BİR ELMAS HİKAYESİ 2

Bizim elmas hikayemiz karmakarışık süreçler içinde ilerlediği için anlatımda da sık sık geriye dönüşler veya eklemeler ile devam etmesi zorunlu dersem gerçeğe yaklaşmış olurum. Bu nedenle bilerek veya bilmeyerek oluşan olaylar sırası bazılarına garip gelebilir fakat bir olay tek başına dümdüz hat ile ilerlemiyor sıradan yaşamda.


Tekrar bir geriye saralım zamanı. Karacasu Yüksek Okulundaki ilk tanışma ile irtibatımız hızlanıverdi hem bizim hem muhatabının isteklerine de uygundu.Zamanla pek çok hocayı da tanıma fırsatı oldu. Ancak en ilginci muhakkak ki Halil Sarp ile tanışmak olmuştu.

İlk tanıdığımız hoca( Hakkı hoca) bizi tanıştırdı bu tanışmada birazda bilmeyerek de güzel ! bir pot kırmıştım.O günlerde artık çevreye açılmış Pamukkale Üniversitesi ile de ilişkiye geçip ilgili akademisyenlerle tanışmıştık fakat işler sandığımız gibi yürümüyordu.Tam anlamı ile hayal kırıklığı yaşıyordum.Gerçi benzer sorunları çoğu arkadaşın yaşadığını da düşünüyorum. Ortada sıkıntılı durumlar vardı ve ben bu olanlara ateş püskürüyordum. Akademisyenlere atıp tutuyordum, işte Halil hoca ile tanışırken de yine ağır eleştiriler yaparken tanıştıran hocanın kaş göz işareti yaptığını geç farkettim tamam dedim içimden yine bir çuval incirin içine ettik…


Fakat hoca pek oralı olmadı hafifçe gülüyordu sonunda araya giren diğer hoca karşısındaki kişinin tanınmış bir bilim insanı olduğunu söyleyip hakkında bilgi vermeye başladı. En olmayacak kişiye en yapılmayacak dolaylı suçlama yapmıştım,toptancılık ticarette ile yarardı ama burada ben iflas etmiştim kem küm edip sustum.


Uzatmayayım biraz falsolu başladıysa da aslında güzel bir gol olmuştu gerçekten değerli bir minerolog ile tanışıp arkadaşlığı sürdürebildim. Sayesinde pek çok değerli bilgi edindim pek çok kişiyi tanıdım.
 

Halil hoca aslen Karacasu doğumlu olup İsviçre Bern' de Üniversite hocalığı yapıyordu yılda bir ay kadar memleketine gelip akrabalarını dostlarını görüyor Adnan Menderes üniversitesi' nde fahri öğretim üyeliği yapıyor ayrıca da en çok zamanını Karacasu kuyumculuk takı tasarım bölümünde öğretim üyesi Hakkı Babalık ile geçiriyordu.
 

Bizim ilk tanıştığımız kişide Hakkı hoca olmuştu bu iki kişi arasında daha samimi ilişki mevcuttu farkında olmadan doğru kişi ile başlamıştık. Fakat bir süre sonra okulun bahçesinde benim sınava tabi tutulacağım söylendi.

" Halil hoca sana sınav yapacak evine gidip taşlar getirip sana soracak" dediler yanımda Ali arkadaş var şen şakrak sohbet ediyoruz bir süre sonra hoca çıkageldi. Gülerek “sınav başlıyor “dedi ve ilk taşı ortaya koydu.”kaplan gözü “ dedim “geçtin “ dedi. Sonra ikinci taş “ hematit “ dedim “geçtin” şeklinde on kadar taşı sordu sadece bir taşta iki isimli olduğu için sorun çıktı doğrulanınca gülerek “Metin,seni taşçı ilan ediyorum” dedi sonunda onaylanmış taşçı olduk…


Kuyumculuk ve takı tasarımı bölümünde gayet güzel bir laboratuvar vardı sonradan öğrenmiştim bu cihazları Halil hoca Bern’den getirmişti ve hediye etmişti gözümde biraz daha büyümüştü bu zayıf muhteşem adam. Yaşı benden epey büyüktü herkes kendisine içten bir saygı gösteriyordu bizi tanıştıran Hakkı hocada okulun yöneticilerindendi.


Yukarıdaki bölümler anlatılmadan sonradan olanların anlaşılması zor olacağı için yazılmıştır. Artık hareket alanımız genişlemişti sorup danışacağımız insanlar vardı bu bizi çok rahatlattı ve özellikle beni motive etti.
 

Fakat her şeyde iyi gitmiyordu bu sıralarda annemin rahatsızlığı artmıştı zaten bir süre sonra yatalak olacaktı. Benim için bu dünyadaki en önemli kişi annemdi ancak elimden de fazla bir şey gelmiyordu. Annem iki defa kalça kemiğini düşerek kırdı ve ikisinde de iyileştirmeyi başarmıştık fakat psikolojik dengesi başka nedenlerden kötüye gidiyordu bu durum yedi sene devam etti yaklaşık yedi yıl kadar yatağa mahkum oldu. Sonunda en mutlu olduğu gece damar tıkanıklığı sonucu bitkisel hayata girdi bir hafta sonra vefat etti.
 

Bu dönem benim özellikle değerli taş aramada en fazla ilerlediğim yıllara rastlar ancak kendimi böyle bir ortamda ne kadar olabilecekse o kadar verimli olarak değerlendirebildim bana öyle geliyor ki şayet her şey normal olsa planladığım gibi iki buçuk senede hedeflerime ulaşırdım fakat bu durum karşısında mümkün olmadı.
 

Annemi kaybedince babam rahatsızlandı artık zor yürüyordu iki sene de babamın rahatsızlığı ile uğraştım sonunda o da bir gün düştü ve kalça kemiğini kırdı. Doktorun deyimi ile çok başarılı ameliyat geçirip kan sulandırıcısı kullanılmadığı için felç geçirdi ve yatalak oldu artık bizi tanımıyordu amcamı getirdiğimde tanıyamadı…Babamda iki ay sonra vefat etti.
 

Evet bu süreçler içinde bir yandan da değerli taş ve maden arıyordum. Bazı olayların kendi mecrası içinde gitmemesinin ardında bu dram yatıyordu,bazı arkadaşlar yazacaklarımın bir kısmının mantıksızlığını anlayamayacaktır ancak sebebi de bunlardır.


Her neyse sizleri kendi sorunlarıma ortak etmek istemem zaten Türk insanı dert küpü. Karbonado olayını kısa kesmiştim oradan sürdüreyim.Elimizde adı karbonado bile olsa elmas olma ihtimali hepimizi heyecanlandırmıştı benim stishovite taşını kimsenin umursadığı da yoktu.Sonuçta bu taşların ne olduğunun anlaşılmaması gerekiyordu fakat Türkiye ‘de zaten elmas konusunu bilen çok az kişi vardı siyahını bilene ise çok uzun süre rastlayamayacaktık! Hakkı hoca Amerika’da elmas kursu görmüştü fakat onun esas uzmanlık alanı elmasların değerlerine göre tasnifi,değer biçilmesi üzerine idi.
 

Kendisinden yararlanamazdık bu nedenle gözümüzü İstanbul’a diktik. Bu şehre önce ben gittim gitme sebebim o günlerde İstanbul’da ilk defa “elmas borsası “ kurulacak haberi olmuştu sanırım İstanbul Kuyumcular Odası bir açıklama yapmıştı haberlerde duydum “ben görüşmeye gidiyorum “ dedim böylece birinci İstanbul seferim başladı…


Yanımda her zaman taşıdığım siyah çantamla İstanbul’a vardım soluğu da Kuyumcular odasında aldım. Tabi önceden randevu falan yok zaten vermezlerdi. Tesadüf o gün yurt dışından gazeteciler gelmiş "yönetim kurulu ile birlikte toplantıda" dediler saatlerce bekledim nihayet bitince bilmem kaç defa haber gönderdiğim sekreter sizi çağırıyorlar deyince “Ya Allah!” Deyip içeri daldım,içeride bana bakan onlarca çift göz vardı hepsi hadi söylede git havasındalar.
 

Uzun bir nutuk atmaya çalıştıysam da başkan bir süre sonra sözümü kesti. Beylerin işi çokmuş falan.Bu sefer ben doğrudan taarruza geçtim” borsa kuracağım diyorsunuz elmas üretilmeyen ülkede bak bunlar karbonado elmasları…” Herhalde işin önemini biraz anladılar başkan taşların hepsini ver dedi çantadan çıkarıp hepsini verdim.Taşlara teker teker baktı(sanki karbonadao uzmanı!) sonra yüzünü kaldırıp sanki çay parasını sen öde der gibi “ 800 dolar ver” dedi geçmiş zaman sayı yanlış olabilir ama uçuk bir rakam sadece ağzımdan “Ne!” çıkmıştı adam hala ciddi kendimi toparladım “bu ne parası ?” Dedi ki “analiz parası” sonra anlattı İstanbul Ticaret Üniversitesini bu oda ve İstanbul Ticaret Odası ve sanırım İstanbul Üniversitesi kurmuşlar orada Türkiye’nin en yeni laboratuvarı yapılmıştı vs.
 

Durdum “taşları verirmisin?” Taşları aldım ve doğruca çantaya attım “hadi bana eyvallah!” Dedim giderken durdurdular “niye gidiyorsun?” Hani söylenecek başka başka cafcaflı laf var ama sadece mırıldandım sanırım anlamamışlardır oysa tercümesi bilen için çok basitti ama dil bilmezler deyip geçeyim…


İlk girişim çok çok kötü gitmişti biraz dinlenip bu sefer İ.T.Odasına yöneldim güç bela yetkili bulup konuştuk artık bilmiyorum telefon mu edildi ne oldu aynı fasaryalar okunuyor bıraktım çıktım. Sanırım Eminönü’nde bir yere oturup tabletimi açtım İstanbul’da hangi üniversite bana yarar diye bakarken nasılsa gözüm biraz ileride ki İ.T.Üniversitesi yazısına ilişiverdi. Bu okul hakkında hiç bilgim yok fakat hemen İ.Kuy.Odası Başkanının söyledikleri aklıma geldi çayımı hızla içip okula gittim. İçerideki görevliye Prof.Emel Geçkinli ile görüşmek istediğimi söyledim bir iki telefon etti “burada değil kampüste” dedi meğer o bina rektörlük binası imiş kampüs de çok uzakta.Kendisine haber bırakıp dört beş araç değiştirerek saatler sonra oraya varabildim. Okulda araştırdım Emel Hanım henüz gelmemiş ama yolda imiş. Tableti açıp giriş kapısına kapağı attım gelene gidene bakıyorum sonunda resmine baktığıma benzeyen bir bayan gidiyor “Emel hanım,Emel hanım” durdu baktı tanımadı elbette ilk görüyordu “ben Metin Uysal sizi aramıştım “ ha siz misiniz? Beni takip edin.Neyse binaya girdik odasına geçtik kadın yetmişinde falan gösteriyor biraz sinirli tiplerden,evet dedi galiba elmas bulmuşsunuz?

Evet dedim “karbonado “ ağzından yüksek bir “Ne!” çıktı suratıma sinirli sinirli bakıyor “benimle dalga mı geçiyorsunuz?” Hayda ulan bana da hiç normali denk gelmez derken gayet kibar biçimde anlatmaya çalışıyorum derken bizim konuşma siyaset meydanı söz dalaşına döndü. Ulan bu işde yatacak ! Ta Denizli’den gel bütün girişimler boş çıksın bir yandan laf yetiştiriyor bir yandan taktik düşünüyorum yok ya ben bu kadınla başa çıkamam derken içeri iri yarı biri girdi sonradan öğrendim asistanıymış “bu adamı dışarı atın “diye buyruk verdi adam gelip kollarımdan tutunca onu ittirdim baktım koltuk boş, hızla gidip Emel Hanımın koltuğuna oturdum…Aman Allahım bir feryat figan! İri adamda korktu ben koltuğa iyice yapıştım “polis çağıracağım derhal masamı boşalt!”

Arsızlığım kabarmıştı elimle tableti gösterdim “içindeki makaleleri okumadan hiç bir yere gitmiyorum” hala bağırıyor ancak adam benden uzak duruyor.Taktik maktik falandı ama başarısızlıklarım beni bu eyleme mecbur etmişti,tekrar sesimi olabildiği kadar kibarlaştırıp “sadece okumanızı istiyorum “ dedim ben profösürüm senden mi öğreneceğim deliye bak,siyah elmasmış! Hocam bu meretin (elmasın) her rengi olur .


Vay senmisin onu diyen bir fırça daha sonunda rest çektim “yazıları okumaz iseniz buradan kalkmıyorum” valla nasıl bir sesle söylediysem birden değişti “tamam tamam ver okuyacağım “ hemen tableti uzattım yanına gittim hazırladığım on kadar makaleyi gösterdim o bir sandalyeye oturdu ve okumaya başladı bende artık koltuğa oturmadım. Hiç ses çıkarmadan en az 45 dakika okudu sonra ayağa kalktı tamamen sakindi “Metin Bey,sizden özür dilerim gerçekten karbonado elmasını bilmiyordum” dedi hemen bende özür diledim “mecbur kalmıştım “ falan gibi bir şeyler geveledim asistan da gitti sonra oturup çay falan içtik.. Ben kendimden bahsettim bölgemizdeki taşlardan özellikle sishovite taşından bahsettim hiç ilgilenmedi! ancak diğer taşlarla çok ilgilenmişti hemen ortak çalışmak için plan yaptı ben taşları kendisine verdim ancak arkadaşlar tembih etmişti “hocam analiz sonunda taşları geri istiyoruz “ dedim “elbette “ dedi. Sonunda birinci İstanbul seferinde bir şeyler başarmıştım.Sonradan başka konulara girip farklı taşlar bulduğunda haber vermemizi istedi akşam olmuştu zaten saatler süren zorluk sonunda buraya ulaşmıştım kısacası bir an önce gitmezsem yolculuk azaba dönecek,teşekkür edip ayrıldım.


Tamda tahmin ettiğim gibi olmuştu ne araba var ne buraları biliyorum İstanbul'un bilinen yerlerine ulaşmam yine saatlerimi aldı güç bela bir üçüncü sınıf otel bulup geceledim.

NOT: Devam edecek

Önceki ve Sonraki Yazılar