İŞ GÖRÜŞMESİ...

Bir Mart sabahı... Evden çıktığında saat sekizdi. Adana’da ılık bir sabah... Kapıdan baktıran/ kazma- kürek yaktıran bir soğuktan daha çok, ilkyazı anımsatıyordu. Erik çiçek açmış, portakal ağacı çiçek tomurcuklarını göstermeye başlamış, kuş cıvıltıları duyulur olmaya başlanmıştı.

Üç yıl önde üniversiteyi bitirmişti. Birçok yere başvuru yapmasına, birçokları ile görüşmeye gitmesine, birçokları “aradığımız özellikler sizde var” denilmesine, yeniden görüşmeye çağıracaklarını belirtmelerine karşın “olumlu” beklenen sonuç alınamamıştı!

Geçen yıldı. Bir görüşme sonunda “hemen yarın başla” denildiğinde sevinmişti. İşe başladığı ilk gün, “onbeş gün performansını izleyeceğiz, ondan sonra SSK’nı başlatacağız” denmişti. Yapacak bir şey yok, diye geçirdi içinden. Sabahın erken saatinde evden çıkıyor, kimi zaman gece yarısına dek süren işte kalıyor, üzerine düşenleri yapıyordu.

Onbeş gün geçmişti. Öğle saati işyerinin yemeğinden yiyor, ulaşım servisle sağlanıyordu. Patrondan bir ses yoktu! Ya “performansın beklediğimiz gibi değil” diyeceklerdi, ya da “sigorta için gerekli belgeleri getirebilirsin” müjdesini vereceklerdi! Birkaç gün daha geçti! Sonra birkaç gün daha… Aslında SSK’nın önemini bilmesine karşın, daha çok işin “sürekli” olup/ olmayacağını düşünüyordu! Ya bir ay sonra, ya da tam ısındığı bir önemde işten çıkarılırsa ne olacaktı? Elinde hiçbir tutar dal yoktu!

Tam bir ay geçmişti! İşe iyice konsantre olduğunu, patronun da benimsediği belliydi. Asgari ücretten maaşını alırken “SSK’mı onbeşinci gün başlatacağınızı söylediniz, şu ana dek başlamadı” dedi. Gözlüğün üstünden bakan iki göz “memnun değil misin” diye sordu! “Öyle bir şey söylemedim. Ancak, başlarken siz söylediniz. Benden hoşnut olmasaydınız onbeşinci gün işime son verecektiniz. Şu an bir ay geçti” dedi. “SSK’nın yapılması için iki ay daha çalışmalısın, sonra bakarız” dediğinde de “aileme yalancı oldum, bu koşullarda çalışmamı istemiyorlar” deyip işyerinden ayrıldı! Kimse ede “dur” demedi!

Dün, başvuru yaptığı bir yerden aramışlardı. Görüşmeye çağırmışlardı. Saat onda orada olacaktı. Hiç umudunu yitirmemişti. Mutlaka bir kapının aralanacağını, mutlaka bir yerin “aradığımız sensin” denileceğini, işverenin “burası senden sorulacak artık” güvenini vereceğini biliyordu. Bu gün o gün müydü?

Bir yıl öncesine değin “iş yok” diyenlerin, bir yıldır “covid 19 nedeniyle daralmaya gitmek zorunda kaldık, çalışanları bile elde tutmakta zorlanıyoruz” dediklerine tanık oluyordu, son dönemde! İşini yitiren çoklarını biliyordu, çalışanlarının işine son veren çok işyerlerini duyuyordu!

En son bir ay kadar önceydi, Mersin’den aramışlardı. Bir gün sonra görüşmeye çağırmışlardı. Üşenmeden gitmişti! Her şey güzel başlamıştı. Adana’dan geldiğini de biliyorlardı! “Anlaşabilirsek yarın başlayabilirsin” denilmişti. Anlaşma koşullarını şöyle sıralamışlardı: asgari ücretin altında bir ücret vereceklerdi, iki ay deneme süreci olacaktı, SSK deneme sürecinin ardından başlatılacaktı…

Şunu sordu: Adana’dan Mersin’e geleceğim. Burada kalacağım bir yer ayarlayacağım. İki ay deneme sürecim olacak, iki ay sonra kalıp/ kalmayacağıma siz karar vereceksiniz, üstelik asgari ücret altında maaşla… Sizce “tamam” demem olası mı?

Oradan ayrılıp, Mersin Atatürk Parkı’na gitmiş, içinin daralmasını deniz havasını soluyarak gidermişti!

Aracı uygun bir yere park edip, giriş kapısındaki güvenliğe durumunu anlatıp, gösterilen odaya yöneldi. Kapıyı çaldı. Kendinden üç-beş yaş büyük biri olduğunu görünce biraz rahatladı, görüşeceği kişinin. Karşına oturdu. Soruları yanıtladı. Özgeçmişinde belirttiği “şeylerdi” sorular. “Hiçbir deneyiminiz yokmuş” denilince, gülümsedi “yok” der gibi. “Aslında, dedi görüştüğü kişi… Aslında deneyimi olmayanın işe başlaması bir işyeri için risk, nedeni tam işi öğrenip terk ediyorlar” dedi. “Ne yapabilirim, benimle neden görüşmek istediniz” diye sordu.

“Asgari ücretle işe başlamayı, SSK’nın iki ay sonra başlatmasını uygun bulursan işe başla” dediğinde, şunu söyledi: Bana yazılı bir belge verirseniz başlarım.

“Anlamadım, bana güvenmiyor musun, bizde öyle şey olmaz” dediğinde de “hepsi aynısını söyledi, hiç biri gerçekleştirmedi, adına ne derseniz deyin” karşılığını verdikten sonra odayı terk etti…

***

Dün bir tartışma izlencesinde, “iktidar” yandaşı bir hukukçu “açılan üniversitelerin çokluğundan dolayı eleştirenler, ne denli önemli bir şey olduğunu görsünler artık” dedi, üniversitelerin önemini belirmek adına…

Her yıl binlerce mezundan, ancak onlarcasına iş olanağı oluşturulabildiği gerçeğini gözden kaçırarak! Üç yıl, beş yıl, on yıl geçmesine karşın bir işe giremeyip, “deneyimsiz” olması nedeniyle iş verilmeyen binler, milyonlar…

Gece yarısı görev alınan bir isim nedeniyle ekonomi alt- üst oluyor, ulusal para değer yitiriyor, iğneden/ ipliğe yeni zamların önün açılıyor…

Bu ülkenin dört gencinden biri “atıl” durumda işsiz; neler yaşanıyor biliyor musunuz?

Önceki ve Sonraki Yazılar