi.

Nasıl oluyor da insanlar aynı olguyu farklı ve hatta tam tersi biçimde yorumsayarak sunuyorlar.

İşte bize sunulan veya bizim refere ettiğimiz her olgu bu süreçlerden geçerek bilgi kategorisine girer. Aslında tek bir gerçeklik yoktur ki tepe üstü konulmamış, plastik hale getirilerek çeşitli biçimlere sokulmamış olsun.

Şırnak'ta Hacı Bildik isimli bir kişi 28 kurşunla vuruldu ve panzer ile sürülenme görüntüleri yayaınlandı.

Bu durum iktidara zarar verir vecdi ile

-önce fotomontaj olduğu yazıldı

- sonra durum kotarılamayınca FETÖ'cü polislerin provakasyonu denildi.

- Sonra AKP Milletvekili olan Galip Ensarioğlu " Bu olay AKP'ye zarar vermiştir" gibi bir laf etti.

- 7.10.2015 tarihinde CNN Türk " neler oluyor programında Etyen Mahçupyan aynı şeyleri söyledi.

Olayın sunuş biçiminde kimse insani bir dram ile değil, kar- zarar muhasebesi açısından bir sunuş yapmakta idi.

İşte amaçsal olarak bu yorum yapıldı Bingöl'de vahşice katledilen astsubay ve eşi için.

Eğer nesnel durum ile bu algı biçimi arasındaki fark paralaks ise, zaten bu fark racılığı ile gerçekliğin kavranması dahi imkansız hale gelir. Bu durum Hz. İbrahim kısasını andırmaktadır. Adamın bir " sen Yakup'un oğlu Yusuf için cami bahçesinde indirilen keçi olayını biliyor musun der". Diğer biliyorum da, senin bu menkıbenin neresini düzelteyi der. " Bir defa yakup değil, İbrahim. Yusuf değil İsmail. Keçi değil koyun. Avlu değil minare olacak" der.

4- PARALAKS- FENEMONOLOJİ VE HUKUK

Eğer bilgi gerçekliğin izdüşümü ise bunu bilinçten nasıl koparacağız. Bilgi ile bilinç arasındaki çatlak bizzat ideolojinin kendisi olup; olaylar hızla akarken bilincimiz bir seri önyargılar, eğitim, okul, aile kilise, gelenek ..vb nedenler ile daha geç ve yavaş ilerler ve hatta geriler. İşte aradaki "fark" in kendisi de ideolojidir. Bu farka rağmen her yeni olguyu mantıki olarak mevcut bilinç düzeyimiz ile( bazen saçma sapan ) izah ederiz.

Zaten aynı kuşak içinde feodal ve pastoral yaşam biçiminde birdenbire atom çağına ilerlerken bilincin tüm bu değişime, yıkıp- yeniden yapan sürece yetişmesi de mümkün değildir.

Evet bizi biz yapan tüm değerler subjektif iken, sosoyoloji bu öznelliği " empati" kavramı ile çözmeye çalıştı. Felesefe ise " paralaks" kavramı ile. Fenemonoloji ise "ayraca alma"kavramını geliştirdi. Oysa bunların hiç birinin çözüm olmadığını çeşitli örnek ve deneyler ile anlatmaya çalıştım.

Yapılmak gereken şey insanın bizzat kendisinin de ayraca alınmasıdır. İşte bunun için tarihin 5000 yıllık şaryosu üzerine kanlı sınıf mücadeleleri sonucu normatif hale gelen " evrensel insanlı idesi" olarak HUKUK 'un üstünlüğünün sağlanması ve yine kitlelerin sürekli gücü ile bunun teminat altına alınmasıdır.

Bu nednele demokrasi isyanların rejimidir ve sadece Fransa'da 1789'dan günümüze kadar 1700'e yakın ayaklanma vardır. Zira Hegel'in tanımladığı biçimi ile devlet zaten özgürlükleri yok eden mekanik bir cihazıdır. İnsanoğlunun ideali ise özgürlük düşüncesidir. Zira Hegel'e göre " dünya tarihi özgürlük bilincinin gelişmesinden başka bir şey değildir." Ve "hiçbir güç artık hükmetmediği zaman, tinin eşitliği ve umumi özgürlük hüküm sürecektir- cennetten kopup gelen kamil bir tin bizim aramızda bu dini inşa etmelidir, bu da insan ırkının son ürünü olacaktır."

ya cennet'ten kopup gelen kamil bir tin'i bekleyeceğiz, ya da onu kendimiz vad edeceğiz kendi kendimize.

İşte Genel, evrensel, pozitif, soyut, objektif, öngörülebilir ve hesaplanabilir normlar bütünü olarak hukuk zaten kişileri de ayraca alan ve tüm duyusal normları ( etik, ahlak, töre, gelenek, disel inanç türleri ..vb) dışarıda bırakarak, günlük hava raporundan değil de çağın ikliminden etkilenerek tüm farklılıkları hem koruyup, hem de yok sayarak birlike ve/ veya tikel varoluşu teminat altına alabilir.

SORUN HUKUKUN NASIL KORUNACAĞIDIR.

Önceki ve Sonraki Yazılar