Haydar Yalçınoğlu

Haydar Yalçınoğlu

UBUNTU, MEVLANA VE VAROLUŞ

Açıkça anlaşılıyor ki ‘varolan’ ifadesini kullanırken, tam olarak ne demek istediğinizi uzunca zamandan beri tam olarak biliyorsunuz ve hatta ona aşinasınız. Bir zamanlar biz de biliyorduk, ama artık tereddüte düşmüş durumdayız( Platon, Sofist )

Varlığın ne olduğunu soran bir adam: sen var mısın yok musun diye sormalı. Varım diyecek olursa; varım dediği zaman bu sözüyle ne demek istediğini biliyor musun? Diye ikinci bir bir soru sorulmalı. Eğer buna da evet derse, demek ki sen varlığın ( vücudun) ne olduğunu biliyorsun, o halde bildiğin şeyi ne diye soruyorsun demeli

Kendisine sen var mısın, yok usun diye sorulan adam: ben varlığın ne demek olduğunu bilmiyorum, var mıyım, yok muyum onu da onu da bilmiyorum diyecek olursa, o adam bu inkarı yahut şüphe ve tereddütü ile beraber hem kendi varlığını, hem de genel olarak varlığı bildiğini itiraf etmiş olur

Ferid Kam, M. Ali ayni; “ İbn Arabi’de Varlık Düşüncesi ( İnsan yay, 1992)

Varlık ve varlığın özü, onu sormadığımızda bildiğimiz, ama sormaya başladığımızda ne olduğunu bilmediğimiz şeydir.

Yaşamının diğer insanlarınkinden pek bir farkı olmayan ve onbeşinci yaş gününe girmeye hazırlanan Sofi okuldan eve döndüğü sırada posta kendi adına bırakılmış ve kimden geldiği belli olmayan sarı bir zarf bulur. Şaşırmıştır. Çünkü kimden geldiği belli değildir ve pul yapıştırılmamıştır. Zarfı açtığında kendisi kadar küçük bir kağıt bulur ve kağıtta şöyle yazar:” Kimsin ?”

Bu esrarengiz mektup olayı tek bir zarfla kalmaz. İlerleyen günlerde Sofi her birinin içinde değişik ve düşündürücü soruların bulunduğu zarfları posta kutusunda bulmaya başlar. Sofi artık iyice heyecanlanmıştır ve mektupların kimden geldiğini araştırmaya koyulur. Bir gün mektubu bir köpek tarafından posta kutusuna bırakıldığını görür ve tüm bu olaylar karşısındaki şaşkınlığı iyice artar.

Yeni gelen zarflarda sorularla beraber felsefenin başlangıcına ve ilk filozoflara dair bilgiler yer almaktadır.

Kimi zaman mektuplardaki ipuçlarından yola çıkarak Sofi değişik zaman ve yerlerde akıl almayacak olaylarla karşılaşır. Sofi, Atina’nın yer aldığı mektubu okurken yatağının altında bir video kaseti bulur.

Hiç vakit kaybetmeden videoyu izlemeye başlar. İşte karşısındaki yaşlı ve sevimli adam Alberto Knox’dur. Adam Sofi’ye Atina’yı anlatmaya ve eski yapıtları göstermeye başlar ama imkansız olan bir şey vardır. Nasıl oluyor da bu yapıtlar karşısında bu kadar yeni durabiliyor? Bunu yapamaya kimsenin parasının ve gücünü yetmeyeceğini düşünür.

Ardından hiç akıl almayacak bir şey olur ve Sofi kendisini bu esrarengiz filmin içinde bulur. Alberto ile tanışır o da onu bir yere götürüp Platon’la tanıştırır. Sofi artık rüya mı değil mi diye düşünmeye başlar.

Felsefe kursunu iyice kabullenmiş ve olayları akışına bırakmıştır. Aristoteles,Helenizm , aydınlanma çağı, Darwin ve tüm bunları öğrenirken karşılaştığı değişik insanlar, konuşan hayvanlar, doğum günü kartları…

Yaşadığının bir rüya olmadığının fakat yaşamının bir rüyadan farklı olmadığının ve sanki birisi tarafından yönetiliyormuş olduğunun farkına varan talihsiz Sofi, Alberto ile bu işin içinden çıkılmaz duruma bir son vermeyi kararlaştırır.

Bunun üzerine Alberto, Sofi’nin az da olsa tahmin edebileceği bir konuyu açıklığa kavuşturur. Kendilerinin aslında var olmadıklarını, tüm bu doğum günü kartlarını yazan bir binbaşının aklındaki elektromanyetik dalgalardan başka bir şey olmadıklarını ve kızına doğum gününde verecek olduğu felsefe kitabının kahramanı olduklarını anlatır.

Jostein Gaarder “Sofinin Dünyası “ isimli eserinde anlatılan bu olay örgüsü; onbeş yaşına geldiğinde “sen kimsin” sorusu ile karşılaşan modern bir insanın şaşkınlığıdır.

Evet “o kimdi”, “biz kimiz” “ben kimim” ve aslına biz bir yazarı bilinmeyen bir “kitabın” kahramanları olarak, rüya olmayan ama rüyadan başka bir şey de olmayan bir yaşamın unsurları mıyız?

İşte ne olduğunu sormadığımızda bildiğimiz şey olan varlık- varoluş felsefenin bizzat kendisidir. Bu soruyu kim sormaz? Çocuklar. Sormadıkları içinde varoluşu tek bilen onlardır belki de.

Bu soru bir deneyde Brooklyn Halk Kütüphanesi’nin ana bölümünde gerçekleşti. New School’da profesör olan Simon Critchley, Tilt Kid Festival’in bir bölümü için genç düşünürlerle bir seminer gerçekleştirmek üzere doktora öğrencilerinin birkaçını getirdi.

İlk oturum, 6 ile 8 yaş arası çocuklarla gerçekleştirildi. Oturumu, ilgi alanlarından biri antik felsefe tarihi olan doktora öğrencisi Joseph Lemelin yürüttü. Lemelin çocuklarla “değişim” düşüncesini tartıştı. Başlangıç olarak arkadaşça bir edayla “Felsefe nedir?” diye sordu.

Annemi istiyorum” diye hıçkırarak ağladı biri. Bir başka çocuk ise tişörtünü kaldırdı ve isim kartını beline yapıştırdı.

Felsefe “annemizi istemek” tir veye “isim kartını beline yapıştıran çocuktur”. Felsefe benim diyor çocuk; çünkü henüz ne olduğumuzu sormadığım için ne olduğumuzu, yani varlığı doğal olarak bilen biriyim.

Deneyin ilerleyen bölümünde “felsefe ve değişim” anlatılıp; bir sakızın çiğnendikçe sakızın değişime uğradığı anlatıldı. Deneyci Lemelin sakıza çeşitli biçimler ve renkler verdi ve rengini ve niteliklerini tanımlamalarını istedi. Eline yeşil renkli ve dikdörtgen şeklinde bir sakız aldı ve tanımlamalarını istedi.

Çocuğun biri, “sen bir kablumbağa olsan onu yeşil olarak görmezdin, çünkü onların bakışları farklıdır” diyerek, zaten varlığın özünün tanımlamayacağını, en büyük Platoncu ilkeyi anlattı. İşte Mevlana’nın tüm “Mesnevi” lerde bize anlatmak istediği de buydu. Hepimiz BİR MUTLAK VARLIĞIN ( mana) “suret”lerinden ibaretiz. Öz ise bir kitapta yazılıdır ( hakikat kitabı). Platon buna “ ide” diyor; Aristo “form”, Hegel “görüngü- fenomen” diyor. İşte hepsi bu kadar ve basit.

“Mantar sevmek mi beni olduğum kişi yapıyor?” diye sordu Lemelin. “Beni ben yapan nedir?"

çocuğun bir “Sözlüğe bak” diye cevap verdi.

daha da ilginç olanı

“Yaşamlarımızla ne yapmamız bekleniyor?” diye sordu Lemelin. “Buradayız ve sonra öleceğiz, bu mudur?”

Bir çocuk, “Peki ya gerçekten burada değilsek? Ya bir başkasının rüyasının içindeysek" dedi.

Evet belki de Platon'un mağara deneyindeki gibi biz bir "ide"nin sadece gölgeleri, "form suretleri" isek veya bir kelebeğin rüyasındaki gerçek olmayan bir evrende yaşıyor isek; o zaman bunca zulüm neden , adaletsizlik neden, cinayetler, savaşlar, silahlar, muazzam savaş makineleri ve ordular neden. İşgaller neden?

En iyisini de büyük ozan Mahsuni Şerif söylüyor:

Kendi “Kitab”ıma girdim saklandım

kelime kelime buldular beni

denizin dibinde ot olup bittim

balığın karnından yoldular beni.

Aslında büyük mütefekkir Aset halef Çelebi'nin bir şiiri de bize tüm varoluşu anlatır:

"Her gün görünen karışık bir rüya

rüyalar içinden görünür dünya

biz her şeyi olmuş gibi seyrederiz

rüyalar içinden görünürken dünya"

Deneyin sonunda çocuğun biri; hocam hepimize birer sakız ve de gidelim der. İşte bu “hep” kelimesi Afrika’da ezilen siyahların zulüm ve işkenceden ve sömürgecilikten kurtuluşu sağlayan büyük devrimlerin öncüsü olmuştu ve yaratıcıları çocuklar idi.

Ubuntudaki Avuntu

“Hep” yani UBUNTU. Afrika yerli dilinde “ubu” her şeyi içeren evren, “ntu” ise farklı biçimde var olma anlamına gelir. Her şeyi içeren bir evrende farklı biçimde var olmadır ubuntu. Ben, biz olduğumuz için Ben'im.

Olay şöyle oldu: Güney Afrika'da çalışan bir antropolog bir kabilenin çocuklarına, birlikte oynayacakları bir oyun önerdi:

"Ben karşıdaki ağacın altına bir sepet meyve koyacağım, siz de şuradaki çizgide sıralanacaksınız ve yarışın başlaması için benim işaretimi bekleyeceksiniz. Ağacın altına ilk hanginiz ulaşırsa, sepetteki ödülü o kazanacak, tüm meyveleri o yiyecek." dedi.

Sonra da, çocukların başlama çizgisinde sıralandıklarını görünce "Başla" işaretini verdi. O an tüm çocuklar el ele tutuştular, koştular, ağacın altına birlikte vardılar ve sepetteki meyveleri birlikte yemeye başladılar.

Antropolog, şaşırmıştı. Neden böyle yaptıklarını sordu: "Ubuntu yaptık." dediler. Antropolog bunu ilk kez duyuyordu. Ne anlama geldiğini sordu.

"Birbirimizle yarışa girseydik, yarışı sadece birimiz kazanmış, beşimiz kaybetmiş olacaktık. Beş arkadaş üzülünce, yarışı kazanan bir kişi nasıl ödül meyveyi yiyebilirdi?"

Bu felsefe Güney Afrika’da kölelik rejimine son veren Nelson Mandela ve rahip Tutu’ya ilham vermiştir. Nelson Mandela’nın sözleriyle ifade edecek olursak ;

Bir ülkeden geçen bir seyyah bir köyde durur, yiyecek ya da içecek istemesine gerek yoktur. O köyde durduğunda köylüler ona yiyecek verir, onu ağırlar. Bu Ubuntu’nun bir veçhesidir ama başka pek çok veçhesi de vardır. Ubuntu insanların kendilerinin bizzat zenginleşmemesi gerektiği anlamına gelmez. Burada asıl mesele şudur: Etrafındaki topluluğun daha iyi konuma gelmesi için de aynı şeyi yapıyor musun?”

Desmont Tutu, Ubuntu'yu şu şekilde açıklar;

"Ubuntu'ya inanan bir insan diğerlerine açıktır, diğerlerine olumludur, diğerleri iyi ve yetenekli olduğunda tehdit altında hissetmez, onun daha büyük bir bütünün parçası olduğunu bilmekten gelen bir özgüveni vardır ve diğerleri aşağılandığında, küçük düştüğünde, zulme uğradığında ya da ezildiğinde kendini de aşağılanmış hisseder."

Desmond Tutu, Afrika’ya ait "ubuntu" (insanlık etmek) kavramında kök salan onarıcı adâlet ilkelerinden söz etmektedir:

"Biz beraberlik için, birbirine bağımlı hassas bir iletişim ağında yaşamak üzere yaratılmışız. Bütünüyle kendine yeten bir insan, insan değildir. Çünkü hiç birimiz dünyaya mükemmel bir şekilde gelmeyiz. Ubuntu için en iyi şey, toplumsal uyumdur."

Çocukların bu felsefesi hukuka da ilham olmuş ve anayasalara girmiştir. Güney Afrika Yüksek mahkeme başkanı İsmail Mahomed : "Ubuntu ihtiyacıkadınlarımız ve erkeklerimize karşı duyulan sevgiden zevk alma ve onlar için içgüdüsel bir kapasitenin değerler sistemini; doğuştan olan insanlıklarını tanımanın sevincini ve sorumluluğunu ortak toplum içerisindeki etkileşimde bunun meydana getirdiği karşılıklılığı; onun doğurduğu yaratıcı duyguların zenginliği ve hem vericilerde hem de hizmet ettikleri ve hizmet edildikleri toplumda serbest bıraktığı ahlak enerjilerini ifade etmektedir."

HAYDİ ÇOCUKLAR BÜYÜK BİR DEVRİME YOL AÇMAK VE BÜYÜKLERE “AHLAK ENERJİSİNİ ENJEKTE ETMEK” İÇİN BİR UBUNTU YAPALIM VE HEP BERABER SAKIZ ÇİĞNEYELİM. ONARICI ADALETİ İSTEYELİM

Önceki ve Sonraki Yazılar