YOL MU BULACAĞIZ, YOL MU YAPACAĞIZ?

Her devlet, her millet kendi değerler sistemi...

Kültürü ve kabiliyetlerine uygun sistemler arar.

Kültür havzamızdan dolayı, sanırım dünyada bizim kadar sistem değiştiren, kendini ve çevresini buna entegre etmeye çalışan bir millet daha yoktur.

Tarihi sürece baktığımızda bunu başarmış bir milletiz.

Günümüzdeki mücadele "Küreselciler ile Ulusalcılar" arasında vuku buluyor.

"Ulusalcı" ibaresini benimseyen biri değilim. Bunun ancak uluslararası iktisadi kıyaslamalarda kullanmanın doğru olduğuna inanırım.

"Bağımsızlık" bu milletin şuuruna yerleşmiş, milletin ferasetinden temsiliyete intikal etmiş, en ehemmiyetli değerlerinden biri olarak idealize edilmiş "milleti" daha çok tercih ediyorum.

Bu çilenin, Orta Asya'dan Anadolu'ya geçiş sürecinde son durağımızı nasıl tahkim ettiğinin de idrakindeyim.

Merkezi oldukça güçlendirdik. En azından çevreye baktığımızda Rusya hariç, bizden daha güçlü devlet görünmüyor. Jeopolitik kesişme noktalarında da bu rekabeti görebiliyoruz.

İktisat, siyaset, askeri ve kültür ilişkisi bağlamında/  (artık doktrindir)... 

"Merkez, yarı çevre, çevre ilişkisinde" merkezden uzaklaştıkça ancak kültürel güçlenme seviyesinde kalıcı olabilirsiniz.

Sosyal değişimi sağlayamazsanız, iktisadi gücünüz mevcut rakiplerden yüksek değil ise askeri ve siyasal üstünlük teknolojinin karşısında galebe çalar.

Güç formulasyonunu doğru ölçemez, zamanlamayı doğru tutturamaz; arkanızda milletiniz yok ise...

Ne denerseniz deneyiniz, merkeze doğru ricat kaçınılmazdır.

"Zamanın Ruhu" şu anda öyle bir seviyeyi işaret ediyor ki; artık "Karar Anı!" diyor.

Ya mevcut sistemi bu ruha katarak bir "bilinç sıçraması" yaparak çevreyi de bu bilince katacağız...

Ya da yerimizde sayacağız.

O bilinç ne; mevzunun mihenk noktası da burası olduğu gibi iç siyasi çekişmelerin de temelini bu mesele oluşturuyor.

Buna rağmen Reel Poolitik'e karşı, Moral Politik stratejisi ve askeri güç ile sahaya inmeye mecbur kaldık.

Toplumun bir bölümü refah içinde yaşarken, büyük bir bölümü bundan yoksun iken...

Bir de siyasi irade değişimi yaşanırsa mücadeleden vazgeçilip tekrar savunmaya geçmemiz mukadderat...

Maalesef mevcut siyaset, özellikle muhalefet "devletin devamiyeti" esasını unutan, inisiyatifi tehdite ve güce teslim edecek nitelikte...

İktidarda lidere bir şey olsa bu ideali yüklenecek aynı kudretten bir şahıs çıkması şüpheli...

Bunu idame ettirebilmenin yolu tespiti doğru yapmaktan geçiyor.

Klasik bağlamda...

Dünya sistemlerini ikiye ayırıyorlar:

Mini Sistemler ve Dünya Sistemleri...

Dünya sistemleri de kendi içinde ikiye ayrılıyor: Dünya-imparatorluğu ve Dünya-ekonomi. 

Dünya imparatorluğu, tahkim edilmiş siyasi bir yapı ile birlikte tek bir sosyal ekonomi, iş bölümünü ifade ederken...

Dünya Ekonomi ise birkaç devlet yapısını birden içinde barındıran tek bir sosyal ekonomi olarak tanımlanır.

(Kısaca DST olarak tanımlanan Wallerstein'in Dünya Sistemleri Teorisi)

Bu iki sistem birbirinden farklı üretim ve dağıtım modellerine sahip.

Batı kapitalizmi, Dünya İmparatorluğu modeli olup sermaye birikimini maksimize etmeyi amaç edinir.

"Maksimize etmek", kârı artırmak için uygulanan tüm modelleri içerir.

Yani ķâr için had tanımamak. Bu sistemde ezilen sürekli üretendir. 

Maliyet arttıkça verimliliği artırmak yerine ücretlerin kısılması işin kolayıdır.

Daha da açarsak; ücretler sabit kalırken verimlilik düşer. 

Devlet gelirini artırmak için vergileri artırır. 

Sonuç: Sosyal ekonomide; sosyal gerileme... 

Dünya imparatorlukları genişlemek sûretiyle birbirleriyle karşılaşırlar. Bir dünya imparatorluğu ile bir dünya/ekonominin sınırları yanyana geldiği zaman biri diğerini yutmaya eğilimlidir.

Bu karşılaşma güçsüzde kriz; daha güçsüzsen buhran yaratır. 

Yokluk yoksunluk neticesinde iç savaşa ve göçlere sebebiyet verir.

Dönüşüm tamamlandığında galip olanın sistemi kurulmaya başlar.

Beşinci Kol faaliyetleri sadece casusluk hareketleri değildir.

Zihin hakimiyetinden mütevellit iktisadi, kurumsal ve sosyal konuşlanmaları da hedefler.

Böyle bir noktadayız.

İdarecilerimiz de dahil olmak üzere... 

Konumuz komşumuz, hatta evladımız bile işgale yol veren bir zihin perspespektifini işaret ediyor.

Tekrar dizayn için uzun süreç bu!

Eğer topyekün bir farkındalık yaratamaz, devleti ve milleti ile vahdeti sağlayamaz isek; korkarım ki tekrar merkezi savunmak zorunda kalabiliriz.

Adamlar bu yükselişin farkında... 

İttifaklar kurulmak üzere...

Allah korusun, bu kadar cephede mücadele ederken bir de üstüne 17 Ağustos gibi bir afet yaşarsak...

En kötü senaryo üstünden kurgularsak...

Kazandıklarımızı bir çırpıda kaybedebileceğimiz gibi, tam bir felaketle karşılaşabiliriz.

Önceki ve Sonraki Yazılar