Kaan Arslanoğlu
TTB EN SONUNDA KENDİ İPLİĞİNİ PAZARA ÇIKARDI
AKP’den kurtulma paniği, dış kaynaklı organizasyonlar, medya yönlendirmesi ve sistemle sıkı çıkar bağları nedeniyle muhalif kitle, bırakınız sol değerleri, insani değerlerini sıfırladı… Gerçekleri ve belgeleri yineleyip durmamız bu sürüleşmiş kitleye ne ifade eder bilemiyorum, bu bizdeki de bir hastalık belki, ama devam ediyoruz… Şu kadarını yeniden belirtelim, bu muhalefet AKP-MHP ortaklığının yaşam ve meşruluk kaynağıdır.
“İmralı Notları” (İmralı Tutanakları) kitabında her şey açık açık yazıyor. Abdullah Öcalan, Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve daha birkaç kişi, isim isim, parti parti, kampanya kampanya muhalefeti örgütlüyorlar. Tümü olağanüstü şeffaf. İnanılmaz ölçüde… Örneğin TTB’nin duayen başkanı Gencay Gürsoy’un ismi defalarca geçiyor. A takımından en güvendikleri adamlardan biri. EMEP başkanı Levent Tüzel ve öteki "sol" parti liderlerinin adları da sık geçiyor. Öcalan EMEP için, en önde onlar koşturacak, diyor. Tüzel ve başka birkaç kişinin ismini söyleyerek, bunlara millet vekilliği, belediye başkanlığı… ne istiyorlarsa verin… diyor.
TTB’nin yeni başkanı Şebnem Korur Fincancı hakkındaki iddialar koca bir dosyayı dolduracak kadar. Uğur Mumcu’nun katil zanlılarının kaçmasını kolaylaştırmaktan, Ergenekon davalarında FETO ile birlikte işin savcılığına girişmeye, Ermeni soykırım beyanatlarından, PKK’ya birçok kalkışmasında destek vermeye kadar… Canan Kaftancıoğlu’nu da “yetmez ama evetçi” bu arkadaşımız yetiştirmişti.
İmralı Notları’nda ise adı şöyle geçiyor:
ÖCALAN: Şimdi bu Cumhurbaşkanlığı meselesine gelelim. Ne yaptınız, bunu görüleşelim.
BULDAN: Selahattin Demirtaş ismi öne çıkıyor.
ÖCALAN: Bence çabanız Türk, Alevi gibi farklı bir aday profili üzerinde olmalıydı. Böylesi bir durumda tartışmalar yaşanabilir. İşte dün de Figen’i sıkıştırmaya çalıştılar. “Kürt hareketi seni, Türk mayası olarak kullanıyor olmasın” diye sordular. Yoksa Selahattin de uygundur. Ama Alevi ve Türk olması farklı çevrelerin kendi temsiliyetini görmesi açısından olumlu bir etki yaratır diye düşünüyorum.
ÖCALAN: Rıza Türmen üzerinde yoğunlaşmışsınız, ama sizi zor durumda bıraktı
ÖNDER: Tam tersine olumlu oldu, kendisi de ‘onur duydum’ dedi.
ÖCALAN: Peki, başka kim olabilir? (Sırrı’ya dönerek) Sen ya da Ertuğrul olabilir misiniz?
ÖNDER: İkimizin de üniversite diploması yok, o nedenle olamaz.
ÖCALAN: Figen olabilir peki? Nerelidir Figen?
ÖNDER: Ceyhanlı’dır. Ama onun da üniversite diploması yok.
ÖCALAN: Ufuk Uras olabilir mi?
ÖNDER: Sol çevrelerde ciddi bir tepki var. Ortaklaşmayı sağlamaz.
ÖCALAN: Gençay Gürsoy.
BALUKEN: Yeterince kabul görmeyebiliriz.
ÖNDER: Şebnem Korur Fincancı ismi de çıktı. Sebahat ve ben de önermiştik.
ÖCALAN: O da uygun değil. Yahu gerçekten de uygun kimse yok…
Önceki TTB başkanlarından biri DEMOKRATİK ÖZERKLİK için ne diyor?
Demokratik Toplum Kongresi’nin ilan ettiği “demokratik özerklik” konusu hakkında görüşlerinizi alabilir miyiz ? (Sorduğu şahıs aynı zamanda o örgütün yöneticisidir.)
"Demokratik Özerklik konusunda söylenecek çok şey var kuşkusuz. İçeriği ile ilgili çok boşluklar olmasına karşın Kürt sorununun çözümü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim paradigmasındaki tıkanıklıklarını aşması bakımından, en nötr ifadesiyle “adem-i merkeziyetçi” bir idari reforma ihtiyaç olduğundan kuşku duymuyorum. Sınırları net olmamakla birlikte, cesurca ifade edilen “halk meclisleri” tasavvuru, üzerinde kafa yorulması bile heyecan verici olan bir alan bence.
Zamanlama açısından belki uygun değildi ama Kürt siyasi hareketinin bu sorunu, bütün boyutlarıyla (ve kuşkusuz en uygun dille) gündeme getirmesi gerekiyordu hatta getirmesi kaçınılmazdı. Projenin yeteri kadar olgunlaştırılmadan gündeme getirilmesi yüzünden, demokrat ve sol kesimden haketmediği iticilikte eleştirilere uğradı. Bu eleştirilerden kimilerinin “demokratik özerklik” tezine, sol geçmişimizin türlü kabalıklarından ağzı yanmış olmanın kuşkuculuğu içinde yaklaşmış olmasından üzüntü duyuyorum."
Daha sonra işte bu alınan DEMOKRATİK ÖZERKLİK kararı, PKK tarafından, değil Türkiye halkına, bölgedeki halka hiç sorulmadan silahlı olarak hayata geçirilmeye çalışılır. Hendekler kazılır. Birçok şehirde bağımsızlık ilan edilir. Devlet girmeye kalkınca polis, sivil memur, sıradan vatandaş demeden öldürülür. Devlet buna karşı haklı olarak bir operasyon düzenler. Sonunda her kesimden binlerce kişi ölür. PKK’nın silahlı kalkışmasını “meşru direniş” olarak niteleyen aynı şahıs tam o sırada şu bildiriye imza atar:
"Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkûm etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir.”
AYNI TARİHTE BAŞKA BİR TTB BAŞKANI İSE ŞÖYLE DER: “Kürtlerin doğal lideri Abdullah Öcalan'dır, aramıza duvar ördüler. Siz Doğudan biz Batıdan yüklenerek bu duvarı yıkacağız”
Bizim adımıza, Türkiye Cumhuriyeti’nin hekimleri adına… Durmadan böyle konuşan ve tüm uyarılarımıza karşı giderek daha pervasızca davranan bu kişiler (ki geniş bir hekim kitlesinin aymaz hoşgörüsüyle faaliyet gösteren gerçekten bir avuçluk teşkilatın liderleridirler) kimlerdir? Kendileri şahıs olarak ne konuşacaklarsa konuşsunlar, on yıllardır bir büyük hekim örgütünü buna kalkan olarak etik dışı kullananlar kimlerdir? TTB yasasını, Anayasa’yı sürekli ihlal edenler kimlerdir?
İlk bahsettiğimiz Prof.Dr. Gençay Gürsoy, ikinci bahsettiğimiz Cumhuriyet’te bile yıllarca yazmış olan Prof.Dr. Selçuk Erez’dir.