Oktay Erol
EĞİTİMDE COVID 19 KORKUSU; YA ÇOCUKLAR -2
Şu an üçüncü sınıfta olan bir yakınımın kızı, “ben arkadaşlarımı özledim, ben arkadaşlarımla okula gitmek istiyorum” dediğinde, neleri kaçırmış/ neleri görmemiş olduğunu düşündüm!
Örneğin, okulun bahçesinde Ata’yı anmamışlardır,
Örneğin, oyun içerisinde arkadaşını kovalarken çakılların içerisine düşmemiştir,
Örneğin, tüm okul öğrencilerinin/ aynı anda okuduğu andı okumamıştır,
Örneğin, bir ulusal gün için okul bahçesinde çalışma yapıldığına tanık olmamıştır…
Tüm bunlar “canlının” büyüme evresinde deneyimlenmesine katkı sağlayacak durumlardır!
Kundaktan emeklemeye geçmeden, yürümenin canlı organizmasına vereceği “yıkıntıyı” düşünmek gerek!
Şimdi, “iki yıldır eğitimde ne yapıldı” demenin zamanı olmalı…
***
Gerekçe covid 19 gibi gösterilmiş olsa da; asıl amacın algı gibi, iç siyaset gibi, sınıfsal makas ayrılığı gibi, açlığın büyümesi gibi, hak anlayışı gibi, adalet gibi, değerler ölçüsü gibi, inanç özgürlüğü gibi, savurganlık gibi, doğayı talan etmek gibi, termik kirliliğe ödün vermek gibi…
Eğitim de bunlardan ayrı, bunlardan başka bir şey değil!
Her yerde olması gerektiği ileri sürülen, ancak “iktidarın” bozabilmek için “ayrı” bir uğraş verdiği “liyakat” anlayışının en belirgin, en “kendilerince” işe yaradığı kurum; eğitim…
Toplumun “en küçük” bireylerini kiminle eğitirseniz, nasıl bir “anlayış” içinde olmasını isterseniz öyle yaparsınız!
Ta baştan bu yana; okul müdürlüklerine hiçbir yetkinlikleri olmayan, “talimat” dışında iş yapamayan, kulakları başka yerlerden gelecek sese göre konuşan özellikler taşıyınca…
Bu yurdun ulusal günlerinde yapılacak törenler bile birer birer sulandırılmakla başlandı aslında her şey…
23 Nisanlarda, 19 Mayıslarda, 29 Ekimlerde eğitim üzerinde oluşturulan “yıpranmayı” unutmayalım…
***
Özal döneminde, Japon pedagoglara eğitim konusunda yaptırılan bir araştırma var. Araştırma sonunda pedagoglar, gençliğin “ulusal bilincinin” olmadığını söyler!
Pedagoglara şu sorulur:
“Peki, siz Japon gençlere ulusal bilinci vermek için ne yapıyorsunuz?”
Japon eğitimciler daha çoğunu da anlatırlar, “okula başlayacak olan çocuklara, öncesinde uygulanan programı anlatırlar…
Çocuklara Hiroşima’da yaşananları anlatırlar anlayacakları sözcüklerle, makine yapan makineleri izletirler, en hızlı giden trenlerde gezdirirler, bunları Japonların nasıl yaptıklarını/ yerle bir olmuş kentlerin içerisinden nasıl yükseldiklerini en ince ayrıntısına değin yormadan/ üzmeden anlatırlar…
Okul yaşamlarının bu bilgi/ birikimle sürmesini sağlarlar…
Bizim bir yetkili “keşke bizim de bir Hiroşima’mız olsaymış” deyince, Japon yetkili “eğer siz, Çanakkale’de dedelerinizin yaşadıklarını çocuklarınıza tam anlamıyla anlatmış olsanız, sizin çocuklarınız da, ulusal bilinç içinde yetişmekten başka yol aramazlar” karşılığını verir!
Özal döneminde olup da, yirmiyıl öncesinde başlayan çabayla yıkılan “ulusal bilincin” bugün geldiği noktayı merak eden okulların “müfredatına”, eğitenlerin anlayışına, derslerin yoğunluğuna bakarak anlayabilir!
****
Bu ülke kimleri görmedi ki?
23 Nisan günü burnu aktığı için törene katılmayan yetkililere tanık olduk! Ata’nın 10 Kasım anmasında bulunmamak için, Arap şeyhi ile otel odasında buluşmasını gerekçe gösteren bu ülkenin yöneticisine tanık olduk! Eğitimin içinde yer alıp da, ulu öndere salyalı ağızla saldıran görevlilere tanık olduk…
En içler acısı yanı da, bunların yapanın “omuzlarda” taşınması için çabalar harcandığına tanık olduk!
“Covid 19 nedeniyle, eğitimde rahat bir soluk almamız için herkesin doz aşılarını olması, bu sorumluluğu herkesin taşıması gerekmektedir!”
Aşı olunca “her şey” bitecek!
“İktidarın”, yirmi yılda "yıkıntı" konusunda verdiği uğraşlar, yerlerinden oynayan taşlar, birbirinden ayrı anlayışla/ sitemle yedi ayrı biçimde yetişen kuşak üzerine oynanan kurguların hepsi “yalan”, hepsi “olmamış” gibi davranmak…
Aşı olunca “her şey” tamam!
Bunun güvencesini kim verecek?
***
“Görevden affını” istemesine değin, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk için “beklenti” içinde olanları, "umut" taşıyanları biliyorum…
“Eğitim, Selçuk’la içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulacak, üstelik eğitim sayısında yeterliliği sağlayacak” diyenleri de…
Daha bir hafta önce “6 Eylül tarihinde okulların açılması için, bakanlık olarak her şey yapıldı” demesinin ardından, “görevden af” isteyerek istifa dilekçesini vermesi “beklenti/ umut” içinde olanları yüz üstü bıraktı!
Avrupa’da birçok ülke “eğitimde kısıtlama” yoluna gitmedi, her tür gereken koşulları ayarlayarak; sınıftaki öğrenci sayısını azaltarak, ders sürelerini kısaltarak, öğrencilerin daha temiz ortamda eğitilmeleri için çaba harcayarak, sosyal aralıktan/ ulaşıma değin tüm akla gelebilecek konularda çalışmalar yaptı.
Eğitim/ eğitimdeki çocuklar bu ülke için “ekonomi, fabrika, elektrik santrali, avm, petrol yatakları, saray yerleri” değil; zorunluluktu çünkü!
Yenilerin, eskileri aratması öyle üzücü ki…