EŞEKTEN DÜŞMÜŞÜN HALİNDEN...

Sormaktan imtina ettiğimiz veya akla gelmeyen soru şu: 

Osmanlı'nın kurulduğu günden beri Bursa/Cumalıkızık Köyü nasıl hâlâ ayakta?

Safranbolu?

Artık antik köye dönüşen Kayaköy?

Bursa Ulucami, Sultanahmet, Ayasofya, Divriği Ulucami, Edirne Selimiye, Eski Camii, Üç Şerefeli Camii...

Hanlar, hamamlar, bedestenler v.s...

Bunlarda yaşamaktan bahsetmiyoruz.

Bunlar sadece model. Yapı tekniğinin, mimarinin, estetiğin...

En önemlisi tecrübenin yol haritası.

Atalarımız aptal mı idi ki, ovayı sadece tarıma, meraları hayvancılığa ayırmış?

Lakin gün gelmiş, nüfus ve kentleşme artınca tepelerden ovalara inmişiz. Dere yataklarını sayfiyeden iskana çevirmişiz. 

Entropy!

"Aslında herkes her şeyi biliyor".

Değişen bir şey olmayacağını bile bile ben de bunları yazıyorum.

Müteahhiti de biliyor mimarı da, mühendisi de... 

Belediyesi de, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da...

Herkes bir şekilde kılıfına uydurduğundan...

Elinde mevcut yönetmeliklere uygun bir belge sakladığından...

Bir şekilde  sıyrılıyor. 

Mevcut hukukdaki boşluklar da herkesin işine geliyor.

Devlet sanki n'apacağını bilmiyor; istese oyar. 

Kanunlar aynı zamanda bunları içermiyor mu sanıyorsunuz?

Azcık dokunsun; "Zalim Devlet" diye feveran etmeyecek beri gelsin.

Sıradan bir inşaat mühendisi bile,  hangi zemine hangi niteliklerle inşaat yapılması gerektiğini bilir.

Toplumun gazı alınacak ya...

Mevzu en sonunda dönüp dolaşıp altta kalanın canı çıksın hesabı fatura müteahhite kesiliyor. 

Umarım "müteahhitleri mi savunuyorsun?" diyen çıkmaz.

Müteahhit n'apsın?

Ortada bir piyasa var. Milletin alım gücü belli. 

Yoksa müteahhit nasıl sağlam bir bina yapılır bilmiyor mu?

Beş bin gibi bir rakamdan bahsediliyor. 

"Niye bu kadar çok müteahhit var diye soruluyor?"

Niye olacak; arz talep meselesi...

Kent sosyolojisi imar ve iskan üstüne kurulmuş. 

Ekmek nerede ise insan orada!

Üç nesil aynı yerde ikamet etmiş kaç kişi var ülkede?

Alışkınız.

 "Haydi toplayın pılı pırtıyı şehire göçüyoruz."

Okul orada, hastane orada, iş orada...

Eğlence, sanat orada!

Daha düne kadar bu ülkenin yüzde yetmişi, sekseni kırsalda yaşıyordu.

Böyle olunca tabi ki inşaat sektörü ülke ekonomisinin lokomatifi olacak!

Devlet bakıyor; işi Veli Göçer, Ağaoğlu gibiler götürüyor. 

Talep de var. Toplu Konut İdaresi'ni kuruyor. 

İstiyor ki, hem devlete gelir kapısı, hem de kontrol bende olsun...

Yerel Yönetimler de bu işten pay isteyince, hakimiyet alanı paylaşılıyor. 

Belediyeler TOKİ ile birlikte çalışıyor.

Açmaz ve kurt kapanı burada başlıyor.

Devlet "kentleşmeyi adam gibi yapayım..." derken birden ihale ve rantçı oluyor.

Daha şurada iki üç sene önce gelişime engel olmak için imza kampanyaları başlatılmadı mı? 
İsteyene gösteririm.

Millet yerinin daha kıymetli olduğunu düşünüyor. Ki, harbiden öyle.

Vermiyor, kucağına bir müteahhit düşsün diye bekliyor. 

Müteahhit maksimize edebildiği, yani kâr gördüğü işe girer.

Sen şükrediyor musun ki o "yeter" diyecek. Adamın işi bu!

Yerini vermeyince...Plan, proje, ruhsat, itfaiye, hıfzsıhha derken... Bir katlık maliyet..

"Bizim ülkede herkes biraz müteahhit hesabı" buluyor bir kalfa, üç beş usta, kaçak evi konduruveriyor.

Betonerme bir binanın ömrü azami elli sene olsun hadi. Her depremde yüzde yirmi zayıflıyor. Beton sıcak soğuk derken helvaya dönüyor. Demir oksidasyonu...

Anlayacağın mezarda oturuyorsun. İçinde oturan gariplerin başını sokacağı ikinci bir ev mi var?

Nasılsa depremin ne zaman olacağı meçhul.

Bugün yarın derken bir bakmışsın ki, yaş kemale ermiş. Ama deprem de kapıya dayanmış.

Senelerdir İstanbul Depremi konuşuluyor. Yenilesinize  görelim.

"Bas sipaliyi yenileyelim" demez misiniz?

Belediye yıkmaya gelse... Herif çocuğu kapıp, dama çıkıyor.

Mahalleli bir oluyor, kepçenin önüne yatıyor. 

Araya hatırlı kişiler giriyor. Rica minnet; "gariban adamdır sayın başkanım, yapmayın etmeyin" deyip...

E milleti karşısına mı alacak başkan? 

Seçim yakın...

"Tamam, küçük bir ceza ödesin" deyip dosya kapatılıyor.

Deprem olup, bina çöktü mü...

"Niye izin verdin; niye plan programa uymadın; yok zemin etüdü, yok deniz kumu, tırtıklı demir, perde beton,  hani radyan temel?"...

Sismoloji, jeoloji, biyoloji derken...

Mevtaloji.

Beyler ne kendinizi kandırın ne de bizi!

Ne demiştik?

"Herkes her şeyi biliyor." 

Çalmaması gerektiğini de biliyor. Yalan söylememesi gerektiğini de, rüşvetin haram olduğunu da...

Giden şimdilik seksenbeş...

Enkazdan kurtarılan bir bebeğe sevinip, ağlıyor... Moral depoluyoruz.

Çünkü öyle pazarlıyorlar. 

Saatlerce enkaz başından yayın yapıyorlar. Adına da "kamu görevi icrası" diyorlar.

Azıcık samimi olsak; işin ehlini de bildiğimizi de itiraf edeceğiz, tecrübe sahiplerini de...

De, işte!

Bu paradoks böyle devam eder, gider.

Depremden ne zaman ölmeyeceğiz biliyor musunuz?

Kişi başı milli gelir otuz bin dolara çıktığında...

İnsan!

İns, kökünden Arapça bir kelime. 

"Unutan" demek. 

Fazla sürmeyecek, unutacaksın.

Aynı hayatına geri döneceksin.

Eşekten düşenin sinesindeki kor ise hiç sönmeyecek!

Gördüğünüz gibi acı ve kederin azameti finali de erteliyor.

En çok neye uyuz oluyorum biliyor musunuz?

Vahdet ve muaveneti değil de, afeti bile fırsat bilip siyaset yapanlara...

Tövbe tövbe!

Neyse...

Allah düşmanıma bile böyle çaresizlikler yaşatmasın...

Önceki ve Sonraki Yazılar