SURİYELİ SIĞINMACILAR YA DA AVRUPA'DA YAŞAYAN TÜRKLER

Anadolu, insan sevgisini içinde barındıran, dil/ din/ ırk gözetmeksizin yapacağı iyilikten kaçınmayan özellikler/ kültürler taşır.
Konukseverliği, kapısına gelen yabancıyı kucaklaması, evine geleni ağırlaması ondandır.
Asıl imecenin kaynağı da, bir olup sevinmenin/ bir olup üzülmenin kaynağı da bundandır.
Komşunun yaşam alanını alaf sarında, “ilk” koşacak olması da bundandır.
Onu bir “sığıntı” olarak değil, “konuk” olarak kucaklar/ sarmalar/ korur…
Buraya dek anlaşılmayan bir şey var mı bilmiyorum!
Bunu döndürüp/ dolandırıp ülkemize “mitili” atan, adına hiç de anlaşmalara uymayan biçimde “sığınmacı” ya da “göçmen” adı verilenlere getirip; bu yurdun varlık/ yokluk sorunu durumuna getirenlerin yaptıkları yanlışı bilmeleri gerektiğini düşünüyorum.

***

Ülkemizdeki “yabancıları”, yarım yüzyılı aşkın yıl önce “seçerek/ özenerek” belirlenip yurtdışına çalışmak için götürülen yurttaşlarımızla karşılaştırma çalışanlar var inatla…
Almanya’sı, Fransa’sı, Hollanda’sı, Belçika’sı insanımızın hangi karakteristik özellikler taşıdığını biliyordu, ancak işgücüne gereksinmesi vardı, İkinci Dünya Savaşı’ndan çıkmış Avrupa’da olmayan/ savaşa girmemiş Türkiye’de bolca olan çalışacak işçi vardı. Onun için de, istediler/ istemek zorundaydılar emeğe dayalı üretimlerini yapabilmek için. Bir de daha Türkiye’deyken çalışacakları iş kolu, kalacakları kent, gereksinmelerini sağlayacak yerler, kent ile çalışacakları yer arası/ ulaşım konusu bile belliydi!
Kimse, elini/ kolunu sallayarak gitmiyordu! Kimse; ne iş var, diye sormuyordu. Nelerde kalabilirim, nerelerden alış-veriş yapabilirim demiyordu!
Genç yaşlarında Almanya’ya gitmiş, yıllar sonra emekli olup Kozan’a yerleşmiş biri “ben uzun yıllar Almanya’da gündüzü görmedim. Sabahın alaca karanlığında bizi otobüslere doldururlardı, oradan çalıştığımız maden ocağına götürürlerdi, akşam olunca eve geldiğimizde etraf kararırdı” demişti.
İnsana şaka gibi geliyor değil mi?

***

Anadolu insanı hiç kimsenin ocağına ateş düşsün istemez. Ocağını karabasan saranı da korur…
Suriye’de alevlendirilen yalım, baştan bu yana benimsemediğim bir olgu…
Suriye’de, bazı aymazların yurttaşlarının yaşamını karartan uygulamaları, yine bazı aymazların “yanlışa” başkaldırmak yerine “yaşam alanlarını” terk etmeleri, sınır kapısında bekleyen uluslararası silah tüccarlarının sırtarık sevinçleri, daha düne değin kol kola olanların “konumlarından” uzaklaşmaları…
Sonuç: Can, mal güvenlikleri olmadığı için Suriye’den kaçıp, sınır ötesinde olan Türkiye’ye kaçan sığınmacılar…
On yıldır Türkiye’deler, sığınmacılar Türkiye istediği için gelmediler; Suriyeliler zor durumda olduğu için Türkiye’ye geldiler!
Ülkelerinden gelmeleri “sığınmacı” statüsü iledir. Yurtlarında normal yaşama dönülmesiyle birlikte, “gitme” koşulu ile buradalar!
Bunu söylemenin art niyetle ilişkisi yok sanırım…

***

Ülkemizde on yıldır neler değişti?
Bunu yine Avrupa’daki gelişmelerle karşılaştırdığınızda “yanlış tutuşturulan” düğme örneği bir sonuca gideriz…
Şunu sormak gerek: Avrupa’da, bizdeki gibi her kentte ellerini/ kollarını sallayarak yürüyebiliyorlar mıydı, ucuz fiyatla her yerde iş bulabiliyorlar mıydı, dil bilmeden sokağa çıkabiliyorlar mıydı, işyeri açıp vergiden uzak/ kendi dillerinde tabelaları kullanabiliyorlar mıydı, on yıl geçmesine karşın “inadına” dil bilmemezliği sürdürüyorlar mıydı?
Bunu “ırkçı” bir söylem biçiminde değerlendirenler;
Türk sınırlarını geçtiklerinde/ bir yabancı ülkeye adım attıklarında ne yaşayacaklarını düşünsün önce, neden bir yabancı dil öğrenmek için uğraş verdiklerini düşünsün, neden gittikleri ülkenin dilini bilmek zorunda olduklarını düşünsün…
Daha ne mi düşünsün?
Hangi ülke, gelen sığınmacılara/ kendi yurttaşı açlık sınırı altında yaşamaya çalışırken elli milyar dolar harcıyor, onu düşünsün!
Hangi ülke, kendi ülkesinin eğitimli gençlerinin yüzde otuzu işsizken, sığınmacılara kol/ kanat olduğunu düşünsün!
Hangi ülke, kendi ülkesinin yurttaşına orman yangınında/ selde/ depremde verdikleri sözleri tutmamalarına karşın, sığınmacıları artırmanın peşine olduğunu düşünsün!
Hangi ülke, ülkesinin ekonomisini artırmak için her tür özveriyi veren/ en zor koşullarda çalışan emekçilerini üzme/ kırma pahasına, sığınmacıların “ülke ekonomisini” ayakta tuttuğunu dile getirdiğini düşünsün!

***

Adına ne denirse/ densin; Suriyeli sığınmacılar ile başlayan, Afganlı gelenlerle her gün biraz daha büyütülen “kalabalığın”, alkışa tutulacak yanı olmadığı gibi, bu yurdun insanının geleceğini karatacağını görmeme duyarsızlığından kurtulmamız gerek!
Bulundukları şablondan kurtulmamayı, üç gün sonra “yanılmışım” demeyi sıkça yinelemeyi “davranış biçimi/ yaşam biçimi” durumuna gelenlerin uyarılması gerek!
Bunun için en kolayından “bayramda gittiler, neden geri döndüler” sorusunu sormaları gerek!
Suriyeliler “sığınmacı” oldukları için “mülteci” özelliğini taşımazlar; yaşam alanlarında can, mal güven sorunu çözülmüşse, “dönmemeleri” için de hiçbir neden/ gerekçe yoktur!
Yinelemek gerekirse; Suriyeli sığınmacıların, Avrupa’da yaşayan Türklerle ilişkisi yok; unutmayalım…

Önceki ve Sonraki Yazılar